Bir nevi ‘tek mezhep’
Kur’an-ı Kerim’i anlamamız gerekiyor mu?
Eğer Müslüman isek gerekiyor.
Çünkü biz Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’in Allah tarafından Peygamberimize vahyedildiğine inanıyoruz.
Öyleyse anlamaya en çok ihtimam göstermemiz gereken şey Kur’an-ı Kerim’dir.
Anlayabilir miyiz Kur’an’ı?
Anlamamız için vahyedildi. Anlayabiliriz.
Ne kadar anlayabiliriz?
Aklımızın erdiği kadar.
Daha fazla anlamak istersek ne yapmalıyız?
Bizden daha akıllı ve daha bilgili insanlardan yardım istemeliyiz.
Kur’an-ı Kerim’i yanlış anlayabilir miyiz?
Evet, yanlış anlayabiliriz.
Yanlış anlayınca ne yapmamız lazım?
Yanlış anlayınca bir şey yapmamız gerekmiyor. Ama yanlış anladığımızı anlayınca yanlışı doğrusuyla değiştirmemiz gerekiyor.
Bizden daha akıllı ve bilgili insanlar da Kur’an-ı Kerimi yanlış anlarsalar ne olacak?
Hiçbir şey. Onlar da doğrusunu öğrendiklerinde yanlışlarını terk edecekler.
Kur’an-ı Kerim’i doğru anlayan ve yanlış anlayan çok sayıda akıllı ve bilgili insan olabilir mi?
Olabilir.
Onları nasıl ayırt edeceğiz.
Kardeşim, insanız, Allahu Teala bizi yeryüzüne göndermiş. Gönderirken akıl vermiş, fikir vermiş.
Sen de biraz aklını fikrini kullanacaksın, hangisinin doğru olduğunu bulmaya çalışacaksın.
Kolaymış?
Evet kolay. Ama biz, bu kolayı zorlaştırmanın birçok yollarını bulabiliriz.
Bu soru cevap faslı hoşuma gitti ama sonuna kadar böyle gidemeyiz, ayaklarımızın yere basması lazım.
Biliyorsunuz, dün Karar’ın manşetiydi, Meclis’te Din İşleri Yüksek Kurulu’na Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ya da diğer kamu kurumlarının, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya re’sen inceleme veya incelettirme yetkisi veren bir kanun değişikliği yapıldı.
Ne olacak Din İşleri Yüksek Kurulu inceleyince?
Kurul tarafından sakıncalı olduğu tespit edilen Kur’an-ı Kerim meallerinin başkanlığın yetkili yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilecek.
Böyle kanuni düzenlemeler örfi idare zamanlarını akla getirmiyor mu?
Tam da 12 Eylül anayasasından kurtulmanın TBMM’ye ‘birinci vazife’ olarak tevdi edildiği bir mevsimde.
Benim aklım taa Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçısı’na gitti. (Fazla uzağa gittiğinin farkındayım ama gitti.)
Halit Refiğ’in yönettiği diziyi 12 Eylül yaktırmıştı.
Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışıyorum.
Ayetler hakkında düşünüyorum.
Kendimi kısıtlamalı mıyım?
Ya da bir başkası beni kısıtlamalı mı?
Aklım şöyle eriyor:
Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışan bir kimse olabildiği kadar özgür olmalı.
Kendi kapasitesini sonuna kadar kullanarak birtakım sonuçlara varabilmeli.
Bu sonuçların bazısı doğru, isabetli, bazısı isabetsiz olabilir.
Yanlış düşünmek de bir insan hakkıdır. Yakışır insana.
Yanılmak da.
Bunu kanunla yasaklayınca, belli bir din yorumuna, belli bir Kur’an anlayışına sahip çıkarken diğer yorumları baskı altına almış olmaz mısın?
Din İşleri Yüksek Kurulu, bir abimizin ya da bir büyüğümüzün talebi üzerine bir Kur’an-ı Kerim mealini inceleyecek, büyüğümüz incelettirdiğine göre sakıncası vardır diyecek, yasaklayacak, toplattıracak, imha ettirecek.
Tamam, Mutezile’nin Halife Me’mun devrindeki ‘Mihne’si kadar şiddetli değil ama düşünceyi, ifade özgürlüğünü, ilim özgürlüğünü kısıtlayan bir düzenleme.
Büyüğümüz karışmasa Din İşleri Yüksek Kurulu objektif davranır belki. Ama ya büyüğümüz karışmak isterse?
Şöyle mi istiyoruz?
‘Rabia’mızı genişletelim.
Tek vatan, tek bayrak, tek devlet, tek millet sloganımıza ‘tek mezhep’i de ekleyelim.