1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Zındıklık ve Zındıklar
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Zındıklık ve Zındıklar

A+A-

Genel olarak dinleri ve mezhepleri ele alan el Milel ve’n Nihal türü kitaplarda bağımsız fırka veya mezhep olarak ele alınmasa da gerek ana akım İslam itikadına göre kritik edilmeleri, gerek belli bir sosyolojinin dini kimliklerini ifade etmeleri dolayısıyla marjinal fırka mercek altına alınmaları gerekir. Bu çerçevede Dehriler, Mülhidler ve Rafıziler gibi Zındıklar da ele alınmayı hak eder.

Zındık kelimesi Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde geçmez, hakim görüşe göre Emevilerin son dönemlerinde Fars etkisinde Arapçaya giren bir kelimedir.  Kelimenin Grekçe veya Aramice olduğunu düşünenler varsa da İkinci ve Üçüncü yüzyıllarda Farsça’dan Arapça’ya geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir (zındik, zenadika, zendeka). Kelimeyi Mazdek’in ünvanı olarak da kullananlar olmuştur. Kelimenin iştikakında “zinde: hayat” ve “ger: iş, eylem” anlamlarından hareketle zamanın süreklilğini, ebediyeti savunan bir görüş veya inanç olduğu söylenebilir.

Başlangıçta Maniciliğe, inanan, nur ve zulmet ikiliğini kabul edenlere zındık denirken, zamanla genel olarak inkârcılar için de kullanılır olmuştur. Felsefe tarihçisi Abdurahman Bedevî, Sünni ve resmi din görüşünde olmayanlar için de zındıklık kullanıldığını söyler. Zındıklık dine karşı olması, inançsızlığı, dinle ilgili inkara ve şüphecilikle eşdeğer sayılmış, ateizm buna dahil edilmiştir. Zaman içinde kapsamı genişletilerek Batınî dini görüşlere sahip olanlar için de kullanılmış. Mani inancına sahip olanların ve zındıkların listesini veren el Fihrist’in sahibi İbn Nedim, bunların Kur’an’a nazire metinler yazdıklarını kaydeder.

Bu inançta olanlar iki tanrı veya iki asli cevher fikrine dayanan Seneviyye’nin (ontolojik dualizm) etkisinde olan kimselerdir. Tanımı gereği zamanın sürekliliği inancı, Allah ve ahiret inancını dışarıda bırakır. Kur’an ve Hadis kaynaklarında kullanılmamış olsa da Medine örfünü yansıtan Muvatta’nın sahibi İmam Malik, bu kelimeyi hadis değil de isim sıfat olarak kullanmıştır. İmam Malik’in kullanımı inancını gizleyen münafıkları çağrıştırır ve esasında ilk dönemlerde zındıklardan münafıklar anlaşılmıştır. Zaman içinde Allah’ın birliğini inkâr eden, Ahiret gününe inanmayan, Şeriat’ın münzel hükümlerini reddeden, inancını ve düşüncesini gizleyen, hatta kısaca muannit dinsiz kimselere zındık denmiş, kelime de bu itici semantiğiyle gündelik dile girmiştir. Kadı Iyaz ve İbn Teymiye’ye göre Hz Peygamber (s.a.)’e dil uzatanlar zındıklardır.

Abbasilerin ilk dönemlerinde İslam hakimiyeti altında yaşayan bazı İranlılar eski inançlarını korumaya devam ediyor, bunu açıkça da beyan etmekten çekinmiyorlardı, zaman içinde sahip oldukları bürokratik tecrübe ve siyaset birikimi onların Abbasi yönetimi içinde yüksek mevkilere gelmelerinin önünü açtı. Bir dönem bu zümreler sadece fikirlerini açıklamakla yetiniyor, hatta gerek inançlarını açıklar veya İslam imanına bazı eleştiriler getirirlerken dikkatli bir dil kullanıyorlardı. Hamilton Gibb’e bakılırsa bunların amaçları İslam İmparatorluğu’nu yok etmek değildi, fakat İslam kültürünü kadim Sâsâni kültürünün değer ve hükümlerine göre yeniden biçimlendirmek istiyorlardı. Zira onların gözünde İslamiyet’i yayan ve öğreten Araplar bedevi idi, Sasani kültürü en yüksek değerleri temsil ediyordu. Bağdadi’ye bakılırsa, Şia’nın aşırı kolu olan İsmailiye’nin ortaya çıkmasında zındıkların etkisi vardır.

Tabii ki zamanla ortaya çıkan gelişmelere paralel, mesele bir fikir ve inancın açıklanmasından ibaret kalmadı, bu gruplar İslam karşıtı Şuubiyye ile birlikte bir tür ittifaka girip, İslam inançlarına karşı meydan okumaya başladılar, meydan okuma siyasi mahiyet ve hedefler ihtiva etmeye başlayınca yönetimler tarafından çeşitli baskılara maruz kaldılar. Söz konusu baskılar sonucunda inançlarını gizleme yolunu seçtiler. Deneysel olarak biliyoruz ki, baskı altında kalmasından dolayı gizlenmiş bir inanç ana varsayımlarından, iddialarından vazgeçmiş demek değildir, başka yol ve yöntemlerle kendine akacağı bir mecra bulur, fırsatını bulduğunda açığa çıkar, toplumsallaşmaya başlar, derken eğer hedefleri arasında iktidar olmak varsa, iktidar mücadelesine girişir. Bu açıdan dinler ve mezhepler tarihini ortaya çıktıkları sosyo politik iklimden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Öyle anlaşılıyor ki Abbasi Halifesi Mehdi Billah’ın (h. 163-m. 779) zındıklara karşı başlattığı sistemli soruşturma ve baskılar bunun sonucudur. Mehdi’nin bu tutumu, neredeyse klasik veya modern tüm iktidarların tabiatında vardır; yönetimler ve yöneticiler kendilerine tehdit görmedikleri düşünce ve inançlara pek karışmazlar

Bir isim sıfat olarak zındık kelimesi, esas itibariyle İslam imanının ana umdelerini ve ibadetlerle muamelat hükümlerini red esasına dayanıyor, tarihte ilk defa bu sıfatlarla açıkça muttasıf olduğu öne sürülen Ca’d bin Dirhem (h. 127-m. 742), bu suçlama ile ölüm cezasına çarptırıldı. Kur’an’a nazire ayet yazdığı iddia edilen, fakat en çok Abbasi idari sistemine Sasani bürokratik adet ve teamüllerini sokmakla ün salan İbnü’l Mukaffa (h. 142-m. 759) da, hayli meşhur zındıklar arasında yer almış ama bürokratik kudreti dolayısıyla Ca’d bin Dirhem’in akibetine uğramamıştır; oysa kendisi de “Kur’an” yazabileceğini öne süren, hatta birkaç “ayet” yazdığını iddia eden Müseylemetü’l Kezzab haklı olarak büyük bir tepki ve nefretle karşılanmıştı.

Silahlı ayaklanmaya kalkışmadığı müddetçe neden salt inancından, düşüncesinden veya metne ilişkin yorumundan (te’vil, tefsir) dolayı birilerinin takibata uğradığı, hatta ölüm cezasına çarptırıldığı sorulmaya değer. Benim Hz. Peygamber (s.a.) ve Sahabe tatbikatından hareketle vardığım sonuca göre, kendileriyle savaşılan mürtedlerin tamamı meşru kamu otoritesine karşı silahlı ayaklanmada bulunanlar veya müslüman kalmakla beraber zekat –bugünkü tabirle vergi- reddedenlere karşı savaş açılmıştır. Müseylemetü’l Kizzab, “Kur’an yazdığı!nı iddia etmesinin yanında silahlı ayaklanmanın da öncülüğünü yapmıştı.

Mürtedler veya müslüman olmayanlarla ilgili genel tatbikat ve hüküm böyle iken, zındık diye etiketlenenler öldürülmüşse, bunun gerisinde başka siyasi sebepler aramak gerekir, bu açıdan İmam Şafii’nin ve İmam Malik’in Mutezile’yi dahi şahitlikleri kabul edilemez kimseler arasında saymaları düşündürücüdür. “El Fark Beyne’l fırak”ın sahibi Bağdadi’nin kaydına göre, İmam Malik, Mutezile’nin tevbelerinin dahi kabul edilmeyeceğine hükmetmiştir. El Fasl’ın sahibi İbn Hazm, Zındıkları kafir, Mecusi, Hıristiyan, Dehri vd. arasında saymaktadır (III, 500).

Türkiye’nin halk kültüründe zındık veya zındıklık, itikadi ve kelami muhetvasından çok başka bir çağrışıma sahiptir. Birine zındık denildiğinde kastedilen hınzır/domuz gibi inatçı birinin iflah ve ıslah olmaz halidir.

Belki İslam imanını kökten reddeden fırkalara karşı gösterilen hoşgörüsüzlüğü veya mukabil düşünce seviyesindeki sert tepkileri anlamak mümkün ama İslami ilimlerin ve fıkhın en öndeki otoriteler arasında yer alan imamların netice itibariyle İslami bir fırka olan Mutezile’ye veya sonraları resmileşecek ana akım Sünni ve Şiiliğin dışında kalan başka fırkalara karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlük tarihi mirasımızın bir parçası olmuştur. Hoşgörüsüzlük fikri seviyelerde kaldığı sürece normaldir, hoşgörü göstermeyenler kınanamazlar ama eline silah alıp şiddet ve teröre başvurmadığı, meşru kamu otoritesine silah kullanarak ayaklanmadığı halde ona baskı, sindirme politikaları takip etmek, cezalandırmak, hapse atmak, ülkesinden sürmek, malını mülkünü müsadere etmek veya öldürmeye kalkışmak meşru değildir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar