
Silahın Susması, Türkiye’nin Konuşması
“Terörsüz Türkiye” sadece PKK’nın silahsızlandırılması değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, toplumun barışla yeniden inşası ve siyasetin cesur adımlarla yeni bir dil kurması anlamına gelecek.
Türkiye, onlarca yıl süren acılar, kayıplar ve toplumsal kutuplaşmanın ardından bir kez daha “silahsız bir gelecek” arayışında. Devletin ve siyasetin öncülüğünde başlatılan “Terörsüz Türkiye” projesi, ilk bakışta herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir hedef gibi görünüyor. Dolayısıyla sürecin sağlıklı bir biçimde ilerleyeceği kanaati güçlüydü. Karar vericiler açısından, bu konuda en ufak bir değişiklik olmadığı açık. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin pozisyonları oldukça net. Bununla birlikte, zaman zaman yapılan kimi açıklamaların olumsuz algıyı beslediği de görülüyor. Geçmişte çözüm sürecinden beklenen sonucun alınamamasının da negatif etki oluşturduğu gözleniyor. Bunlarla birlikte, yaşadığımız sürecin bir yandan PKK’nın silah bırakması için çabalamak, öte yandan da örgütlerin neden olduğu kaotik atmosferden beslenen aktörlerle hesaplaşmak olduğu açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı’nın izni, oluru ve talimatıyla yürütülen süreci enfekte etmeye çalışanların, karar vericilerin açıklamalarını hatırlamaları gerekir.
Kritik Kavşakta Siyaset
Dünya genelinde, küresel sistemi bekleyen olası risklerin konuşulduğunu bir dönemde, Cumhur İttifakı ve hükümet önemli bir irade ortaya koydu, ülkenin geleceği açısından büyük bir siyasi karar aldı. Bu, PKK silah bırakmasını sağlama, sivil siyaset alanını genişletme ve her türlü konunun/sorunun tartışılıp çözüm bulunacağı alanın siyaset olduğunun ilan edilmesi. Bu kararın neden önemli, gerekli ve hassas olduğu, karar verici ana aktörlerin açıklamalarına yansıdı. Tüm açıklamalarda altı çizilen ana başlıklardan birisi de kararlılık.
Konunun iyi anlaşılması ve hükümetin iradesinin tam anlamıyla kavranması için kimi konuşmalardan alıntı yapmakta yarar var. Erdoğan, yeni yıl mesajında (31 Aralık) “Önümüzdeki dönemde ‘terörsüz Türkiye’ ve ‘terörsüz bölge’ vizyonumuzu gerçeğe dönüştürmek için kararlı adımlar atacağız” ifadesini kullanmıştı. 5 Ocak Trabzon mitinginde, “Terörsüz Türkiye hedefimize el birliği içinde mutlaka ulaşacağız. Çok detaylı, her adımı incelikle düşünülmüş bir politika yürütüyoruz” dedi. 7 Ocak 2025 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra, “Terörsüz Türkiye hedefimize ulaşmak yakın gelecekteki en önemli önceliklerimizden biridir. Elbette biz bunun suhulet ve sükûnetle olmasını temenni ederiz. Ama bu yol tıkanır veya dinamitlenirse, işte o zaman devletimizin kadife eldivene sarılı demir yumruğunu kullanmaktan da çekinmeyiz” ifadeleri aracılığıyla kararlılığını yenilemişti.
İtalya ziyareti dönüşünde gazetecilerin konuya ilişkin sorusuna Erdoğan; “Bu konudaki çalışmaları Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanlığımız yürütüyor ve İbrahim Kalın Bey çalışmalara öncülük yapıyor. Terörün artık tamamen ortadan kaldırılması ve yeni bir dönemin kapılarının açılması için de Cumhur İttifakı olarak güçlü, kararlı bir irade ortaya koyduk. Artık terör örgütü de çıkmaz yola girdiğini anlamalı ve kendilerine yapılan çağrının gereğini yerine getirmelidir. Bu süreçteki en büyük motivasyonumuz evlatlarımıza terörsüz bir ülke bırakmak. Biz motivasyonumuzu koruyoruz. Sivil siyasetin güçlendiği, huzurun kökleştiği, kaynaklarımızın geleceğe, teknolojiye, kalkınmaya ayrılacağı bir Türkiye için çalışıyoruz. Türkiye’de tefrikaya artık yer olmadığını dost-düşman görecek, milletimizin toplu vuran sinesini hiçbir topun sindiremeyeceğini anlayacaklardır. Daha önce de söyledim: Terörsüz Türkiye, bir al-ver süreci değil, bir kardeşlik iklimidir. Milletimizin onlarca yıllık özlemidir.”
Cumhurbaşkanı’nın konuya ilişkin somut ifadelerden birisi de 8 Mayıs günü milletvekilleri ile yaptığı görüşmede dile getirildi. Erdoğan’ın, “Bütün engelleri aştık. Yakında PKK’nın silahları bırakacağına ve örgütü feshedeceğine ilişkin olumlu haberler bekliyoruz. Ondan sonra da yeni bir süreç, hepimiz için yeni bir dönem başlayacak” sözleri medyaya yansıdı. Aynı konuşmada, “Siyasete büyük iş düşecek. Süreci doğru yönetmemiz gerekiyor. Bundan siyasi rant devşirmek isteyenler olabilir. Buna hazırlıklı olun. Bizi kolay bir süreç beklemiyor ama ben size bu konuda güveniyorum” ifadelerini de kullanmıştı.
Bu son konuşma birkaç açıdan önemli. İlki, yeni bir süreçte herkese sorumluluk düştüğünü vurgulaması. İkincisi, önümüzdeki süreçte siyasete büyük iş düşeceğine ilişkin ikazı. Üçüncüsü, sürecin doğru yönetilmesine ilişkin vurgu ve uyarı. Yani milletvekillerine ve bakanlara, yeni dönemin siyasi yönetimi konusunda sorumluluk düştüğünün altının çizilmesi.
Devlet Bahçeli’nin açıklamaları süreci başlatmıştı. İlk açıklama, 5 Ekim 2024’teki MHP grup toplantısında yapıldı. Bahçeli, İmralı Cezaevi’nde bulunan Abdullah Öcalan’a, “Terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” çağrısında bulundu. Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye getirildiği sırada söylediği “Türkiye’ye dönünce hizmet edeceğim” sözlerini hatırlatarak, PKK’nın silah bırakıp teslim olması gerektiğini vurguladı. Diğer bir açıklamada ise Öcalan’ın tecridinin kaldırılması halinde TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşma yapmasını önerdi. “Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” diyerek, bu adımın atılması durumunda “umut hakkı” kapsamında yasal düzenlemelerin yapılabileceğini belirtti. Bu açıklamalar, konuyu en üst boyutta dile getirip sürecin rahat ilerlemesinin zeminini oluşturmuştu.
Konuyla ilgili görüşleri önemli olan diğer bir isim ise Dışişleri Bakanı Hakan Fidan. Fidan, PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın örgütün feshedilmesi yönündeki çağrısına dikkat çekerek, “Örgütün bu çağrıya kulak vererek kendini feshetme sürecini başlatması gerektiğini, bu çağrının tarihi bir fırsat olduğunu ve örgütün bu fırsatı değerlendirmesi gerektiğini” belirtmişti. Fidan aynı açıklamada, “PKK’nın silah bırakmasının sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Suriye, Irak ve İran gibi bölge ülkeleri ile bu ülkelerde yaşayan halklar için de büyük bir fırsat olacağını ve bu adımın, bölgesel istikrar ve barışa katkı sağlayacağını” vurgulamıştı. Başka bir açıklamada ise Fidan, “Şimdi şunu anlaması lazım örgütün: Hem Irak hem Suriye hem Türkiye; bizler silahsız bütün duruşları kabullenmeye hazırız ama bir silahlı terör tehdidi ortada olduğu zaman kimse buna müsaade edemez. Benim inancım ve dileğim o ki inşallah bu yapılır” ifadelerini kullanmıştı. Kısacası, PKK’nın silah bırakması ve örgütün feshedilmesinin, sadece Türkiye için değil, tüm bölge için barış ve istikrarın sağlanması adına önemli bir adım olacağına dikkat çekilmesi kıymetli. Bu açıklamalara rağmen “Bir direnç var mı” sorusunu cevaplandırmak önemli.
‘Direnç’ Var mı?
Cumhurbaşkanı’nın, devletin başı olarak, bu denli üst düzeyde sahip çıktığı bir sürece, partide, Bakanlar Kurulu’nda ve bürokraside karşı çıkma veya direnç olmaz. Ancak ayak sürme olarak adlandırılan kimi tutumların olduğuna ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Unutmayalım, ayak sürmeyle direnç göstermenin sonucu aynıdır: Süreci sabote etmek. Hiç kimsenin buna hakkı yok. Bunun için çok büyük bir duyarlılıkla sürecin izlenmesi ve gerekliliklerin yerine getirilmesi elzem. Geçmişe atıfta bulunarak çekingen bir pozisyon almak doğru bir tutum değildir. Geçmiş yıllarda üretilmiş korkular üzerinden çözüm girişimlerini sabote eden kesimlerle aynı paydaya düşmek ile Cumhurbaşkanı’nın çizdiği çizgi arasında büyük fark olduğu görülmeli. Özellikle güvenlik ve yargı bürokrasisine düşen görev, hükümet tarafından çerçevesi çizilen sürecin aktif tarafı olmaktır. Bozucu etki yapacak ifadelerden ve tutumlardan kaçınmaktır.
Bu konuda iki noktaya daha dikkat çekmekte yar var. İlki, devam eden proje 2016 sonrası kurulan siyasi ittifakın projesidir. Bu nedenle, projeye ilişkin olumsuzlukların nerelere evrileceği görülmeli. İkincisi ise uluslararası aktörlerin bu süreçteki pozisyonlarını dikkatle izlemektir. Geçmişte kimi yabancı devletlerin örgütle doğrudan ya da dolaylı temasları, süreci sekteye uğratmıştı. Yeni dönemde diplomatik düzeyde alınacak önlemler, çözümün kalıcılığı için kritik önemdedir.
Ülkenin iç sorunlarını çözmesinin, “ihanet”, “zaaf” ya da “tuzak” gibi kavramlarla damgalandığı biliniyor. Ancak ülkeyi yönetmek, milletin hayrına olan işlerde ısrarcı olmak demektir. Bu psikolojik eşik, kamuoyundan ziyade karar alıcılar arasında etkili olduğunda sorun üretir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki silahların bırakılması ve örgütün kendini tasfiye etmesi gibi süreçler, sıfır riskle ilerleyemeyecektir. Bu nedenle, önemli olan ve cesaret gerektiren şey, süreci başlatmak, sürdürmek ve ortaya çıkabilecek tüm dirençlere rağmen kararlılığı muhafaza etmektir.
Toplum Ne Diyor?
Toplumun büyük kısmı artık çatışma değil, huzur istiyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları, halkın ezici çoğunluğunun PKK’nın silah bırakmasını ve bu meselenin şiddetten arındırılmasını desteklediğini ortaya koyuyor. Mesela, PonoramaTR’nin Nisan ayı araştırmasına göre katılımcıların yüzde 51’i PKK’nın silah bırakma sürecine destek verirken, yüzde 37’si ise bu süreci desteklemediğini ifade etmiştir. Silah bırakmayla birlikte başlatılacak demokratikleşme, toplumsal barış ve ekonomik kalkınma gibi başlıkların devreye girmesiyle toplumsal destek oldukça üst düzeye çıkabilir. Bu nedenle, sadece silah bırakmayı merkeze alan bir yaklaşım kısa vadeli başarılar elde etse bile, uzun vadeli sonuçlar için demokratik dönüşüm şart. Toplumun büyük oranda taraftar olacağı bir zemini oluşturmak önemli. Öte yandan muhalefet partilerinin pozisyonlarında netlik yok. CHP içinde zaman zaman yükselen ulusalcı refleksler, çözüme ilişkin cesur bir dilin, kararlı bir politik tutumun önünü kesiyor. Bu nedenle, toplumun ve sivil toplum örgütlerinin çözüm talebini destekleyecek, katkı sunacak bir muhalefetin oluşması için inisiyatif almasında yarar var.
Çözüm için Yüzleşme
Bugün “Terörsüz Türkiye” projesi, aslında Türkiye’nin kendi içindeki fay hatlarıyla yüzleşmesini de zorunlu kılıyor. Bu mesele sadece dağdaki silahlı yapılarla değil, şehirdeki siyasal korkularla, partilerdeki içsel bölünmelerle ve geçmişin hesaplarıyla da ilgili. Çözüme cesaret etmek, korkuları da alt etmeyi gerektirir. “Terörsüz Türkiye” sadece PKK’nın silahsızlandırılması değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, toplumun barışla yeniden inşası ve siyasetin cesur adımlarla yeni bir dil kurması anlamına gelecek. Çözüm konularında yüzleşme kavramı çok sık kullanılır. Bizim öncelikli yüzleşmemiz, dayatılan üretilmiş korkularla yüzleşmektir. Bu korkulardan beslenen, korkuların arkasına saklanan direniş noktalarını görmek ve onlarla da yüzleşmektir.
Tüm negatif değerlendirmelere karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin açıklamalarını okudukça, geleceğe ilişkin umudumuz artıyor. Çünkü PKK’nın silah bırakmasını isteyenler, ne istediklerini gayet iyi biliyorlar. Bu liderlerin ajandasında, ülkenin demokratikleşmesi, terörün oluşturduğu olumsuzluklardan kurtulma, terörle mücadele adı altında oluşturulan “gri alanların” ortadan kaldırılması, hesap verebilirlik, eşit vatandaşlık, bölgesel barış, ekonomik kalkınma gibi onlarca başlık var. Peki, PKK’nın silah bırakmasına karşı çıkanların ajandasında ne var? Bu kişiler ne istiyor? Buna ilişkin somut bir karşı çıkış gerekçesi yok. Dolayısıyla bu farkı ortaya koymak önemli. Evet, bize düşen, ülkenin geleceği için oldukça anlamlı olan silah bırakma süreciyle ilgili karar alan liderlerin arkasında durmak ve onlara destek olmaktır. Korkulardan değil, cesaretten ve ülkenin geleceğinden yana olmaktır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.