1. YAZARLAR

  2. Mesut Yeğen

  3. Süreç: İçeride ve Dışarıda
Mesut Yeğen

Mesut Yeğen

Süreç: İçeride ve Dışarıda

A+A-

Osmanlı Devleti’nin ağır yenilgisiyle sonuçlanan ’93 Harbi’nin ardından bağıtlanan Ayastefanos Anlaşması’nı geçersizleştiren Berlin Kongresi, Rusya’ya yem olmaktan kurtardığı Osmanlı Devleti’ne bir de ödev vermişti: Ermeni meselesinde, Ermenilerin yoğun yaşadığı altı vilayette reform yapmak. İngiltere’nin ali menfaatleri uyarınca kırk senelik ek ömür bahşedilen Osmanlı Devleti’nden tez zamanda Vilayet-i Sitte’de Ermenilerin hak ve hukukunu koruyacak ıslahatlar yapması bekleniyordu. 

1878’de imzalanan anlaşmanın üzerinden neredeyse 35 sene geçtikten sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde muhatapları Osmanlı Devleti’ne halen Berlin Kongresi’nde sözü verilen ıslahatların akıbetini soruyordu. 1878’in öncesinde olanlarla beraber düşünüldüğünde aslında ortada bir gariplik yoktu: Osmanlı Devleti ‘gerilemeye’ başlar başlamaz pek çok ıslahat layihası hazırlamış, reform programı hazırlamakta mahir olmuş, ancak iş uygulamaya gelince aynı maharet gösterilememişti. Zihinsel hazırlığımız mı niyetimiz mi olmadığından, yoksa şu meşhur şark uyuşukluğumuzdan mı bilinmez, iş ıslahata gelince hep gecikmiştik.

İçeride: Gecikme 

“Terörsüz Türkiye” olarak isimlendirilen yeni süreç de nihayetinde bir ıslahat, bir reform işi ve alarm vermek için belki erken ama gidişat gecikme riskinden uzak olmadığımızı gösteriyor. 27 Şubat’taki Öcalan açıklamasıyla yapılacağı aşağı yukarı kesinleşen fesih ve silah bırakma kongresi Mayıs ayı başında gerçekleşti ve fakat fesih ve silahsızlanmanın tamamlanmasını ve Kürt meselesinin siyaset ve hukuk zeminine taşınmasını temin edecek düzenlemeler henüz yapılmadı. İşler bir kez daha ve aniden değişmezse son açıklamalar ‘işlerin’ Ekim ayına kalmış olduğunu gösteriyor. Fesih ve silahsızlanmanın tamamlanması ve Kürt meselesinin siyaset ve hukuk zeminine taşınması için en az dört ay daha beklememiz gerekecek. Açıklamalar bunu gösteriyor. 

Seçilmiş vekil ve belediye başkanlarını salıverip kayyuma son vermek gibi üzerine uzlaşılması kolay ve infaz indirimi gibi görece teknik ve hazırlığı hızlıca yapılabilir konularda bu kadar uzun bir gecikme olması, sürecin akıbeti değilse de temposu hakkında iyimser olmayı engelliyor. Hele de sürecin bundan sonrasında konuşulacakları, müzakere edilecekleri düşününce…

İktidar cenahından şimdiye kadar yapılan açıklamaları yanlış yorumlamadıysak eğer ‘sürecin’ bundan sonrasında milli kimliğimiz Kürtleri de kapsayacak biçimde yeniden tasavvur edilecek ve Türklerle Kürtler içeride ve dışarıda ‘kardeşleşecek’. Öte yandan, bunlar ha deyince olacak şeyler değil, büyük düzenlemeler gerektiriyor. Bu türden düzenlemelerse etraflı müzakereleri ve büyük uzlaşmaları… Bu da şu demek: Geç kalma ihtimali buralarda daha yüksek. Fesih ve silahsızlanmanın tamamlanması için gereken görece teknik ve kolay düzenlemelerin gerçekleşmesindeki tempoya bakınca buralarda oluşacak tempo hakkında iyimser olmak zorlaşıyor. 

Bu durumda sürece eşlik eden riskler giderek artıyor sanki. Perspektif’te yayımlanan önceki yazımda sürece içeride “yeterince kapsayıcı olmamak”, “seçim hesaplarını sürece yamamak” ve “CHP’yi şeytanlaştırarak sürece katılma şevkini kırmak” gibi risklerin eşlik etmekte olduğuna işaret etmiştim. Geride kalan iki haftanın temposu bunların yanına bir de kadim ağır ya da geç kalma itiyadımızı eklememiz gerektiğini gösteriyor. Dileyelim, geçici bir durum olsun ve işler bir an önce gereken tempoya kavuşarak ilerlesin ki biz de süreci daha bir güvenle ve ümitle takip edelim.

Dışarıda: Realizm

1 Ekim’den sonra kaleme aldığım birkaç yazıda sürecin en fazla Rojava bahsinde zorlanacağına, Rojava’da Türkiye’nin ve Kürt hareketinin birlikte hazmedebileceği bir orta yol bulunmazsa yol alınamayacağına, işin akıbetinin Rojava tümseğinin aşılıp aşılmayacağına bağlı olduğuna işaret etmiştim. Bugün itibarıyla hissiyatım şu: İşler, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım üzere, içeride olabileceğinden ağır bir biçimde ilerlerken, dışarıda, Rojava’da ise beklenenden hızlı demeyeyim ama işin ya da Suriye’nin fıtratına uygun biçimde ilerliyor. Sanırım şundan: Suriye’nin akıbetine yön vermek kudretine sahip aktörler, hem Suriye aktörleri hem de vaziyete nezaret eden Suriye harici aktörler, Suriye ‘realitesini’ sindirmiş görünüyor. Muhtemelen bir kısmı diğerlerinden daha az gönüllü olarak…

Esad rejiminin çökmesinin ardından geçen birkaç ayda Suriye aktörlerinin neredeyse tamamı farklı derecelerde de olsa en az dört büyük gerçeği idrak etmiş ya da dört büyük gerçekte uzlaşmış görünüyor: 1. Suriye’nin bölünmesi söz konusu değil, 2. Merkezinde HTŞ’nin olduğu yeni rejimin konsolidasyonu etrafında bir geçiş gerçekleşmezse Suriye’nin felahı imkânsız ve bölgesel bir savaşı davet edebilecek türden bir iç savaşa dönüş kaçınılmaz, 3. Suriye’nin felahı için HTŞ’nin en fazla Suudların hazmedebileceği kadar bir ‘İslamcı’ aktöre dönüşmesi elzem, 4. Suriye’de Kürtleri, Dürzileri ve Alevileri tanıyan ve güvenliklerini garanti eden bir idari ve askeri yeniden örgütlenmeye gitmek gerekiyor. Özetle: Diğer mensuplarına kıyasla daha yavaş da olsa Türkiye’nin de giderek dahil olduğu bu büyük idrak cephesi rejimi evcilleşmiş, merkeziyetçi olmayan ve dünya (Batı) ekonomisiyle bütünleşmiş bir Suriye’ye razı gelmiş görünüyor. İçeride geciken sürecin Rojava’da beklenenden hızlı değilse de işlerin fıtratına uygun biçimde ilerlemesinin arkasında sanırım bu var. 

Öte yandan, böylesi büyük bir idrak cephesinin oluşabilmesi İran ve Rusya’nın Suriye’den çıkmasıyla gerçekleşmiş olmakla beraber, bu gelişmenin arkasında daha makro bir süreç var. Suriye’de bu kadar büyük bir idrak cephesi kurulabilmesinin ve dolayısıyla işlerin daha realist bir biçimde ilerlemesinin ardında galiba şu türden büyük bir dönüşüm var: Arap dünyasında ve çevresindeki Ortadoğu’da ABD ve Avrupa tarafından nezaret edilen ve sacayaklarında Körfez, İsrail ve Türkiye’nin olduğu bir büyük statükoya yaslanan yeni bir dönem başlıyor. Bölgede 1950 sonrasında etkili olan ve Nasır’la (ve Baas’la) temsil olunan seküler Arap milliyetçiliği de, 1980’lerde Afganistan’ın işgali ve İran Devrimi’yle sahne alan İslamcılıklar da yerlerine benzer büyük bir anlatı bırakmadan Arap Dünyası sahnesini terk ederken, sahneyi biraz ‘herkes kendi yoluna’ ruh hali biraz da başını bin Selman’ın çektiği ‘merkezle’ bütünleşmiş Ortadoğu vizyonu dolduruyor. Bu yeni dönemin hem nedeni hem de sonucu olarak görülebilecek İransız ve Rusyasız bölge hali, merkezle bütünleşmiş bir Arap Dünyası’yla Ortadoğu’yu işin içindeki hemen herkesin çıkarına kılıyor. Özetle, Suriye’de ve bu vesileyle ‘dışarıda’ süreç yolunda gidiyor görünüyor ve bunun da arkasında bölgede yeni bir statükonun kurulmakta olması var. Bölgenin ayakta kalan aktörlerini memnun ederken sürecin dışarıdaki kısmının rayında kalmasını mümkün kılacak görünen bir statüko…

Dileyelim bozulmasın. Bozulmasın ki, sürecin içerideki kısmı da gereken tempoyu kazansın.

Önceki ve Sonraki Yazılar