1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. Avrupa ordusunda Türkiye’ye yer var mı?
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Avrupa ordusunda Türkiye’ye yer var mı?

A+A-

Avrupa yapımı Eurofighter savaş uçaklarının Türkiye’ye satışına proje ortağı Alman hükümetinin yeşil ışık yakması geçen haftanın olumlu haberlerinden biriydi. Bu haber dolayısıyla AB ile ilişkilerde yeniden beyaz bir sayfa açılması imkanı ve ihtimali konuşulmaya başlandı. Çünkü bilhassa Almanlar “Avrupa NATO’su” çerçevesinde Türkiye’nin de savunma ortağı olarak düşünülmesini istiyor. Bunu da açıkça ifade ettiler.

Bu sayede moralimiz biraz yerine geldi. Ne de olsa daha önceki haftalarda gerçekleştirilen New York ve Washington temaslarında ABD’den istediğimizi alamadık.

250 adet yolcu uçağı aldık, doğalgaz anlaşması yaptık ama F-35 programına dönüş veya F-16 satışı gibi konularda bir ilerleme olmadığı ve olmayacağı anlaşıldı. CAATSA yaptırımları kalkmadı, Halkbank konusunda ilerleme olmadı.

Dahası, yerli ve milli savaş uçağımız Kaan’ın motorunu da alamadığımız ortaya çıktı. Cumhurbaşkanımızı ve ordumuzu bol bol övdüler ama Rusya ile ticari ilişkileri kesmek gibi gerçekleştirilmesi imkansız bir şart ileri sürdüler bizim taleplerimiz karşılığında.

 

 

 

“Size meşruiyet veriyoruz, daha ne istiyorsunuz” demeye getirdiler.

Bunun üzerine yüzümüzü yeniden Avrupa’ya çevirmemizin beklenmesi normal. Brüksel perspektifi söz konusuyken MHP lideri Bahçeli'nin önerdiği “Türkiye-Rusya-Çin ittifakı” konuşulacak değil. Türklerin kızıl elması bin senedir Avrupa. Ancak uçak ve asker alışverişi arayışına dayanıyor gibi görünen temasların daha ileri boyutlara ulaşmasını beklemek gerçekçi olmaz. Türkiye’nin mevcut siyasi yapısı AB ile iş birliğinin derinleştirilmesine müsait değil.

Peki, “Avrupa NATO’su” ne kadar gerçekçi bir proje? En başından beri daima gündemde olsa da realize edilmesi yolunda bir türlü adım atılamayan bir proje bu. Ne var ki ABD’nin müttefik olmaktan çıkıp hasım haline gelebildiğinin iyice görüldüğü bu süreçte artık daha fazla kenarda tutulamayacak bir opsiyon.

Buna karşılık, Avrupa ile Amerika aynı sistemin birer dişlisi diyerek ne ekonomide ne de savunma alanında ayrışma ve çatışma olmasını mümkün görmeyenler var. Eski ve yeni kıtalar arasındaki gerilimi ciddiye almayanların bu yaklaşımı gerçeklerden bir hayli kopuk.

Aslına bakarsanız Almanya ve Fransa başta olmak üzere “birleşik bir Avrupa” fikrine gönül veren ülkeler için ABD’nin eski kıta üzerindeki hegemonyasını azaltma arzusu AB projesinin en temel motivasyon kaynağıydı.

Her ne kadar ABD o dönemde başka sebepler yüzünden Avrupa’nın birleşmesi girişimini desteklemiş olsa da Avrupalıların “Birlik”ten beklentileri arasında Atlantik ötesindeki gücün bu yakadan elini çekmesini sağlamak da vardı. De Gaulle bu yüzden İngiltere’nin üyelik başvurusunu iki kere veto etti. “İngiltere” diyordu General, “Amerika’nın bir uydusudur. Avrupa Birliği’ne şayet girerse orada da Amerikalıların Truva atı görevini yapacak ve Avrupa hiçbir zaman bağımsız kalamayacaktır.”

(Türkiye’ye de uzun süre bu gözle bakıldığını, ancak 2002’deki 1 Mart tezkeresi sonrasında bu bakışın değiştiğini ve nitekim tam üyelik için müzakerelerin de bundan sonra başladığını hatırlayalım bu arada.)

Avrupa ile Amerika’nın karşı karşıya geldikleri çok örnek var. Hatta bunlardan bazıları bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etti. Mesela Süveyş Savaşı, mesela Irak’ı işgali tartışmaları…

Şimdilerde meydana gelen çatışma havası da yalnızca Trump’ın manyaklığından kaynaklanmıyor. ABD Başkanı olsa olsa ileriye atılmış bir karşılaşmayı erkene aldı.

Dolayısıyla “Avrupa NATO’su” fikrinin tekrar raftan indirilmesi ve bu çerçevede

Türkiye’nin askeri ve jeostratejik ağırlığının yeniden hatırlanması boşuna değil.

Bu noktada bizim açımızdan rahatsız edici olması gereken husus Türkiye’nin bir tek askeri güccü itibarıyla muhatap alınıyor olması.

Trump da ikide bir askeri gücümüzden söz ediyor. Arapları çok paraları var diye, bizi de çok büyük ordusu var diye övüyor.

Ancak bu övgüler Türkiye açısından gurur okşayıcı olmasa gerek.

“Türkiye’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur” demişti meşhur Soros.

Daha önceki dönemde de “Ağır sanayi kurmak, savunma sanayiine yönelmek sizin için lüks. Ucuz iş gücünüzle imalat sanayiinde büyüyün” tavsiyelerinde bulunanlar olmuştu.

“Silahı gerekirse size biz satarız, teknolojiyi biz veririz” vaatlerinin neye yol açtığı malum…

Hatta yakın zamanda “Göçmenleri ülkenizde tutun, biz size para verelim” yaklaşımıyla da muhatap olduk.

Bu aşağılayıcı bakış açısı nahoş bir fotoğrafın yansıması aslında:

Bilimde, teknolojide, sanayide gerçekleştirdikleri başarılara dayanan ekonomik ve siyasi güçleriyle küresel sahnede mücadele eden ülkeler var bir tarafta, bir tarafta da biz. Ya elindeki petrol parasına ya da ucuz iş gücüne, coğrafi konumunun imkanlarına veya askerine ihtiyaç duyulan ülkeler.

Türkiye olarak biz maalesef gurur duyulacak bir yerinde değiliz sahnenin.

En başta da varlık sebebi kendi milli çıkarlarımızı korumak olan savunma gücümüzün başkalarının siyasi çıkarları doğrultusunda kullanılabileceğinin düşünülmesi onur kırıcı.

Dünyada böyle bir algının ve beklentinin oluşmasına neyin yol açtığını düşünmek zorundayız hep beraber.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar