Kalplerin Fethi
Nasr Suresi’ndeyiz. Surenin adı, 1. ayetteki“nasr” (yardım/zafer) kelimesinden gelir. Tam sûre olarak Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu kabul edilir; Vedâ Haccı esnasında Mina’da indiği rivayet edilir.
Surenin meali şöyledir: “Rahmân Rahîm Allah adıyla. 1- Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği 2- Ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit, 3- Rabbine hamd ederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”
Tefsir âlimlerine göre, “Nasrullah (Allah’ın yardımı)”ndan maksat, Mekke putperestlerine ve bütün düşmanlarına karşı Allah’ın Hz. Peygamber’e (s.a.)yardım edip onu zafere kavuşturmasıdır; mecazen “dinin kemale ermesi, son şeklini alması” anlamında da yorumlanmıştır. “Fetih”ten maksat ise başta “fethu’l-futûh” (fetihlerin fethi) olan Mekke’nin fethi olmak üzere Resulullah’a (s.a.) nasip olan bütün fetihler ve “feth-i mübîn” (apaçık fetih) olan Hudeybiye antlaşmasıdır; burada belli bir savaştaki zafer değil, kesin bir zafer murat edilmiştir. Zemahşeri, “nasr” ve “fetih” kelimelerinin yan yana zikredildiği Saff 61/13. ayetten (“Allah’tan nasr ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele!”) hareketle, “nasr”ı Allah’ın yardımı ile düşmana üstün gelmek, “fetih”i ise beldeleri ele geçirmek olarak açıklar. Elmalılı, “fetih” kelimesinin buradaki anlamları ile ilgili yapılan yorumları tasnif edip açıkladıktan sonra, “fetih”den maksadın yalnız memleket fethi olmayıp, daha çok ‘kalplerin imana ve İslâm’a fethi/açılması’ demek olduğu kanaatine ulaşır. Nitekim Mekke’nin fethinden sonra insanlar akın akın İslâm’a koştular (Hak Dini Kur’ân Dili). Ayrıca “fetih”, mecaz olarak “Resulullah’a verilen ilimler, dünya nimetleri ve cennet” olarak da yorumlanmıştır.
Sûre Resulüllah’ınşahsında genelde müminlere hitap ederek, Allah kendilerine bir nimet ve yardım lütfettiğinde O’na hamd ve şükretmelerini emrediyor. Müminler Mekke devrinde fakir ve güçsüz idi; müşriklerin zulüm ve işkencelerine karşılık veremiyorlardı. İnsanlığı kurtuluşa çağıran Resulüllah (s.a.), çağrısına olumlu cevap alamadığı için üzülüyordu… Fakat Medine döneminde müminler güçlenerek kendilerine haksızlık eden inkârcılara karşı savaşacak duruma geldiler ve fetihler başladı. Bu durum Arapların İslâm’a girmesinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke’nin fethi ile birlikte Arap kabileleri savaşmaksızın akın akın İslâm’a girdiler. 2. ayet bunu ifade eder. 3. ayette ise daha önce müşrikler tarafından “sihirbaz, şair, kâhin, mecnûn” gibi iftiralarla nitelenerek her türlü hakarete uğrayan Resulüllah’a (s.a.), kendisini bu durumdan kurtaran Allah’a hamd ve şükretmesi emredilmektedir. Mekke’den hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiğinde yanında sadece Hz. Ebû Bekir (r.a.) vardı; şimdi ise binlerce ashabı ile birlikte Mekke’yi fethetmiş, bu arada tarihin en büyük ve en yapıcı inkılâbını gerçekleştirmişti. İşte bu sebeple müminlerden yüce Allah’a hamd etmeleri, kendilerine nasip edilen zafer ve fetih nimetlerinin şükrünü yerine getirmeleri istenmektedir (Kur’ân Yolu).
Peygamberimizin (s.a.), ismet sıfatının gereği olarak günahtan korunduğu bilinmektedir. Buna rağmen ona Allah’tan af dilemesi emredildiğine göre bunun manası ya ümmeti için, onların adına af dilemesi veya -günahtan uzak dursa bile- Allah’tan af dilemek kullukta kemalin gereği olduğu için, “Allah’ın lütuf ve inayetine her zaman muhtaç olduğunu dile getirmesi, her şeye rağmen ibadetlerini mükemmel görmeyip bu sebeple O’ndan af dilemesi”dir. Bu sûre indikten sonra Efendimizin (s.a.) her kıldığı namazda, “Sübhâneke Rabbenâ ve bi-hamdike; Allahümme’ğfirlî (Ey Rabbimiz! Seni hamdinle tesbih ederim. Allah’ım beni bağışla).” dediği, rükûunda ve secdelerinde bunu çok söyler olduğu(Buhari, Tefsir-u Sure 110/1, 2; Müslim, Salat 218-220); ayrıca “Allahım! Sana hamd eder ve seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü sen tövbeleri kabul edensin!” anlamındaki duayı sık sık tekrarladığı rivayet edilir (İbn Kesir).
Sahabeden bazıları bu âyetlerden Hz. Peygamber’in (s.a.) görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır (bk. Buhârî, Tefsîr 110). Bundan dolayı sûreye “vedalaşma” anlamında “Tevdî” ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber’in (s.a.) ancak seksen gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir.