Kürt meselesinde siyasi rüzgâr ılık…
Sık söylenir, tekrarlamakta beis yok. Kürt sorununda açılım ile ülkede demokratik alanın genişlemesi her zaman doğru orantılı yürüyen iki konu olmuştur. Keza demokrasiyi rafa kaldıran güvenlik devleti uygulamalarıyla Kürt meselesini baskıyla denetim altında tutmaya çalışan uygulamalar da birbirinin içinden doğmuştur.
Bu anlamda kültürel kimlik savaşlarıyla Kürt meselesi, Türkiye’de demokrasinin niteliğini ve alanını belirleyen asli unsurlardır.
Onun içindir ki her çözüm hamlesi, Kürt yarasının dindirilmesinin yanında ülkeye demokrasi vadeder.
Onun içindir ki çözüm politikaları karşısında alınan olumlu ve olumsuz tavırlar aynı zamanda demokratik açılım hakkındaki destekleyici ya da endişeli derin düşünceleri de içerir. Çözüme doğru gidişin iktidarı ödüllendireceğini varsayan, üniter yapıyı tehdit ettiğini düşünen baskın Kemalist eğilimlerin ya da baskın milliyetçi bakışların dirençleri, tedirginlikleri bu çerçevede okunabilir.
Çözüm süreçlerinin vadettikleri köklü değişimlerin toplumlarda tedirginlik ve soru işaretleri oluşturması doğaldır. Bu nedenle başı çeken hemen her örnekte siyasi iradeler olmuştur.
Bu kez özellikle bu bakımdan şanslı bir dönemdeyiz. 2013-2015 arası AK Parti yalnız başınaydı, Öcalan’la baş başaydı. Şimdi CHP’nin itirazlar ve çekincelerini azalttığını, dahası çözüm sürecini desteklediğini görüyoruz; MHP’nin ve liderinin açık ara ön açan taşıyıcılık yapmasını izliyoruz. Kürt kesimi önemli ölçüde tek ses hâlinde. Birkaçı dışında Meclisteki siyasi partiler çözüm fikrinden yana…
Bu durum Türkiye için büyük bir fırsat tablosu oluşturuyor.
AK Parti’nin milliyetçi seçmen bakımından adım atmakta tedirginlik yaşadığı her konu ya Bahçeli’nin çıkışlarıyla ya da Meclisteki komisyonun sorumluluğu paylaştıran ortak kararlarıyla gideriliyor.
İmralı’da Öcalan’ın ziyaret edilmesi meselesi de en azından şimdilik bu çerçeveye oturuyor. Ülkenin sıkıntı yaşadığı, boğulduğu pek çok konu yanında en azından bu “mesele” iyiye doğru gidiyor.
Silah bırakma ve entegrasyon hukuku konusunda komisyondan önemli ve yapıcı öneriler geleceği kesin. Bunun Öcalan’ın da dahil olduğu bir çerçevede yapılacak olması, sorunsuz bir işleyiş bakımından oldukça önemli.
Geriye iki konu kalıyor.
İlki Suriye’deki Kürt varlığı ve PKK uzantılarının durumu…
Bu konuda uluslararası dengeler ve zorunluluklar tarafları uzlaşma istikametine doğru götürüyor. Zaman içinde SDG direnci yerini entegrasyonun biçimi tartışmasına bıraktı. Türkiye, “Suriye Kürt hareketinin buharlaşması” tutumunda ısrarlı olsa da yol öyle yürümüyor. Bu konu zaman alan, etkileşimler ve kaçınılmaz pozisyon değişiklikleri içeren, güven gerektiren bir nitelikte. Ve esasen Irak’taki Kürt modeline yakın bir yere doğru yol alıyor.
Burada mesele, tarihin geldiği ve işaret ettiği noktadır: Kürtlerin bulundukları ülkelerde haklarını koruyarak o ülkeyle demokratik entegrasyona girmeleridir. Öcalan bunu vurguluyor; bence Türkiye de adım adım bu noktaya yaklaşıyor.
Böyle bir gelişme Ankara’nın derin korkularını zaman içinde yatıştıracaktır. Bu yatışma geriye kalan ikinci konuda yol açıcı olabilir.
Bu ikinci konu, Türkiye Kürtlerinin sisteme demokratik entegrasyonu meselesidir.
Demokratik entegrasyon, farklılıklardan ileri gelen kimi hakları koruyarak, istekleri tatmin ederek Türkiyelileşmeyi ifade eder. Ana dil, yerel yönetimler reformu, anayasal vatandaşlık tanımı bu hakların ve entegrasyon araçlarının önde gelenlerindendir.
İstikamet bence buraya doğru…
Türkiye’nin demokratikleşmesinin imkânları da burada yatıyor.
En azından bu umut var…


