Meale mühür basmamak imtiyazı
Önceki akşam Meclis’te Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen Kur’an-ı Kerim meallerinin denetlenmesi ve onaylanması yetkisi hüzün vericidir. Böyle bir kanun yazılabileceği akla gelmezdi… İslam tarihinin hiç iyi anılmayan sayfalarında benzer örnekler vardı, ne yazık ki 21. yüzyılda geldi bizi buldu.
İletişimin insanlık ufkunu aştığı bir zamanda, bilginin cıva gibi aktığı, bulutlarda dolaştığı ve yüzlerce farklı yolla muhatabını bulduğu bir dönemde “kitap” üzerinde kontrol kurmak fikrinin kibrine bakar mısınız? İlaveten, bir devlet kurumu mühür basmadı diye ilim susacak, farklı bakış açıları pes edecek zannetmenin zihin konforuna… Kim akıl etmiş, kim o aklı beğenmiş, hayret!
Böyle bir yetkiyi Diyanet’e vermek, “Din konusunda en doğruyu ve Allah’ın hitabında neyi kastettiğini en iyi devlet bilir!” demektir. İlahiyatçılar yahut İslam ve Kur’an ilmine vakıf olanlar meal yazarlar ama onların akıl edemediklerini Diyanet bilir ve görür. Mührü basmazsa kim ne yazarsa yazsın kıymeti yoktur.
Devlet bu…
İyi bir vatandaş olmanın, yerli veya milli olmanın yahut vatansever olmanın yahut daha birçok şeyin normunu belirlediği gibi, ilahi hitabın nasıl anlaşılması gerektiğini de devlet bilir. Olup bitenden anlaşılan budur.
Oysa gerçek böyle değildir. Her şeyin en iyisini ve doğrusunu devlet bilmez, hatta çoğu kez doğrusunu dahi bilmez. Bırakın dini, imanı, vahyi; devlet eğitimde, hukukta, akademide, tarımda, enerjide, sanayide de neyin en doğru olduğunu bilmez. Ne kadar istese de bilemez. Teknolojik ve bilimsel gelişmenin arkasından gelir ve hiçbir şartta o alanların uzmanlığında öncü olamaz. Hayatın akışı buna müsaade etmez. O kadar ki, devletin tekel olduğu güvenlik ve istihbaratta bile teknolojik gelişmeler önce sahada ortaya çıkar, devlet bunu satın alır kullanır. Sadece teknoloji de değil… Mesela uluslararası analizde de çoğu kez sivil düşünce kuruluşları diplomasiye öncülük eder ve onun önüne geçer.
Devletin politikaları, kanaatleri ve sabit fikirleri vardır ve bunların çoğu değişime ayak uyduramaz, zamanın ruhunu hiç yakalayamaz. Çünkü, güç sahibi olmak bilgiye hükmetmeyi garanti etmez.
Bilgi, bilim, analiz ve inovasyon tabiatı gereği sivil olmak zorundadır, serbest rekabet ve özgürlük gerektirir. Devlet ise tabiatı gereği sivil değildir, özgür hiç değildir. Akıllı bir devlet, sivil alanın önünü açar ve o alanda gelişen bilgi, bilim, analiz ve üretimi artırmak için teşvik edici olur. Neyin en doğru olduğu konusunda norm koymak gibi bir takıntıya ve komplekse esir olmaz. İnsanlarının ve dünyanın ulaştığı bilgi seviyesini halkına refah olarak yansıtan mekanizmaları işletir. Onlara akıl vermeye, hükmetmeye kalkmaz.
Mesele din, iman, meal, tefsir ise o alana zaten hiç karışmaz. Karışırsa da faydası olmaz, murad ettiği maksat zinhar hasıl olmaz. Bugün Diyanet’e verilen yetki, din düşüncesi ve felsefesi üzerinde baskı oluşturur, bizim ilim geleneğimizin akla dayanan ekollerinin üzerindeki tarihsel baskıyı bir an için diriltir ama hakikati asla yok edemez. Hatta bir müddet sonra bu imtiyaz Diyanet’in başına bela olur. Devletin bilgi ve bilhassa da dini bilgi üzerinde tekel kurma arzusu dindarlara güven vermez, şüpheye yol açar.
Ayrıca, insanların dini malumata ulaşmak için sayısız imkanları vardır ve üzerinde bir mühür olan kitap bu imkanlardan sadece birisidir. En etkilisi de değildir.
Yanlıştan dönmek ve böyle bir yasakla anılmaktan bir an önce kurtulmak isabet olur. Zira, böyle büyük bir yanlışın ömrü pek kısa olur.