
Bir Ülkenin En Değerli Varlığı Vatandaşıdır – Türkiye Neden Kendi İnsan Kaynağını Değerlendiremiyor?
Hiçbir ülke, insanından daha büyük değildir. Ne ordusu, ne gökdelenleri ne geniş yolları ve köprüleri, ne de milyarder sayıları kritik önemdedir. Bir ülkeyi geleceğe taşıyan asıl güç, yetişmiş ve özgür ("aklı, irfanı ve vicdanı hür") yurttaşlarıdır.
“Petrol bitebilir, toprak verimsizleşebilir, altın tükenebilir.
Ama bir ülkenin en güçlü ve yenilenebilir kaynağı, kendi insanıdır.” Dünyada akıl ve yetenek eşitsiz dağılmamıştır ama eşitsiz kullanılır, eşitsiz gelişir. Bu da verili bir toplumun ve o toplumun yönetiminin insana nasıl baktığıyla ilgili bir şeydir. Değer verilen insan değer üretir. Ne yazık ki bu hakikat, dünyadaki tüm toplumlar için geçerli olduğu halde, her ülke bu potansiyeli kullanmakta aynı başarıyı gösteremiyor.
Bir ülkenin değeri, yurttaşlarının ortalama niteliğiyle; üretim kapasitesiyle, düşünme ve yaratma yeteneğiyle, huzur ve mutluluk düzeyiyle ölçülür. Bu niteliği inşa eden şey yalnızca bireylerin iradesi değil; onları şekillendiren, destekleyen veya körelten toplumsal sistemdir; o sistemin nasıl şekillendiği ve yönetildiğidir.
Vatandaş Değeri Nedir ve Neden Stratejiktir?
Modern dünyada güç, artık yalnızca askerî ya da ekonomik kapasiteyle değil, insan niteliğiyle ölçülmektedir. “Ortalama vatandaş” bir ülkenin hem taşıyıcısıdır hem de kolektif iradesi ve enerjisiyle (sinerjisiyle) yön belirleyicisidir. Yani yurttaşların
eğitim kalitesi,
bilgi üretme ve uygulama (bilgiyi kullanma) kapasitesi,
Sorumluluk ve etik bilinci,
üretim ve tüketim kalıpları/alışkanlıkları,
demokratik katılım (yaşamını ilgilendiren olaylara ve kararlara katılım) düzeyi, bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin göstergeleridir.
Birçok ülkede insana yapılan yatırım düşüktür. Bizim ülkemizin de bu konuda büyük açığı vardır. Oysa, ülkelerin geri dönüşü en verimli yatırımı, insan sermayesine yaptığı yatırımdır. Bu konudaki ihmal, yani kısa vadeli beklentiler ve küçük çaplı çıkarlar, toplumların potansiyelini ve uzun vadeli gelişmesini güdükleştirmekle sonuçlanır..
Neden Kimi (Özellikle Otoriter) Ülkelerde Ortalama Vatandaş Değer Kazanamıyor?
1. Eğitim Sistemi Araştırmacı, Bilgi Üreten ve Sorgulayan Değil, İtaat Üreten Bir Düzen
Bu tür ülkelerde eğitim sisteminin amacı büyük ölçüde birey inşa etmek değil, sisteme sadakat geliştirmek işlevi görüyor. Düşünmeyi değil, ezberlemeyi teşvik ediyor. Soru sormayı değil, kurallara uymayı öğretiyor. Sonuç olarak
eleştirel düşünce kapasitesi düşük, belirli bir ideolojik eğilime bağlı,
bilgi üretme yerine sınav geçmeye ve diploma almaya odaklı,
sosyal ve kültürel farklılıklara kapalı hatta tepkili kuşaklar yetişiyor.
Kimlik, kişiliğin önüne geçiyor.
Bu eğitim sistemi, bireyi yalnızca “iş gücü” ya da yığının bir parçası olarak görüyor ama onu “vatandaş” yapamıyor.
2. Adalet ve Hukuk Erozyonu: Eşitliğin Yerini Ayrıcalık Aldı
Bir toplumda bireyin değeri, yasalar önünde eşit olduğu ölçüde artar. Kimi ülkelerde ise adalet, bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş; güçlüyü koruyan, zayıfı eleyen bir yapıya dönüşmüştür.
Bu da bireylerde “kendini geliştirse bile hakkını alamayacağı” inancına sürüklüyor. Çalışma ve fedakârlık yapma (adanma) motivasyonu düşürüyor. Yurttaşların devlete ve bütünlüğünü yitirmiş millete aidiyeti zayıflıyor. Cemaat yapılarına sığınmak seçeneği öne çıkıyor.
Kolektif dayanışma ve güven kaybı kişilerin ya kendi ya yakın çevrelerinin çıkarından ötesini düşünmemelerine yol açıyor. Bu da ciddi bir ahlâk zafiyeti yaratıyor.
3. Yoksulluk ve Geleceksizlik: Üretim Yerine Tüketim Odaklı Yaşam
Gençlerin büyük çoğunluğu düşük ücretli işlere mecbur kalıyor; hayal kurmak yerine günü kurtarmaya odaklanıyor. Üretmek yerine tüketmekle var olmaya çalışılan bir düzende, bireyin değeri markalarla, telefon modelleriyle, araba kredileriyle ölçülmeye başlanıyor. Beceri, gösterişe; üretim, tüketime; bilgi, ezbere yenik düşüyor.
Bu eğilimler, insanın iç dünyasını boşaltıyor; yalnızlaşmasına, yabancılaşmasına ve ülkesine karşı küskünleşmesine neden oluyor.
4. Liyakat Yerine Sadakat: Bireysel Değerin Kurumsal Karşılığının Olmaması
Kamuda, üniversitelerde, medyada ve hatta sivil toplumda liyakat değil sadakat esas olmuşsa, vatandaşın değeri onun iktidar veya güç sahiplerince “kullanım değerine” indirgenir. Partizanlık, cemaatçilik, akrabalık veya ideolojik mensubiyet, bireyin niteliklerinin önüne geçer.
Yurttaş, “ne yapabildiğiyle” değil, “kime yakın olduğu”yla değerlendirilince, emek değersizleşir. Bu da toplumun nitelikli bireylerini ya sistemden dışlar ya da değerinin bilineceği yurtdışına kaçırır.
5. Özgürlük Alanlarının Daralması: Otoriterliğin Düşünceyi ve Üretkenliği Değil Biatı Ödüllendiren Zehirli Havası
İfade özgürlüğü, sanat özgürlüğü, üniversite (bilim) özgürlüğü, benzerleriyle bir araya gelip örgütlenme özgürlüğü olmadan, insanın ‘ışığı kararır’, suskunlaşır, içine kapanır. Yaratıcılık, farklılık, yenilik, çok-seslilik, eleştiri özgürlüğü ve yenilik, otoriter kültürlerde cezalandırılır.
Oysa benzer düşünen ve davranan değil, bilgi arayan ve üreten, sorgulayan birey değerlidir. Bu değer tanınmadığında toplumun ortalama kapasitesi düşer.
Vatandaşın Değeri Bir Demokrasi Testidir
Yurttaşlık değeri, yalnızca bireysel gelişimle değil, kamu alanındaki etkisi ile ölçülür. Bir ülkede vatandaşlar;
kendilerini yönetime ortak hissedebiliyorlarsa,
yetkililerden/yöneticilerden hesap sorabiliyorlar; belirli aralıklarla onları değiştirebiliyorlarsa,
kişisel ve ortak hayatlarını ilgilendiren konularda söz ve irade sahibiyseler, değerli, önemsenen ve onurlu hissederler.
Önemsenme, demokratik rejimin ruhudur. Demokrasi yalnızca bir seçim rejimi olarak kaldıkça, yurttaşın değeri de kağıt üstünde kalır.
Türkiye Ne Yapmalı? Gelişme Neden İnsanla Başlar?
Türkiye, dünyanın en stratejik coğrafyalarından birine, büyük bir genç nüfusa, zengin bir tarihsel arka-plana ve kültürel çeşitliliğe sahiptir. Ancak bu potansiyel, nitelikli insana dönüşmediği sürece coğrafi konum, tarih ve sayılar, bir avantaja değil, kırılganlığa dönüşmektedir.
Türkiye’nin “ortalama bir toplum olma” tuzağından çıkışı için şunlar gereklidir:
Özgür, bilimsel ve laik bir eğitim sistemi;
Hukukun üstünlüğünü sağlayacak yapısal yargı reformları. Bu reformlar kuvvetler ayrılığını sağlamalı ve bir daha kaybolmamasını güvence altına almalıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımından sonra Alman Şansölyesi Konrad Adaneaur’ın sözleri hep hatırlanacaktır.
Liyakat temelli kamu yönetimi
Başta teknoloji üretimi, yüksek verimliliği önemseyen bir ekonomik sistem
Yaratıcılığı ve özgün düşünceyi ödüllendiren kültürel iklim
Toplumun tüm kesimlerini kapsayan sosyal adalet politikalarının devreye girmesi…
Bu sayede birey, yalnızca “yaşayan” değil, “katılan”, “üreten”, “etki eden” bir yurttaşa dönüşebilir.
Büyüklük, İnsana Yatırım Yapmakla Başlar
Hiçbir ülke, insanından daha büyük değildir.
Ne ordusu, ne gökdelenleri ne geniş yolları ve köprüleri, ne de milyarder sayıları kritik önemdedir. Bir ülkeyi geleceğe taşıyan asıl güç, yetişmiş ve özgür (“aklı, irfanı ve vicdanı hür”) yurttaşlarıdır.
Özetle: Türkiye, insanına yatırım yapmadan kalkınamaz. Sistemin değil, insanın merkezde olduğu bir düzen kurulmadıkça; büyüme, bir yanılsama; kalkınma, bir yalandan ibaret kalacaktır.
Bu durum sadece bizim için geçerli değil, yurttaşına yeterince değer vermeyen hiçbir ülke, dünyada yeterince saygın ve etkili olamaz.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.