Yetimlerin ve çocukların hakları

Elbette rüşvet, yolsuzluk, gasp, kadın ticareti, silah ve uyuşturucu ticareti yapanların mallarına el konulabilir; ama muhaliflerin mal ve servetlerinin müsadere edilmesi caiz değildir.

Ali Bulaç/Turkishpost

Miras hükmünü düzenleyen ayetlerin getirdiği önemli yeniliklerden biri, mal veya servet taksiminde özellikle yetimler ve çocukların haklarına yaptığı vurgudur. Bu vurgu yerindedir, gereklidir; zira en çok korunmaya muhtaç olanlar yetimler ve çocuklardır.

Cahiliye Arapları bu iki kesimi mirastan mahrum bırakırlardı. İslamiyet öyle bir yenilik getirdi ki, yalnızca doğmuş çocukları değil, anne karnındaki cenini bile mirasta hak sahibi kıldı:

“Arkalarında bıraktıkları zayıf çocuklardan dolayı korku duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin. Allah’tan korksunlar ve onlara doğru söz söylesinler. Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa, 4/9-10)

Yakından bakıldığında, dokuzuncu ayete “empati ayeti” demek mümkündür.

Şöyle ki; yetimlerin haklarını korumanın ne kadar önemli olduğunu, kişi ancak kendi iç dünyasında empati kurduğunda anlayabilir. Esasında, bizim dışımızda toplumsal hayatın çeşitli alanlarında süren olayların insani, ahlaki ve hukuki değerini tam olarak kavrayabilmenin yolu da empatiden geçer.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu veciz bir şekilde ifade etmiştir: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe (tam olarak) iman etmiş olmaz.”
(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)

Bizim korunmaya muhtaç küçük çocuklarımız varken, ölüme yaklaşacak olsak, fıtraten gözümüz arkada kalır, zihnimizi sorular sarar: Bu çocuklar nasıl büyüyecek, kim onlara bakacak?

Kaygılarımız artar, içimiz ürperir. Durum böyleyken, bize emanet edilen yetimlere karşı da aynı duyarlılığı göstermemiz gerekir. Onları kendi çocuklarımızmış gibi korumalı, yetiştirmeli, babalarından kalan mallarını muhafaza etmeli, hatta çalıştırıp artırmalı, her zaman iyilikle muamele edip eğitimleriyle ilgilenmeliyiz.

Müfessirlerin bir bölümü, bu ayetin hem yetimler hem de başkalarının çocukları hakkında insanları Allah’tan korkmaya davet ettiğini söylemiştir.

Çocukların kendi himayemizde olup olmaması fark etmez. Eş-Şeybânî, Mesleme b. Abdülmelik komutasında İstanbul kuşatması sırasında aralarında geçen bir olayı nakleder. O, İbnü’d-Deylemî’ye ilerideki fitnelerden dolayı çocuk sahibi olmak istemediğini söyleyince, Deylemî şöyle cevap vermiştir: “Fark etmez, başkalarının çocuğu da olacak. Bu yüzden neden sakınılması gerekiyorsa ondan sakınmalısın.”

Yani, kişinin kendi çocuğu olsun olmasın, genel olarak bütün çocukların haklarının titizlikle korunması gerektiğini öğütlemiş ve ardından bu ayeti okumuştur.

Üçüncü bir görüşe göre ise ayet, ölüm anında bilinç kaybına uğrayan birine, çocuklarını mirastan mahrum bırakacak şekilde telkinlerde bulunulmasıyla ilgilidir.

“Şimdi çocuklarını düşünme, Allah nasılsa onların rızkını verir. Sen malını şu kurumlara bağışla” denilmesi doğru değildir. Kimsenin varislerini mirastan mahrum bırakmaya hakkı yoktur. Bu tür haksızlıkların önlenmesi için Kur’an hükümler koymuştur.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Senin varislerini varlıklı bırakman, onları insanlara el açar halde yoksul bırakmandan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cenâiz, 30; Müslim, Vasiyyet, 5)

İslam dini, mirasçıları açık ifadelerle belirlemiş ve mirasın keyfî olarak dağıtılamayacağı hükmünü getirmiştir.

Miras, kişinin emek vererek, çalışarak kazandığı servet ve mal varlığıdır; bu servet, miras yoluyla yeni nesillere aktarılır. Denir ki, sosyolojinin kurucusu Auguste Comte (ö. 1857), dinlerin miadını doldurduğunu savunmuş, “insanlık dini”ni kurmak istemişti ama servetini köpeğine bırakmıştı.

Kur’an-ı Kerim, mirasçıları mirastan mahrum bırakmayı, onların mallarını yemeyi zulüm saymıştır. Bu zulmü işleyenler karınlarını ateşle doldurmuş olurlar.

Devletlerin de siyasi suç işlediler diye mahkûm ettikleri kimselerin mal ve mülküne el koymaları, servetlerini gasp etmeleri gayrimeşrudur. Çünkü bu durumda varisler haksız yere cezalandırılmış olur.

Elbette rüşvet, yolsuzluk, gasp, kadın ticareti, silah ve uyuşturucu ticareti yapanların mallarına el konulabilir; ama muhaliflerin mal ve servetlerinin müsadere edilmesi caiz değildir.

Yetimlerin ve kadınların mirastan mahrum edilmesi, Kur’an’a göre cehennem ateşiyle cezalandırılacak büyük bir günahtır. İbn Zeyd, burada sözü edilen ateşin, yetimlerin mallarını yiyenlerin malı olduğunu söylemiştir. Haram olan her mal, ateştir; çünkü haram yemek, ateşte azabı gerektirir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yedi büyük günah vardır ki, insanı helake sürükler. Bunlar: Allah’a ortak koşmak, büyü yapmak, haksız yere insan öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, cihattan kaçmak ve iffetli-namuslu bir kadına iftira atmaktır.” (Buhârî, Vesâya, 23; Müslim, Îman, 144)

MAKALELER Haberleri

1 Ekim Süreci Hakkında Durum Değerlendirmesi
Mirasla “sivil ölü kadın”ın diriltilmesi
Şanghay Zirvesi ve Çin’in Askerî Geçidi: Yeni Bir Dünyanın İlanı
Filistin’de çocukluğun yok edilişi
Ahlaki Hayatın Sonu