1. YAZARLAR

  2. Elif Çakır

  3. Kuyumcu terazisi hassasiyetiyle yazılan İmamoğlu iddianamesi…
Elif Çakır

Elif Çakır

Kuyumcu terazisi hassasiyetiyle yazılan İmamoğlu iddianamesi…

A+A-

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek, Adli Yıl Açılış töreni sonrasında iktidara yakın gazetecilere yaptığı açıklamada İBB Dosyasını “yüzyılın en büyük yolsuzluk soruşturması” olarak nitelendirmiş, iddianameyi de “bir kuyumcu terazisi hassasiyetiyle” hazırladıklarını söylemişti. (1 Eylül 2025)

Başsavcının bu benzetmesini okuduğumda tuhaf bulmuştum. Çünkü bir savcı bir metafora başvuracaksa, Avrupa’dan Mezopotamya’ya, Roma’dan Osmanlı’ya bütün hukuk kültürlerinin ortak sembolü hâline gelen; sadece bir süs değil, ceza muhakemesinin nasıl yürütülmesi gerektiğini anlatan zihniyetin çekirdeğini temsil eden en eski ve en güçlü sembol olan “adalet terazisi” orada duruyor. Buna rağmen neden “kuyumcu terazisi” benzetmesini seçer insan?

Kuyumcu terazisi nesneyi tartar; hassastır, bir gram şaşmaz, şaşarsa tarttığı altının, pırlantanın değeri değişir. Adalet terazisi ise insanın kaderini, özgürlüğünü, geleceğini, itibarını tartar.

Bazen bir ömürdür tarttığı.

Kuyumcu terazisi tarttığı şeyin maddi değerini bulmaya çalışır; adalet terazisi milim ya da gram hesabıyla değil, maddi gerçeğe en yakın doğruluğu bulma çabasıyla çalışır. Adalet terazisi doğruluğun peşindedir.

Kuyumcunun terazisi şaşarsa zarar paradır.

Adalet terazisi şaşarsa zarar insan ömrüdür, toplumun vicdanıdır. Dolayısıyla bir savcı iddianamesini hazırlarken adalet terazisine insanın masumiyetini, delilin hukukiliğini, tanığın samimiyetini, sürecin adilliğini koymak zorundadır. Yine bir hâkim de hükmünü bu ölçüler üzerinden verir.

Bu yüzden Sayın Başsavcının kullandığı “kuyumcu terazisi” metaforunu garipsemiştim.

***

Bu merakla Ekrem İmamoğlu iddianamesini bekliyordum. Başsavcının “bir kuyumcu terazisi hassasiyetiyle” hazırladığını açıkladığı, ekler hariç 143 eylem başlığı, 105’i tutuklu 402 şüpheliyle 3 bin 900 sayfalık suçlama metnini okumaya başladım.

İddianame, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İBB soruşturması hakkında kullandığı “tıpkı bir ahtapotun kolları gibi” sözleriyle başlıyor. Daha başından itibaren sanki “ben hukuki değilim, siyasiyim, siyasiyim” diye bağırıyor aslında…

Okuduğum kadarıyla iddianamede kamuoyu açısından bir sürpriz yok. 19 Mart operasyonundan bu yana iktidar medyasında okuduklarımızın, televizyonlarındaki yorumcuların anlattıklarının fasikül hâline getirilmiş versiyonu.

CHP lideri Özgür Özel’in gazetemizi ziyaretinde kurduğu şu cümle iddianameyi tam tarif ediyor:

“Eskiden gazeteler ansiklopedi verirdi, önce fasiküller gelirdi, en son kabı verilirdi. Bu iddianamede de her şeyi fasikül fasikül biliyorduk, şimdi kabını verdiler. Hukuk devleti açısından sorun şudur: Soruşturma gizliydi ama ortaya çıktı ki tamamını sızdırmışlar. Bu büyük bir suçtur.” (13 Kasım)

Bir hukuk devletinde bir iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmeden sızdırılması başlı başına bir suçtur. Ülkemizde 2005 yılında yürürlüğe giren ve hala yürürlükte olan Türk Ceza Kanunun mimarlarından Prof. Dr. İzzet Özgenç hocamızda iddianamenin sızdırıldığı gün sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “İddianameyi mahkemece kabul edilmeden kamuoyuna sızdıran İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının TCK’nın 285’inci maddesine göre suç işlediği” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Bir hukuk devletinde yaşanması mümkün olmayan ne varsa ülkemizde yaşanıyor maalesef. Bugün dünyanın başka bir ülkesinde bu bile yeri yerinden oynatacak bir şey. Başka bir ülkede böyle bir şey yaşandığında o ülkenin HSK’sı hemen harekete geçer, savcılık hakkında disiplin soruşturması başlatır. Ama bizim ülkemizde maalesef HSK’nın harekete geçtiği durumlar tamamen farklı. Hukukun üstünlüğünü zedeleyen durumlarda değil, iktidarın hoşnut olmadığı kararları veren hakimlerle ilgili harekete geçiyor bizim ülkemizin HSK’sı!

Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını kuyumcu terazisinde tartan başsavcı Ekrem İmamoğlu’nun siyasi hayattan tasfiyesini mümkün kılacak ne kadar suç tipi varsa hepsini suçlama belgesine yazmış.

***

Savcıya göre Ekrem İmamoğlu bir suç örgütü kurmuş.

Ama tuhaf bir örgüt bu.

Savcıya göre İmamoğlu, Cumhurbaşkanı olabilmek için suç örgütü kurmuş; bunun için önce CHP’yi ele geçirmesi gerekiyormuş; nitekim suç örgütüyle CHP’yi ele geçirmiş! Cumhurbaşkanı seçilirse Türkiye’yi de ele geçirecekmiş! Rüşvet, usulsüzlük ve yolsuzluk sistemi kurmuş. Bu suç örgütünün amacı Cumhurbaşkanı seçilince bu “rüşvet, usulsüzlük ve yolsuzluk çarkını ülke geneline yaymak”mış!

Soruyorum:

Hukuk tarihimizde böyle bir dil var mı?

Dünyadan örnek istemiyorum, bizim zaman zaman siyasallaşmış yargı tarihimizde bile bu üslupta yazılmış bir iddianame var mı?

Sayın Başsavcıya göre İstanbullu seçmen İBB Başkanı seçmemiş, bir suç örgütü lideri seçmiş.

Ahmet Taşgetiren’in önceki günkü yazısının başlığından sorduğu soruyu ben de sorayım:

“Bu durumda Ekrem İmamoğlu’na oy verenler hakkında da ‘oy vererek destekleme’ gerekçesiyle soruşturma mı başlatacaksınız?”

Sayın Başsavcı, Ekrem İmamoğlu için 2 bin 400 küsur yıl hapis cezası istiyor. Elbette bu kadar hapis yatması mümkün değil; mevzu da bu değil.

Başsavcı da biliyor bunu.

Bu kadar yüksek ceza talebinin amacı suçun ağırlığını cezalandırmak değil; kamuoyu anketlerinin Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kesin kazanacağını gösterdiği bir siyasi karakteri, toplumun gözünde kriminalize etmeyi kolaylaştırmaktır.

Bu nedenle devasa bir örgüt imajı yaratmak için böyle hacimli bir suçlama belgesi hazırlanmış.

***

Adalet terazisinde böyle bir iddianame çıkmazdı. Başsavcının önünde adalet terazisi olsaydı: Belediye içi rutin yazışmaları örgütsel koordinasyon diye sunamaz, memurların rutin işlemlerini örgütsel hiyerarşi suçlaması yapamaz, ilgisiz işler ve kişiler arasında zorla örgüt bağı kuramaz, bir belediye başkanının iş insanlarına kreş, yurt ya da yardım kartı aldırmasını suç sayamazdı.

Çünkü hukuken mümkün değil.

İddianamede belirsizlikler olmazdı, orantısızlıklar yer almaz, suçlama metnini politik saiklerle şişiremezdi.

Ama mesele insan tartmak değil, nesne tartmak olunca iş değişiyor.

Tam da bu nedenle Ekrem İmamoğlu davası TRT dahil tüm televizyon kanallarında canlı yayınlanmalı. Böylesine tarihi bir davanın TRT dahil tüm kanallarda canlı yayınlanması artık bir zaruret haline gelmiştir. Başsavcı iddianamesini okusun, İmamoğlu cevap versin; millet olarak hepimiz duyalım yüzyılın iddianamesi mi yüzyılın yolsuzluk soruşturması mı?

Ve tam da bu yüzden, bir adım atması gereken kişi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir.

Sayın Bahçeli, bu mesele en az “Terörsüz Türkiye” kadar devlet meselesidir.

TRT’nin bu yargılamayı canlı yayınlamasını sağlamak, hem adaletin hem siyasetin üzerindeki sis perdesini kaldıracak en doğru adım olacaktır.

Millet ve hepimiz, arkasına devleti almış “iddia”yı dinlemekle kalmayalım, “savunma”yı da dinleyerek karar verelim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar