1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ocaktan

  3. İran-İsrail savaşı çözümü bir başka bahara erteler mi?
Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

İran-İsrail savaşı çözümü bir başka bahara erteler mi?

A+A-

İster bir öngörü diyelim, isterse doğru yerde durduğunu söyleyelim, MHP lideri Devlet Bahçeli sürecin ilk gününden bu yana ısrarla çözüm konusunda acele edilmesi gerektiğini söylüyor.

Şimdi geldiğimiz noktadan bakınca daha iyi anlıyoruz ki; Türkiye’nin son 50 yılında arkasında kan ve gözyaşı bırakan terör gibi netameli bir meselenin çözümünde acele etmek gerekiyormuş. Zira çözüm zamana yayılınca, yolun bir yerinde her zaman ‘taş düşebilir’ ya da işe şeytan karışabilir.

Nitekim İran-İsrail savaşı ile birlikte sanki süreç akamete uğrayabilirmiş gibi bir atmosfer oluşmaya başladı. Bu konuda somut bir işaret yok elbette ama havada bir belirsizlik rüzgarının estiği de muhakkak.

Maalesef iktidar süreci yasal ve kurumsal bir çerçeveye oturtma konusunu ağırdan aldığı için çözümü farklı etkilere acık hale getirmiş bulunuyor. Biliyoruz ki ‘çözüm’ gibi bütün ülkeyi ilgilendiren bir mesele ancak geniş bir toplumsal mutabakatla başarıya ulaşabilir.

Ve sürecin tabiatı gereği başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere Meclis’teki bütün siyasi partilerin, farklı sivil toplum oluşumlarının bu mutabakat içinde yer alması hayati bir önem taşımaktadır. Zaten Bahçeli de Meclis’te kurulacak çözüm komisyonunun bütün partileri kapsayan bir çerçevede değerlendirilmesini talep etmişti. Bu konuda da Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un gayretlerine rağmen henüz somut bir adım atılabilmiş değil.

İşin tuhaf olanı iktidar, muhalefeti sürece dahil etmek yerine CHP’yi sıkıştırmayı hatta kayyım atamayı amaçlayan bir siyaset mühendisliğine meyletmeyi bile göze alabilecek bir politikada ısrar ediyor olmasıdır. Daha işin başında muhalefeti saf dışı bırakacak böyle bir yaklaşım, hem ‘iç cepheyi güçlendirme’ tezini derinden yaralayacak hem de süreç için elzem olan toplumsal desteğin zayıflamasına yol açacaktır.

Çözüm süreci dediğimiz olgu, kendi doğal dinamikleri gereği her zaman kırılgan dengeler üzerinde yürümek zorunda. Bu konuda benzer süreçleri yaşayan ülkelerdeki örnekler de göstermektedir ki, terörün bitirilmesi ancak geniş toplumsal mutabakatlarla mümkün olabilmiştir.

Eğer terörsüz Türkiye hedefinin bir yol kazasına uğramadan gerçekleşmesi isteniyorsa, öncelikle halen aktif durumda olan bölgesel dinamikler ve özellikle de İran-İsrail savaşı ekseninde yer alan aktörlerin varlığı mutlaka hesaba katılmalıdır. Sadece dış dinamikleri doğru okumak da yetmez. Aynı zamanda ‘iç cephe’yi de güçlendirmek gerekiyor. Çünkü ülke olarak bizim ‘çözüm’ gibi en hayati meseleleri bile siyasete tahvil etme hastalığımız var. Bu yüzden de büyük umutlarla başladığımız her memleket meselesini son düzlükte kaybediyoruz ve her seferinde sıfırdan başlamak durumunda kalıyoruz.

Geçmişte başarısızlıkla sonuçlanan iki çözüm denemesinin ardından bugün daha geniş bir mutabakat potansiyeli taşıyan yeni süreç birtakım siyasi hesaplara feda edilmemelidir. Ve kesinlikle kutuplaşmaya açılan bütün kapılar kapatılmalıdır.

Ama ne yazık ki, sürecin böylesine kırılgan ve hassas dengeler üzerinde yürütülmesi gibi bir zaruret ortadayken, iktidar erkinin zihin dünyasında, iç cephede gedikler açacak, kutuplaşmayı daha da derinleştirecek bir yaklaşım var. Ki bu, olsa olsa bir akıl tutulmasının ürünü olabilir ancak.

Kuşkusuz ‘iç cephe’yi tahkim etmek şart ama mesele sadece bununla da bitmiyor. Zira sürecin esas kritik noktası örgütün silah bırakması... PKK’nın silah bırakması, demokratik siyasetin önünün açılması açısından tarihi bir dönüm noktası olacak elbette. Ama unutmamak gerekiyor ki; bölgedeki savaş ateşi örgütün aklını her an karıştırabilecek bir potansiyele de sahip.

Zira İran-İsrail savaşı bağlamında oluşan aktörler, özellikle İsrail odaklı yeni ‘vekalet’ arayışına girebilirler ve bu durum süreci sabote etmeye elverişli bir iklim oluşturabilir.

Adnan Boynukara’nın Perspektifonline’deki yazısında dikkat çektiği şu unsurlar son derece önemli: “Örgütün kimi unsurlarının, var olan uluslararası konjonktürden yararlanma amacıyla kurmaya çalıştıkları yeni işbirliği arayışlarıdır. Özellikle İsrail’in bölgedeki revizyonizmi ve işlediği suçlar, örgütün iştahını artırıyor. Bu ise örgütü tarihsel bir hata yapmaya yönlendirir ve bölge halkları arasında derin düşmanlıklara yol açar. Ortaya çıkabilecek bu tür bir işbirliğinin doğal sonucu ise karar vericilerin süreci yeniden değerlendirme olasılığıdır. Bu durumun ne anlama geleceğini hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla temel mesele ‘Çözüm mü yoksa yeni proxy arayışı mı?’ sorusunun cevabı.”

Kısacası, eğer iktidar ‘Terörsüz Türkiye’ konusunda samimi ise öncelikle iç cepheyi yaralayan muhalefete yönelik siyasi operasyon hevesinden vazgeçmeli ve PKK’nın aklını çelebilecek dış aktörlere fırsat vermeden, süreçle ilgili adımlarını hızlandırmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar