1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Kavramlar üzerine
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Kavramlar üzerine

A+A-

Yüce Allah insana isimleri öğretti ve insana eşyaya isim koyma yetisini verdi.

Düşünme yetisine sahip insan, kelimelerle düşünür. Kelimelerin bazıları sözcük, kimileri ise kavramdır (ıstılah). Zihinde vuku bulan bir karışıklık veya karmaşa, kelime ve kavramlara yansır; aksi de doğrudur.

Müteal (aşkın), bâtın ve öte/uhrevi boyutları olmayan kültür ve felsefelerin köklü kavramları yoktur; sağdan soldan esen rüzgâra göre yön ve şekil değiştirirler.

Köklü kaynaklara ve kadim geçmişe sahip öğretiler ise öyle değildir; sayısız kelime alırlar ama anahtar terimleri, kavramları kendilerine özgüdür.

İslam dini, beşeriyetin tarihsel geleneğini ihtiva eder; varlık âlemi, mebde ve mead’a dair bilgi ve haberleri bize anlatır. Tearüf icabı dışarıdan kelime veya kavram ithal etse de, ithal ettiklerine semantik müdahalede bulunur. Bu açıdan dil, kelime ve kavramlar, düşünce hayatımızın ve algılarımızın esasını teşkil eder.

Yaşadığımız kültür dünyasında asıl anlamını kaybetmekte olan ve giderek sosyal bilimlerdeki muhtevaları anlam kaymalarına maruz kalan kavramların sayısı her gün biraz daha artmaktadır.

Kavramlar dünyasına musallat olan bu dağınıklık ve oynaklık bugün çok az aydın tarafından dile getirilmekte; dil ile tefekkür arasındaki zorunlu irtibatı göz önünde bulunduranlar, bu semantik tahrifattan yakınmaktadır.

Fakat herkesin kavramlara ayrı ayrı anlamlar ve muhtevalar yüklemeye kalkışması gibi, kavram kargaşasını doğuran sebepler ve faktörler konusundaki açıklamalar da değişik ve birbirinden farklıdır. Büyük ölçüde modern Batı’nın felsefi hegemonyası altında şekillenen kelime ve kavramlarla düşünenler, kavramların asli anlam ve muhtevalarına karşı duyarsız davranmaktadır.

Bunun sürpriz olmayan sonucunda düşünce dünyasındaki dağınıklık, duyarsızlık ve tutarsızlık; kültür ortamının geneline ve özelde kavramlara yansımakta, kargaşanın kapsamı her geçen gün biraz daha genişlemekte ve derinleşmektedir. Böyle bir ortamda ne epistemolojiden söz edilebilir ne de kelimeler aynı harflerden oluştuğu hâlde ortak bir dilin varlığı öne sürülebilir.

Geçmişte İsrailoğulları’nın yaşadığı bir dramı bugün bizler de bir şekilde yaşamaktayız.

İsrailoğulları tanrısal bir gazaba uğramışlardı; bizi ise kendi duyarsızlığımız ve umursamazlığımız benzer bir gazaba mahkûm etmektedir.

Böylesine zihnî bir kargaşaya karşı koyabilmek için, bilimsel çalışma ve araştırmalarda, hatta sohbetlerde bile kullanacağımız kavramların seçimine gerekli özeni gösterme mecburiyetimiz vardır.

Kavramların seçiminde gerekli olan özen, daha etkili ve vurgulu kelime ve terim bulma yönünde suni bir çaba demek değildir; tersine, kelimeyi ve kavramı seçerken, seçtiğimiz kelime ve kavramın gerçek epistemolojik yapısını iyice araştırmak, ilgili olduğu bilim sahasındaki asıl anlamını doğru kavramak ve genel-geçer kültür ortamında uğratıldığı değişikliğin farkına varmak demektir.

Her şeyin ters yüz edildiği, anlam çarpıklığının salgın bir hastalık gibi yayıldığı bu ortamda, belki her çalışma öncesinde ayrı bir “ön-ek” bölümü ayırmak gerekecektir. Böyle bölümler, bir dönem sonra kavram kargaşasını bir ölçüde önleyebilir. Aksi hâlde kimin ne dediğini anlama imkânı büsbütün güçleşecektir.

Genelde İslam ve Batı kültürü söz konusu olduğunda, birbiriyle şu veya bu şekilde bağlantılı üç ayrı kavram kümesi gösterilebilir:

1. İslami kavramlar: Ümmet, farz, sünnet, fıkıh, zekât, tevhid, mescid, fey vb.

Bu tür kavramlar tümüyle İslami bir özellik taşırlar ve bunlara gerek başka dinlerde, gerekse insanın hümanist düşünce tarihinde rastlanamaz. Hatta bu gibi kavramların Batı dillerinde bazen sözlük karşılıkları bile yoktur.

İslam tarihi boyunca bu kavramlar, Arap olmayan Müslüman halkların dillerine de olduğu gibi geçmiştir; çünkü bunları Türkçeleştirmek, Farsçalaştırmak veya Peştuca’ya çevirmek mümkün değildir. Bütün Müslüman toplumlar bu kavramları evrensel ve tarihsel anlamlarıyla kendi dillerinde kullanmaktadır.

2. Modern Batılı kavramlar: İdealizm, materyalizm, modernite, laiklik (sekülarizm), burjuva, faşizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasi, pragmatizm, feminizm vb.

Bu kavramlar, Batı düşünce ve sosyal tarihinin belli safhalarında ve belli şartlar altında ortaya çıkmış; sosyal bilimlerin literatürüne katılmış ve günlük dilde de kullanılır olmuştur. Bugün bu kavramlar İslam âlemi dâhil dünya ölçeğinde yaygınlık kazanmakla birlikte, İslam kültüründe bunlara tam karşılık gelebilecek kelimeler yoktur. Çünkü her kavram, içinde geliştiği dünya görüşünün, evrene, insana ve toplumsal olaylara dair bakışının ürünüdür.

Bu kavramlar ne İslam’ın asıl kaynaklarında vardır ne de İslam tarihinde yaşanmışlardır.

3. Dinler ve düşünce sistemleri arasında ortak kavramlar: İlâh, din, ibadet, rab, temizlik, savaş, hukuk, iktisat, adalet, özgürlük, eşitlik, zenginlik, fakirlik, sanat, edebiyat, hayat, ölüm, sevgi, barış, sözleşme, nikâh vb.

Bu kümedeki kavramların sayısı diğer iki kümedekinden çok daha fazladır. Bunlar insan soyunun ortak tutum ve davranışlarını ifade ederler. Kuşkusuz bunların tümü aynı biçimde kabul edilebilir değildir; sözgelimi bütün insanlık yoksulluğu sevmez ve herkes onurlu bir hayat yaşamak ister.

Ancak bir düşünce sisteminde horlanan yoksulluk, bazı mistik öğretilerde yüceltilmiş, insanın ruhsal soyluluğunu gerçekleştirmeye yardımcı bir yaşama biçimi kabul edilmiştir.

Demek oluyor ki her iki ayrı düşünce sisteminde “fakirlik” kavramı farklı bir anlam ve muhteva kazanmıştır. Buna örnek olarak “temizlik” kavramını ele alalım:

İslam dışı bütün düşüncelerde temizlikten, insan vücudunun ve çevresinin görünür, maddi kirlilikten, pisliklerden ve gereksiz artıklardan arındırılması anlaşılır. İslam da bunu kabul eder ama temizliğe bundan ayrı, daha deruni bir anlam ve muhteva da yükler. Bu bakımdan maddi kiri ve pisliği yok eden temizlenme eylemi, İslam ıstılahında “tathir/taharet” gibi derin ve kapsamlı kavramlarla ifade edilir.

Taharet ve tathir, maddi-bedensel temizlenmenin ötesinde bir eylemdir. Kişinin bedeni nesnel olarak tertemiz olabilir ama cinsel birleşmeden sonra “gusül abdesti” almamışsa İslam bu kişiyi temiz kabul etmez ve sözgelimi namaza, Kur’an okumaya ve mescide yaklaşmasına izin vermez.

“Kur’an’a ancak temizlenmiş (mutahhar) olanlar dokunabilir.” (Vâkıa, 56/79)

Buradaki tathir sözcüğünde fıkhî-ruhî bir boyut söz konusudur. Temizliğin daha deruni boyutu ise “tezkiye” kavramıyla ifade edilir. (İslam irfanında su ve temizliğin ne ifade ettiği konusunda bkz. Ivan Illich, H₂O, Yeni İnsan Yay., 2007.)

Bu kümedeki kavramlar insanlar, dinler ve düşünce öğretileri arasında ortaktır; bir anlamda “nötr” veya “itibari” özellikler taşırlar. Her din, her dünya görüşü, adeta teknik düzeyde nötr olan herhangi bir kavrama kendine göre değişik anlamlar ve muhtevalar yükler.

Anlamı ve muhtevası başkalarına göre farklı olan bir kavramın bir din veya düşünce tarafından kullanılması, o din veya düşünce açısından bir eksiklik sayılmaz. Bu kaçınılmazdır; çünkü insanoğlu hangi dili konuşursa konuşsun, maddi varlıklara, zihni, ruhî ve soyut olaylara ancak sınırlı sayıda isim, tarif ve işaret bulabilir.

Bir nesne veya olay hakkında farklı düşünen insanlar ayrı ayrı kelimeler kullanamazlar; ancak kendi tariflerini, özel anlamlarını o ortak kelimeye yükleyebilirler. Bu durum, her düşünce sisteminin yalnızca kendine ait özel kavramlarının gereksiz olduğu anlamına gelmez; aksine, bu özel kavramlar diğer kelimelere yeni ve farklı anlamlar kazandırır.

Bir kavram veya kelime bir ülkede belirli şartların sonucu doğup dünyanın başka ülkelerinde de yayılmışsa ve eğer bu kavram temelde sabit, değişmez ve her çağrışımında belirli bir dünya görüşünü, felsefeyi veya inancı taşımıyorsa, böyle bir kavramı kullanmanın sakıncası yoktur. Ancak bu, o kavrama onu kullanacak kişinin kendi dünya görüşüne ve değerlerine uygun bir anlam kazandırmasını zorunlu kılar.

Bu da iki koşulla mümkündür:

a) Kelimenin veya kavramın kendisi öyle bir müdahaleye elverişli olacak kadar nötr ve teknik düzeyde olmalıdır.

b) Kelime veya kavram, dışarıdan kendisine yeni bir anlam ve muhteva yüklendiğinde buna elverişli bir yapıda olmalı ve bu işlemi yapacak düşünceye en azından kısmen yakın bulunmalıdır.

Sözgelimi Japon düşüncesinden Zen-Budizmin “satori” kavramını alıp buna İslami bir anlam yüklemek imkânsızdır. Ama başka dillerde ortaya çıkıp yaygınlaşan kavramlara yeni bir İslami anlam kazandırmak mümkündür. “Medeniyet”, “teknik” ve daha birçok kavram bu türdendir.

Belki bu, kavrama tam ve özgün bir İslami anlam yükleme olmasa da, en azından genel İslami düşünce çerçevesinde onun gerçek değerini ve konumunu bulup çıkarmak bakımından gereklidir.

Bu her zaman “olumlu” anlam yükleme işlemi de olmayabilir; ama son tahlilde İslami olan anlamı ve tarifini ortaya çıkaracaktır.

Nitekim temelde İslami olan fakat olumsuz kabul edilen çok sayıda kavram vardır: Şirk, fısk, fitne, zulüm vb.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar