1. YAZARLAR

  2. Süleyman Seyfi Öğün

  3. Rüzgâr tersine mi dönüyor?
Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün

Rüzgâr tersine mi dönüyor?

A+A-

“Dünyâ düzeni” diye bir kavramın hayâta geçmesinin bâzı şartları var. Bir defâ târihî verilerin işâret ettiği üzere, tek bir gücün kesin hâkimiyetine dayalı olarak dünyâ düzeninin kurulduğu vâkî değildir. Bunun için birbirini dengeye getirebilecek, kendi aralarında yenişememiş en az iki ana gücün varolmasına ihtiyaç vardır. Bu iki güç kendi peyk sistemlerini oluşturabilirler. Burada da blokların dengeli bir dağılımının olması gerekir. Bunlar asgârî şartlardır. Blokların kendi iç yapılarında da bir tutarlılık ve bütünlük olması gerekir. Bu yapılar, ekonomik,siyâsî, hukukî ve ideolojik yapılardır. Denge,ilk bakışta sistemik görülmemektedir. Sistem kavramı, kendi içinde unsurlarının tutarlı olmasını gerektirir. Burada sanki öyle bir şey yoktur. Denge zıtlıklardan oluşmaktadır. Bilhassa ideolojik yapısal farklılıklar bunu derinleştiriyor görünmektedir. Meselâ Soğuk Savaş dünyâsında, birbirinden kesin olarak ayrışan, siyah-beyaz bir dünyâ varmış intibâına varırız.Hâlbuki durum derinlerde hiç de öyle değildir. Aslında tek bir dünyâ mevcuttur. Buna Dünyâ Sistemi diyoruz. Zıtlığı çağrıştıran farklılıklar tamâmen yüzeydedir. Derinlikli bakıldığında sistem aşağıda kurulmaktadır. Bu kavrandığında yüzeydeki zıtlıkların derindeki sistemi yaşatmak için üretilmiş sunî zıtlıklar olduğunu da anlayabiliriz.

II.Umûmî Harp neticesinde kurulan dünyâ düzeni tam da yukarıdaki şartları karşılamaktaydı. Çözülmesi hayra alâmet olmadı. Aslında Sovyetleri çökerten kapitalizmin başarıları değil, onun da bir çeşitlemesi olduğu doğrudan krizleriydi. Ortada sosyalizm falan yoktu. Tam aksine, II.Umûmî Harp sonrasının hâkim ekonomipolitikasını vücudâ getiren, Keynescilik olarak târif edilen devletli ve devletçi kapitalizmin en katı çeşitlerinden birisi vardı. Sovyetlerin çöküşü aslında ,gûya ayakta kalanlar içinde bir kuvvetli bir mesajdı. Ama , “Hür Batı” bunu ne böyle gördü ne de değerlendirdi. Tam aksine çok yanlış ve kötü değerlendirdi. Yükselen Neocon hareketin gözü döndü ve gemi azıya aldı. Batı’nın ideolojik yapısı, parasal kaynakları ve askerî kapasitesini, onlara aşırı manâlar yükleyerek harekete geçirdi ve Tek Kutuplu Dünyâ hayâliyle sağa sola saldırmaya başladı.Dünyâyı bugünkü felâketlere sürükledi.

Şimdi bir karnelerine bir bakalım. Her yerde çuvalladılar. Adı böyle konulmadı, ama her yerde yenildiler. Afganistan bunun en somut karşılığıdır. Ortadoğu ve Afrika’da her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bugünün dünyâsını kaostan başka bir şey açıklayamaz herhâlde.

Bu arada Çin’in yükselişi ve kendisinden beklenmeyen, belki de kendisine revâ görülenin çok üzerinde bir performans göstermesi dünyânın tek başına kimseye yâr olmayacağının göstergesidir. Ama, Batı’nın hâkim aklı(?) bunu kendisini dengeleyeceği ve eninde sonunda anlaşması gereken bir dinamik olduğunu anlamak bir tarafa daha da azgınlaştı. İdeolojik yapısı daha da aşırılaştı ve Siyonist teopolitik ile eşlendi. Yâni dinî açıdan daha da sekterleştiler. Artık bizim bildiğimiz manâda Hristiyanlıkla eşleşen Batı kavramının da özerk bir manâsı kalmadı. Aslında Batı’nın antisemit köklerinin çok güçlü olduğu bilinir. Unutturulmaya çalışılan da budur. . Batı’nın târihsel özgül ağırlığı antisemittir. Nazizmin antisemitizmi onların icâdı değildir. Tam aksine Batı’nın, âdeta eşyâ ile rengi arasındaki münâsebet gibi iliklerine kadar işlemiş olan antisemitizmin en ileri aşamasıydı. II.Umûmî Harp sonrası çârnâçar yaşadıkları denazifikasyon üzerinden günah çıkardılar ve gûya arındılar. Bu arınmanın ilk hediyesi kurulan İsrâil devleti oldu. Batı her zaman İsrâil yanlısı oldu ve onu himâye etti. Ama bugün gelinen aşamada, bilhassa 7 Ekim sonrasında İsrâil’in Gazze’de elyevm devâm ettirdiği soykırım, bununla da kalmayıp, kanlı bir şekilde Lübnan, İran ve son olarak Sûriye’ye burnunu sokması; buna mukâbil Batı’nın bunlara göz yumması ve destek vermesi işlerin ne kadar çığrından çıktığını gösteriyor. Artık sıklıkla Batı’nın, İsrâil denilen bu “Beter Böceğin” oyuncağı olup olmadığını sorgulanıyor.

Bu sorgulamaların Batı için bir varlık sorgulamasına evrildiği kanaati ben de daha da pekişiyor. Artık mesele, Batı’nın Doğu ile arasına Haç/Hilâl ekseninde koyduğu o mâhut derin teopolitik çelişkisinin hâricinde bir de Haç/ Dâvut Yıldızı çelişkisinin derinden harekete geçiyor. Bunun çeşitli açılımları var. Meselâ büyük Katolik nüfusların yaşadığı Lâtin Amerika’da, sol popülist iktidarların başını çektiği insânî temelde şekillenen yoğun bir İsrâil karşıtlığı ve antisiyonizm dalgalar hâlinde yükseliyor. Antisemist geçmişi hayli koyu olan Ortodoks âleminde bunun şimdilik bir karşılığı yok gibi. Siyonizme karşı, bilhassa Katolik âleminden gelen sol popülist tepki, ABD ve Avrupa’da yükselen sağ popülizmde de görülmüyor. Tam aksine, aşırı sağ partilerin kuvvetli tonlarda hayli Siyonist bir çizgide seyrettiğini tâkip ediyoruz. Ama ben bunun çok aldatıcı olduğunu, taktik bir evreyi karşıladığını düşünüyorum. Bilhassâ Avrupa sağının şimdilik hedefe başta Türkler olmak üzere Müslüman mülteci ve muhacırları koyduğunu biliyoruz. Müslüman kırım ve kıyımı yapan İsrâil’i şimdilik tabiî müttefikleri olarak görüyor olabilirler. Ama aşırı sağ Avrupa kamuoylarının kolektif hâfızasında, bilhassâ Fransa ve Almanya’da uyutulmuş olan antisemit hislerin öyle kolay kolay yok olduğunu düşünmüyorum. İlk savrulmada ilk hatırlayacaklarının bu olacağını tahmin edebiliyorum.

Koyu antisemtist geleneklere sâhip olan Protestan kökenli MAGA hareketinin de aslında kök hücrelerinde yatan budur. Trump’ı iktidâra taşıyan bu hareket bugünlerde MİGA’cılarla dans etmeyi devâm ettiren ve İsrâil’i çok şımarttığını düşündükleri Trump’a karşı artan bir hayâl kırıklığı içinde. Trump’a karşı büyüyen muhalefet ve artan kampanyaların sâdece Demokratlardan geldiğini zannetmiyorum. Eğer Trump görev dönemini tamamlayamadan, şu veyâ bu şekilde iktidârdan uzaklaşacak olursa bunun başta gelen sebebinin iki dansı birarada götürmek gibi bir gaflete düşmüşlüğü olacaktır. Tam bir sıkışmışlık yaşıyor. Eğer radikal bir dönüşüm yapıp MİGA’cılara sırt çevirirse tabanını yeniden kazanabilecek; bu defâ da Siyonist Lobi ve Demokratların saldırılarına daha fazla mâruz kalacaktır. Ama iki dansı birarada yürütemeyeceği de çok âşikâr. Şu aralar neticesini en çok merak ettiğim şeylerin başında bu geliyor. Rüzgârın her an döneceği günlere şâhit olursak; doğrusu çok da şaşırmayacağım..

Önceki ve Sonraki Yazılar