Ar meselesi-Asgari ücret
Biraz geride kaldı ama pek gündemden düşecek gibi görünmüyor. Siyasetteki “Utanmıyor musunuz – Utanmıyoruz” meselesinden söz ediyorum.
Aslında CHP Grup başkanvekili Gökhan Günaydın, Ak Parti grubuna yönelip, o genci, hani idari yargı sınavına girip birincide 8’inci, ikinci ve üçüncüde 1’inci olup da mülakatta elenen o genci hatırlatarak “Bunu yaparken utanmıyor musunuz?” diye sordu ya…
Karşısında da hani Külliye’deki yargıç atama töreninde yeğenini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a takdim eden Özlem Zengin vardı ve o da “Utanmıyoruz ne olacak?” diye tepki verdi ya…
Aslında diyorum, Gökhan Bey, Özlem hanıma gerçekten etki edeceğini düşünerek bu hitapta bulundu, çünkü Özlem hanım hukukçuydu ve bu gibi durumlarda insaniyetini - utanma duygusunu hatırlayabilecek olanlardandı.
Hava öyle gerilmişti ki Özlem hanım da “Utanmıyoruz” deyiverdi.
Şu sıralar iktidar cenahı böyle dar bir psikolojiyi sık sık yaşıyor.
Şimdi gelin Çalışma Bakanı’nın yerinde olun. Aşağı yukarı çalışan nüfusun yüzde 50’ye yakınını (8 milyon artı aileler) oluşturan asgari ücretlilere ve ona komşu ücret alanlara, tüm 2026 yılında uygulanacak ve açlık sınırının altında kalan bir rakamı açıklayacaksınız… Ve bunu açıklarken “Hani biz diyoruz ya, hiç kimseyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz, işte yine ezdirmeyen bir rakamı açıklayacağım” diyebileceksiniz…
Yutkunmaz mısınız? Duraksamaz mısınız?
“Üzgünüm, diyebilirdi meselâ, açlık sınırının altında bir rakamı açıkladığım için utanıyorum” diyebilirdi. “Utanmıyor musunuz?” diye soran olmadığı için “Utanmıyoruz” demedi hiç olmazsa… Bir teselli alanı.
Memleket “Çay – simit hesabı” yaparak geliyor. Asgari geçim – ya da yaşama standardı gibi bir şey… Ona yetmiyor bu rakam be kardeşim…
Adı üstünde açlık sınırının altı.
Yoksulluk mu? O bile çok çok ötelerde…
Nerede ise milletvekilleri ve çift maaş alanlar dışında herkes yoksul. Profesörler bile, hatta resmen kabul edildi, devletin çalıştırmak zorunda kaldığı üst kadrolar bile…
Devlet biliyor “Bu adamlar bizim verdiğimiz paraya çalışmazlar, hatta giderler, onları tutmak için ek – seyyanen zamlar yapmak lazım…”
Devlet biliyor ama asgari ücreti açlık sınırının altında tutmak gibi bir iç hesap da var.
“Verirsek harcarlar, çünkü harcamak zorundalar, çünkü değilse açlıktan kıvranacaklar, ama verirsek ve onlar harcayınca enflasyon da artar, ama bizim dezenflasyon işini sürdürmemiz lazım, öyleyse vermeyelim.”
“Vermeyelim” de, ya birisi çıkıp “Utanmıyor musunuz?” diye sorarsa…
Bu “utanma” meselesi bizde iş yapardı.
Hani “Utanmıyorsan dilediğini yap” diye bir eskimez bilincimiz de var ya…
“Ar damarı” demişiz, onun “çatlaması”nı biraz insaniyet azalması gibi görmüşüz. “Arsızlık” olmuş bazı davranışlar. Şimdi, birine yer açmak için birinin, üstelik sınavda birinci olanın hakkına girmek arsızlık mıdır, ar damarının çatlaması mıdır?
Günlerdir memleket asgari ücret - açlık sınırı hesabı yaparken kalkıp açlık sınırının altında bir asgari ücreti açıklamak için, Gökhan Günaydın’ın n çın çın öten sesini duymamak lâzım.
Bu, çok cesur olmakla mı ilgilidir?
Bu, vatandaşın tepkisinden korkmamakla mı ilgilidir?
Bu, seçimi çok ötelere göndermekle mi ilgilidir? “2026’da seçim isteyen avucunu yalar” gibi bir hesabı mı içermektedir? “Biz işimizi biliriz, seçim yılı geldiğinde kasanın ağzını açarız, şimdi kıvrananların ağzına bir parmak bal süreriz, onlar da açlık sınırını unuturlar…” gibi bir hesapla meselâ…
Siyasetin neresinde “Ar” vardır?
Vardır mutlaka.
Aslında asgari ücreti açlık sınırının altında belirleyenler konuyu biraz işverenlerin utanma duygusuna havale etmektedirler. Hani “Kefenin cebi yok” ya… Adam çalıştırdığı insanların akşam sofraya ne koyacağını düşünecek, çocuğuna beslenme koyup koyamayacağını düşünecek, kış geldi okula giderken giyeceği ayakkabısının olup olmadığını düşünecek, kendi sofrası ile çalıştırdığı insanların sofralarını düşünecek…
28 bin 75 lira 50 kuruş…
Kim bilir belki de şu 50 kuruşu 50 lira yapar… Hesabı düzler. Tedavülde karşılığı varsa ,50 kuruşu zarfa koymak da ar meselesi olur…
“Kefenin cebi yok” ne de olsa…
“Hiç olmazsa 30 bin olamaz mıydı…” diyor ya kimilerimiz… 30 bin bile olamadı, nerde kaldı 39 bin hesapları…
17’inci büyük ekonomi… Kişi başına 17 bin dolar düşen ekonomi… Ve çay – simit hesabında bile hesabı tutturamayan milyonlar… Vardır mutlaka milyon doları olanlar ki, 17 bin dolar hesabı çıkıyor ortaya…
Bir de işin “Emekli” kısmı var. Şimdilerde meydanlara çıkan emekliler asgari ücretlilere dönüp “Hadi gene iyisiniz iyi, bir de bizi düşünün, 2026’ya girerken 16 bin 881 liramız ne kadar olacak ve biz ev kiraları ile emekli maaşları arasındaki uçurumu nasıl kapatacağız?” deseler…
Kim bilir belki de çok sahipsiz kalan “mahcubiyet” asgari ücretlinin payına düşer… İnsaniyet nâmına…



YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.