1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Hicret Etmeyen Müslümanlar İle Gazzelilerin Mukayesesi
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Hicret Etmeyen Müslümanlar İle Gazzelilerin Mukayesesi

A+A-

En geniş manada “müstaz’af” kelimesinin anlamlarından biri gerçekte güçsüz değilken kişinin veya bir topluluğun ya telkin veya baskı altında güçten düşmesi, güçsüzleştirilmesi veya kendini güçsüz algılamasıdır. Bu şekli psikolojik/  ruhsal çöküntüyü ifade eder. Nisa suresinin 75. Ayeti, sahiden de güçsüz ve zayıf insanlara işaret etmektedir. Çaresiz, savunmasız bu topluluk, durumunu Allah’a havale ederek bir kurtarıcı beklemekte, yeryüzünde gücü yetenlerden yardım talep etmektedir. Aynı surenin 97-99. Ayetleri ise “gerçekten müstaz’af olmayanların hicretleri”nden, “hicret etme vecibeleri”nden bahsetmektedir:

97. Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: “Nerede idiniz?” onlar: “Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik.” derler. (Melekler de???? “Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?” derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o? 98. Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan müstaz’aflar olup hiçbir çareye güç yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) bulamayanlar başka.  99. Umulur ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.” (4/Nisa, 97-99.)

İslam’ın ilk dönemlerinde bazı insanlar İslamiyet’i kabul ettikleri halde Müslümanlığı kabul etmeyen kabilelerde yaşıyorlardı. Buhari’de yer alan kayda göre bunlar hem müşriklerin sayısını arttırıyor, hem savaşta –özellikle Bedir’de- Müslümanların attığı oklarına maruz kalıyorlardı. (Buhari, Tefsir, 4/19; Fiten, 12.) Öncelikle ayet onların durumuna işaret etmekte, bu tür insanların “kendi nefislerine zulmettiklerini, kendilerine haksızlık ettiklerini” belirtmektedir.

İslami hayat sosyal boyutludur. Cemaat hayatını gerektirir. İnsanlar sadece evlerinin dört duvarı arasında dini hayat yaşayamazlar, sosyal bir çevreye ihtiyaç hissederler. Bu da kişilerin kendileri gibi Müslümanların olduğu bir toplum hayatını gerektirir. Bu, çok zorsa, o zaman hiç değilse dinlerini baskı ve engelle karşılaşmadan yaşayabilecekleri özgür bir ortamı aramaları lazım.

Ayet, birinci derecede güç yetirebilecek durumda olanların kendileri gibi Müslümanlarla bir sosyal çevre kurmalarını, ikinci derecede eğer bu mümkün değilse dinlerini özgürce yaşayabilecekleri ve tebliğlerini serbestçe yapabilecekleri bir yer ve ortam arayıp bulmalarını emretmektedir. Allah’ın arzı geniştir, bir yerde imkânsız veya çok zor olan şey, başka bir yerde mümkün olabilir. Düzenip bozulur diye yerinde kalanlar, hicret etmeleri durumunda belki çok daha iyi imkanlara sahip olabilirler.

Şu halde gücü yettiği halde buna yeltenmeyenler sorumludur, bundan dolayı sorguya çekilecektir. Hiç kimse güç yoksunluğu arkasına saklanıp sorumluluktan kurtulamaz. İnkârın ve günahın kurumsallaştığı yerde yaşamaya razı olmanın bazı riskleri var. İlki mesela insan çoluk çocuğunu İslami terbiye üzere yetiştiremez, diğeri kendi dini hayatını baskıdan dolayı özgürce yaşayamaz, hatta zaman içinde farkında olmaksızın inkâr ve münkeri kanıksar, tabii hayatın olağan akışı olarak kabul etmeye başlar. Bu yüzden gücü yettiği halde zayıflığını öne sürüp İslami hükümlerin uygulandığı Medine’ye hicret etmeyenler uyarılıp korkutulmuştur. Mekke’de kalanlar vahyin nimet ve bereketinden yararlanamıyorlardı.

İnsanlar, tutum ve davranışları konusunda başkalarını ikna edecek olsalar bile, öne sürdükleri gerekçeler samimi değilse, ölüm anında veya azabı görecekleri zaman geldiğinde meleklerin çetin sorgusuyla karşı karşıya kalacaklardır: “Ne işte idiniz?” sorusu bir azardır. Bu soruyla ikiyüzlülük, samimiyetsizlik açığa çıkmış olur. Yani siz, rahatınız bozulur diye veya vatanınızdan ayrılmayı göze almadığınız için inancınızı özgürce yaşayabileceğiniz yere hicret etmediniz. Bu sizin sahiden güçsüz olduğunuzdan değil, kendinizi ve başkalarını kandırma isteğinizden, konfourunuzdan fedakarlık yapmamanızdan kaynaklanıyordu. Belki yurdunuzda rahattınız ama Allah’ın arzı geniştir, yeryüzünde inancınızı özgürce yaşayabileceğiniz başka yurtlar da bulabilirdiniz ama siz diğer Müslümanlar gibi rahatınızı bozmak istemediniz.

Hicret öylesine amir bir hükümdür ki, yerine getirmemek cehennem azabına sebebiyet verir. Bunun anlaşılır sebepleri vardır. İlk dönemlerde Mekke’den Medine’ye hicret etmek, Hz. Peygamber’i ve ilk cemaati hem fiziki hem demografik yönden desteklemek anlamına geliyordu. Dahası hicret edenler, özgür bir ortamda dinlerini rahatça yaşayabiliyor, tebliğlerini serbestçe yapabiliyorlardı. İnkârın ve isyanın hüküm sürdüğü bir sosyal çevrede yaşamaya devam etmenin uzun vadede bazı sakıncaları var. Mesela zaman içinde kişiler mü’min olsalar bile, bazı günah ve isyanları kanıksayabilirler, sıradan, olağanmış gibi algılayabilirler. Maddi, sosyal ve manevi çabalarıyla isyanın ve inkârın kurumsallaştığı sosyal ve politik bir çevreyi takviye ederler. En önemlisi böyle bir sosyal çevrede dini hayat bireyselleşir, cemaat hayatı zayıflar, böylelikle din toplumsal ve kamusal boyutlardan uzaklaşmış olur.

Tabii ki sahiden içinde yaşadığı sosyal çevreyi terketmeye güç yetiremeyenler elbette bundan istisnadır. Yaşlı erkekler, kadınlar, çocuklar, hastalar, engelliler vs. Bunlar “çıkış yolu veya çare (hile) bulamazlar, yani hem ne yapacaklarını bilemiyorlar, hem bilseler de yapmaya güçleri ve imkânları yetmiyor. İbn-i Abbas, kendini ve annesini kastederek, “Biz tam da öyleydik” demiştir. Kendisi küçüktü, annesi Haris kızı Ümmü’l-fadl hayli yaşlıydı. Böyleleri zaten güçlerinin yetmediği şeylerden sorumlu tutulmazlar (2/Bakara, 286). Denir ki, bu ayet kendisine ulaştığında Cündeb bin Damre, çocuklarından kendisini sedyeye koyup Medine’ye götürmelerini istedi, çocukları öyle yaptılar, ancak ağır hasta idi, bünyesi dayanamadı, yolda vefat etti.

Şimdi bu anlattıklarımızda yer alan, başka deyişle ayetlerin inişine sebep teşkil eden şahıslara ve olaylara bakıp, Gazzelilerin içinde bulunduğu duruma bakalım. Aynı şey mi?

Elbette iki olay ve olgu arasında herhangi bir benzerlik yok. Kur’an’da neden hicret etmediler diye sorgulananlar, küfür ve zulüm yönetimi altında yaşamayı benimsemiş, bir tür içselleştirmiş kimselerdir. Buhari’nin aktardıklarına bakılırsa, ilk dönemde İslamiyet’i bir din olarak kabul ettikleri halde, müşrikler arasında yaşamayı tercih etmişlerdi. Müşrikerle bir arada yaşamanın hem genel olarak Müslümanların hem kendilerinin aleyhinde bir maliyeti vardı. İlkin müşriklerin sayısını arttırıyorlardı, bu yetmiyormuş gibi  zorunlu olarak müslümanlara karşı yapılan savaşlarda müşriklerin safında safında yer alıyorlardı ki, içlerinden bazıları Bedir savaşında müslümanların oklarına hedef oluyorlardı.

Gazze’de durum tamamen farklı. Bu farkı maddeler halinde sıralayalım:

1. Gazzeliler yurtlarını kaybetmekle karşı karşıya bulunuyorlar, hicret etseler dahi bir daha yurtlarına dönme imkanları olmayacak. İsrail, açıkça Gazze’nin tamamını ilhak etmek istediğini açıklamakta ve adım adım hedefine doğru ilerlemektedir. İlk Müslümanlar, yurtlarına dönmek üzere Medine’ye hicret etmişlerdi, nitekim 10 sene sonra muzaffer fatihler olarak Mekke’ye döndüler. Yetmiş senedir, yurtları dışında mülteci durumunda yaşayan yaklaşık yedi milyon Filistinli ülkelerine dönemiyorlar

2. Gazzeliler sadece tehcir etmeye zorlanmıyorlar, vahşi bir soykırıma tâbi tutuluyorlar; çocukları, kadınları, yaşlıları açlığa, susuzluğa mahkum ediliyor, aç ve susuz bırakılarak ölüme terkediliyorlar. Gazzeliler gerçek manada Nisa, 75 ve 98. Ayetlerde anlatılan müstaz’aflardır, içlerinde yaşadıkları acılardan İslam dünyasının tamamı sorumludur. 97. Ayette belirtilen “cehennemde yanacak” olanlar Gazzeliler değil, onların imdadına koşmayanlardır.

3. Medine’ye hicret etmeyen müslümanları, Hz. Peygamber (s.a.) ve küçük cemaatinin onları kurtarabilecek güçleri yoktu, kendileri korumasız kaldıkları için hicret etmek zorunda kalmışlardı. Müslüman dünya korkaklığı, bencilliği, milli çıkar hesapları, konoforu bir kenara bırakacak olsa Gazzelileri kurtarabilirler. Bırakın Gazzelileri kurtarmak, Suriye üzerinden onlara silah, lojistik destek, maddi ve başka yardımların gönderildiği kanalları kesip iki milyon 300 bin müstaz’afı İsrail canavırının önüne attılar.

İmkanları olmadığı halde müşriklerle birlikte yaşamayı seçen ve bundan dolayı cehennem azabıyla uyarılan ilk müslümanlardan bir grup ile Gazzeliler aynı sosyo politik ve maddi durumda değildirler; hicret etmeyenler için başka yerlere gidebilecekleri “geniş Allah’ın arzı” vardı, Gazzeliler için arz/yeryüzü daralmış, küçücük bir toprak parçasına sıkışmışlardır.

4. Dahası, Suriye mültecilerinde görüp yaşadığımız gibi, hicrete zorlanacakları yerlerde aşağılanacak, itilecek, dışlanacak, yabancı düşmanı ırkçılar tarafından hayatları zindana dönecektir. Zaten söz konusu olan “iradi hicret” değil, zor ve baskı altında bırakıldıkları “tehcir”dir.

Lafzi/literal, düz selefi okumayla, Gazzelilerin hicret etmeleri gerektiğini Kur’an’dan deliller getirerek savunanlar, bilerek veya bilmeyerek önce siyonist İsrail’in hedeflerine, sonra kendi yöneticilerinin korkaklığına, bencilliklerine, konfor tutkularına, sorumsuzluklarına hizmet etmektedirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar