Gözüm Bağlıydı Ama Hatırlıyorum: Esirlerdeki “Değişimin” Sebebi İsrail Hücreleri

Orhan Buyruk’un 2016’daki seyahati, Tel Aviv Havalimanı’nda beklenmedik bir kâbusa dönüştü. “Ajanlık” suçlamasıyla tutuklanan Buyruk, 35 saate varan sorguların ve tek kişilik hücrenin psikolojik işkencesinde 22 gün geçirdi. Türk vatandaşının gözünden,

Mülakat: Cihat Arpacık - Perspektif

Yeryüzünün en kadim ve en dikenli coğrafyasına, Kudüs’e yapılan her yolculuk, bir turistik seyahatten de öte, politik bir eylem sayılır. Hele ki Mescid-i Aksa’nın her bir köşesinde ruh arayan bir rehberseniz… Orhan Buyruk da onlardan biriydi. Kudüs’ü sadece turistik bir güzergâh olarak değil, dayanışmanın da bir durağı olarak görenlerden. İsrail’in, rehberleri ve yerel Müslüman ekonomiyi destekleyenleri “tehlikeli bilinç taşıyıcıları” olarak nasıl kodladığının sarsıcı bir kaydı bu röportaj. 15 Temmuz’un hemen ardından başlayan bir Kudüs yolculuğu, Tel Aviv’in karanlık sorgu odalarında son buldu. Önceki ziyaretlerden aşina olduğu uzun beklemeler, bu kez yerini alaycı bir Arapça diyaloğa, ardından da “ajanlık” suçlamasına bıraktı.

Hikâyenin asıl kabusu demir kapıların ardında başladı. Gözleri bağlı, elleri zincirli. Bir Türk vatandaşı olarak kendisini Filistinli esirlerin usulüne göre işleyen bir tutukluluk sürecinin ortasında buldu. 22 günlük esaretin 19 gününü tek kişilik hücrede, 35 saate varan sorgularda, zaman mefhumunu yitirerek, halüsinasyonlarla mücadele ederek geçirdi. “Cennete mi düştük” diye düşündüğü cezaevindeki Filistinli esir dayanışması ile sorgu odasındaki psikolojik yıpratıcı dehşet yaşadı. Orhan Buyruk ile, Kudüs seyahatinin nasıl “ajanlık” suçlamasına, esarete ve nihayetinde diplomatik bir krize dönüştüğünü ve son yapılan esir takasında gördüğü fotoğrafların kendisine neler çağrıştırdığını konuştuk.

“REHBERLER SADECE GEZDİRMİYORLAR, İNSANLARA KUDÜS’Ü ANLATIYOR, YEREL ESNAFTAN ALIŞVERİŞ YAPILMASINI DA SAĞLIYORLAR”

Ben Gurion Havalimanı’nda karşılaştığınız rutin prosedürler ve zorluklar nasıldı?

Gerek Kudüs turlarına grup koordinatörü olarak gerekse yardım çalışmaları nedeniyle zaman zaman Filistin’e gidiyordum. Gazze hariç, Filistin’in bütün bölgelerini ziyaret imkânım oldu. Tabii gittiğimiz zaman o bölgede bu yardım çalışmalarını birlikte yürüttüğümüz Raid Salah ve ekibini de ziyaret ediyorduk. O zaman Raid Salah “terör” listesinde değildi. Çalışmalarımızın hepsi legaldi. Tel Aviv’e her gittiğimizde, gidenler bilir, havalimanında ‘Niye geldin, kime geldin, tanıdığın Filistinli var mı’ diye sorular yöneltilir. Bu sorguların saatler sürdüğü de olur. Biz de hep aynı şeye maruz kalırdık. Bütün aileme kadar sorular sordukları da olurdu.‘Sen İsrail için tehlikelisin’ denilerek deport kağıdı eline verilip ilk uçakla, içeri giremeden dönen çok arkadaşımız oldu. Özellikle rehberlerin başına geldi.

Niye rehberler? 

Çünkü bu insanlar sadece tur rehberleri değil. İnsanlara Kudüs’ü anlatıyorlar, Mescid-i Aksa’da zaman geçirmelerini, yerel esnaftan alışveriş yapmalarını sağlıyorlar. Bir dönem neredeyse rehber bulunamadı. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı, Kudüs üzerinden umre programları başlattı ve imamlara rehber haline getirildi. Çünkü hakikaten rehber yoktu. Ben de açıkçası bir gün ‘Senin girişin yasaklandı’ demelerini bekliyordum.

Tutukluluk süreciniz nasıl başladı?

15 Temmuz darbe girişiminden birkaç ay sonra yine bir Kudüs gezisi için gittiğimde yine aynı muameleye tabi tutulduk. Oradaki bekleme salonunda dünyanın her tarafından gelen insanlar vardı. Bu seferki biraz uzun sürdü ve gece yarısına doğru odadan alıp ayrı bir bölmeye götürdüler. Ben Arapça konuşabiliyorum ama çok fazla soru sorsunlar diye o gün Arapça konuşmadım. Bunun üzerine, iki yıl önce havalimanında beni uzunca Arapça sorgulayan görevli odaya geldi. ‘Arkadaşlar senin geldiğini, Arapçayı unuttuğunu söylediler. Ben de inanmadım o yüzden geldim’ demeye başladı. Ona da Arapçayı unuttuğumu söylediğimde elime vurmaya başladı. Sonra tercüman getirdiler. Tercüman hem Türkçeyi hem de İbraniceyi çok iyi konuşuyordu.

Neler sordular?

Neden geldiğimi sordular. Turizm amacıyla geldiğimi söyleyince ikna olmuyorlardı ve ‘niye geldiğimi’ çok iyi bildiklerini söylüyorlardı ve neden geldiğimi itiraf etmezsem beni tutuklayacakları yönünde tehditte bulunuyorlardı. Ben de merak etmiştim. ‘Peki neden geldim buraya sizce?’ diye sordum. İsrail’e eylem yapmaya geldiğimi söylediler. Buna itiraz edince küçük çaplı şiddet uygulamaya başladılar. ‘Ben buraya ilk defa gelmiyorum. Trafik cezam bile yoktur. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz.’ diye yanıtladım. Ben hâlâ beni deport edeceklerini düşünüyordum. Çünkü o zamana kadar havalimanında birini alıp tutukladıkları hiç olmamıştı. En son, ‘Seni buraya gönderenlerin umurunda değilsin. Tutuklanırsan bunun acısını sen çekeceksin, yapacaklarını kabul et ve ilk uçakla ailene git.’ dediler. Açıkçası blöf yaptıklarını düşündüm. Çünkü bir suç isnat edebilecekleri aklıma gelmiyordu. Bir kelepçe takıp dışarı çıkardılar ve kendilerinden bağımsız yürümemi istediler. Bir hırkam vardı, zincirin görünmemesi için onu elimin üstüne kapattılar. Bu arada biz 40 kişilik bir kafileyle gitmiştik. Bir arkadaşım ‘Seni bekleyeceğim’ demişti. O arkadaşı görmeye çalıştım ama göremedim. Arka kapıdan çıkarıp bir arazi aracına bindirdiler. Orada ayağımı da zincire vurdular. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından gözümü de bantladılar. Neresi olduğunu bilmediğim bir binaya girdiğimizi, orada askerlerin silahlarını çekmecelere koyduğunu anladım. Askerliğimi cezaevinde jandarma olarak yapmıştım ve bu tutuklu prosedürüydü. Buranın bir cezaevi olduğu anlaşılıyordu yani.

Gözümü açtıklarında, yaşlı, başında kipayla Tevrat okuyan biri kullandığım bir ilaç olup olmadığını, ameliyat geçirip geçirmediğimi sordu. Sonra yine gözümü bağlayıp başka bir odaya eşyalarımı aldılar. Esirlerin giydiği kahverengi kıyafetler vardır. O kahverengi kıyafetlerden bir tane verdiler bana giydirdiler. Ondan sonra da bir hücrenin kapısına geldik. O ana kadar bana hayal gibi geliyordu. Gerçek olduğunu hücrede anladım. Bu hücrede, 19 günü tek başıma başıma kaldım. Ondan sonrası sorgu, tek kişilik hücre, sorgu, tek kişilik hücre şeklinde devam etti. Toplamda 22 gün ellerinde kaldım.

Orhan Buyruk

“BÖCEKLERE İSİM TAKMAYA BAŞLADIM”

Nasıl bir hücreydi?

Yerde ince bir minder vardı. İki tane ince battaniye vermişlerdi. Ben birini katlayıp yastık yapıyor, diğerini üzerime örtüyordum. Açıkta bir tuvalet ve su için bir çeşme var. Bu kadar bir yer. Dapdar bir alan. Tabii, hücre şartları gerçekten çok zordu ama sorgular daha zordu. Orada, daha önce okuduğum Abdullah Bergusi’nin Yoldaki Mühendis kitabı aklıma geldi. Kitapta ’İşkence gördüm, bütün kemiklerim kırıldı ama ben tek kişilik hücreye yenildim’ diyordu. Bunun psikolojisi hakikaten çok zor. Mesela bazen sorgu için bile almıyorlar seni, 24 saatten fazla hücrede bırakıyorlar ve zaman mefhumu siliniyor. Saati soruyorsunuz söylemiyorlar. Günde iki defa yemek getiriyorlardı saatin ortalamasını o yemeklere göre hesaplamaya çalışıyorduk. Hep hayalle zihnimi diri tutmaya çalıştım. Ama hayal de çabuk bitiyor, artık düşünecek bir şey kalmıyor. Sonra gözüm duvarlara takılıyor. Duvarlar koyu gri renkli. Böyle sanki harcı atmışlar ama hiç düzleştirmemişler, girintili çıkıntılı. Yani sivri bir yerine kafayı koy kan fışkırır. Onları şekillere benzetmeye başladım, sonra duvarlardan şekil aramaya başladım. Orada böcekler de vardı. Onlara isim takıyorsun, arkadaş oluyorsun. Biri geliyor ‘Öbürü nerede kaldı?’ diye düşünüyorsun. Çünkü hakikaten yapacak hiçbir şey yok. Yürüyecek alanın da yok.

Sorgular nasıl geçiyordu?

Bir ara 35 saatten fazla sorguda kaldım. Sorgulara giderken gözünüz kapalı gidiyorsunuz. Orada yere sabitlenmiş bir tahtanın üzerinde ellerimiz arkadan bağlanmış bir şekilde oturuyorduk. O şekilde bir günden fazla kaldığım da oldu. Beni en çok bu psikolojik işkence zorladı. Gerçekten yaptığım bir şey olsaydı, bu işkencenin bitmesi için muhtemelen kabul ederdim. Bir yerden sonra artık halüsinasyon görmeye başlıyorsunuz, uykunuz geliyor, uyuyorsunuz, başınız düşüyor, kalkıyorsunuz. Zaman zaman ‘Sen, şurada şu eylemi yapan falan kişiyi tanıyor musun’ diye soruyorlardı. ‘Tanımıyorum’ yanıtını alınca ‘Sen bilirsin’ diyor ve çıkıyordu. Saatler sonra geldiklerinde tekrar aynı soruyu soruyorlar, aynı yanıtı alıp gidiyorlar yine saatlerce gelmiyorlardı. Tek başınıza, sandalyenin üstünde, elinizi arkadan bağlı.

“İŞKENCE BAŞLIYOR”

İşkence hep psikolojik boyutta mı kaldı?

Bana karşı başta uygulanmadı ama Filistinlilerin sesleri geliyordu. Yani onların bağırma seslerini, onlara vurduklarında gelen darp seslerini işitiyordum. Bir gün başka biri sorgulamak üzere gelip ‘Şimdiye kadar bana konuşmadan giden kimse olmadı. Sana da aynı uyarıyı yapıyorum, canın yanmadan konuş’ dedi. Bir şey yapmadığımı tekrarlayınca kollarını sıvamaya başladı. Sert bir şekilde göğsüme yumruk atmaya başladı. Sandalyeye bağlı olduğum için düşmedim. Çeneme de vurmaya başladı. ‘Seni ne Türkiye kurtarabilir ne de avukatlar. Mahkeme bizim emrimizde. Biz duruşmayı ertele diyoruz erteliyorlar.’ diyerek tehdit ediyordu. Bu beni fiziki olarak zorlamıştı ama 35 saati bulan eli-gözü bağlı sorgular ben ciddi anlamda etkiledi. Bazen uyuyakalıyordum, uyanıyordum. İçeriye tanıdık birisinin girdiğini görüyordum rüya mı halisünasyon mu ondan da emin değilim.

Sorgu sürecinden sonra olaylar nasıl gelişti?

Bir sabah görevli geldi ve beni hücreden dışarı çıkarttı. Kendi kıyafetlerimi çantamı verdi. Beraber geldiğim tur kafilesinin Türkiye’ye döneceği gündü. ‘Bunlar beni grupla aldılar, grupla geri gönderecekleri, galiba kurtuldum artık’ diyerek seviniyordum. Sevk aracına bindik. Araçta dışarıyı gören küçük delikler vardı. Havalimanı yolu olduğunu anladım, uçak sesleri de yakından gelmeye başlamıştı. Sevincimden yerimde duramıyordum. Ama araç havalimanını geçip gitti. Şehir merkezinden de uzaklaşıyordu. Bir saat kadar sonra kırsal bir bölgeye geldik. Çölün ortasından gidiyoruz. Ana yolu görmeyecek kadar uzak bir bölgeydi. Kıyafetlerimi vermişlerdi, çantamı vermişlerdi ama buraya getirmişlerdi. Bir süre sonra sivil kıyafetli bir ekibe teslim ettiler. ’Acaba beni infaz mı edecekler’ diye düşünmeye başladım. Onlar beni farklı bir arabaya bindirdiler ve büyük, demir bir kapısı olan bir yapının içine soktular. Burasının bir cezaevi olduğunun anladım. Biri karşılamaya geldi, Arapçamın değişik olduğunu gördüklerinde ‘Nerelisin’ diye sordular. Türkiye’den geldiğimi öğrendiklerinde neredeyse herkes çevremde topandı. Türkiye’den birinin burada neden olduğunu merak ediyorlardı. Biri çay verdi, diğeri sigara verdi. ‘Allah’ım cennete mi düştük’ diye düşündüm. Koğuşun sorumlusu vardı, Ebu Abid. Yanıma geldi, ‘Buraya gelme sebebin dışarıda kaldı. Bundan sonra bu konuları konuşmayacaksın’ diye tembihte bulundu. Bana içinde eşofman takımı, şampuan, diş macunu ve sigaranın olduğu bir çanta verdi. Bütün paramı tutuklanmadan önce İsrailliler almışlardı. ‘Bunların parasını nasıl ödeyeceğim’ dedim. Bütün masrafı Filistin Esirler Cemiyeti’nin karşıladığını söylediler. Ancak 3 gün sonra beni tekrar hücreye aldılar. Artık çıkana kadar hücreydim.

Hücre travması yaşayan Filistinli bir genç.

“ESİR TAKASINDA HÜCREDEN ÇIKANLAR NET ŞEKİLDE BELLİ OLUYOR”

Son esir değişiminde, İsrail hapishanelerinden çıkan esirlerin görüntüleri ve fotoğrafları çok dikkat çekti. Girdikleri halleriyle çıktıkları halleri arasında büyük farklar var. O görüntüleri incelediğinizde neler düşündünüz?

Hücreden mahkemeye götürdüklerinde, ‘Allah’ım, inşallah hücreye değil cezaevine dönerim’ diye dua ediyordum. Özellikle müebbet hapis almış veya İsrail’e ciddi zararları dokunmuş insanlar zaten cezaevi şartlarında kalamıyorlar. Hepsi hücredeler. Normal cezaevlerinde bir dayanışma var. İşkence, aç bırakma ve eziyetler bu hücrelerin olduğu yerlerde yaşanıyor. Mesela evet, yemek veriyor ama verdiği yemek yenecek gibi değil. Ekmeği ıslatıp, yumuşatıp, lapa yapıp yutuyorsunuz. 48 saate varan sorgulardan sonra zaten ne yiyeceksiniz ki? Dolayısıyla serbest kalan esirlerin önceki ve sonraki halleri arasındaki değişim tamamen hücre ve sorgulama merkezlerinin eseri. Sadece şimdiki esir takasında değil, daha önce de cezaevinden çıkan esirlerin videolarını izledim. Yani halet-i ruhiyesi, kilo durumu, sağlık durumu vesaire… Hiç cezaevine uğramadan hücreden çıkanların farkı net belli oluyor.  ‘Bu hücreden, diğeri cezaevinden çıkmıştır’ diye net ayırt edebilirsiniz. Orada üç günlük cezaevi bana nefes oldu yani, can suyu oldu. Dolayısıyla bir adam cezaevine uğramadan direkt hücreden çıkıp geliyorsa ayırt edilebiliyor. Ben kısa sayılabilecek bir süre buralarda kaldım ve bunları yaşadım. Yıllarca buralarda kalan insanları düşünün.

Peki siz nasıl serbest kaldınız?

Yine bir sorgudayken telefon geldi beni aşağıya indirdiler. Aşağıya indirdiklerinde gözümü açtılar, elimdeki zinciri ayağıma da bağladılar. İçeriye takım elbiseli biri girdi. ‘Merhaba Orhan Bey’ dedi. Bunca badireden sonra birinden böyle bir şey duyunca zaten şok oldum. Büyükelçilikten gelmişlerdi. Tabii biraz sitem ettim. Çünkü bu tutukluluk bana 10 yıl gibi gelmişti. Sanki hep buradaymışım gibi bir psikolojinin içine girmiştim. Orada bana yöneltilen suçlamanın “ajanlık” olduğunu öğrendim. Görüşmeden sonra beni tekrar aldılar. Artık buradan çıkamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Bir gün sonra mahkemeye çıktım. Bir odada aldıkları kıyafetlerimi verdiler. Cezaevine gideceğimi zannediyordum. Bunun için de seviniyordum. Önce çantamı sonra telefonumu, en son da pasaportumu verdiler ve ‘çık’ dediler. Kalakaldım, gidemiyorum. Hâlâ işin içinde bir oyun olduğunu sanıyordum. İsrail’e girişimin 10 yıl yasaklandığını ve serbest bırakıldığımı söylediler. Kapıda büyükelçiliğin ikinci katibi bekliyordu. İki koruma, şoför, kapıyı açıyorlar. Sudan çıkmış balık gibiydim. Kendi halimde bir adamdım, ama ben içerdeyken Türkiye’de kampanyalar başlamış. Büyükelçilikten arkadaşlar ‘Numan Bey de açıklama yaptı’ dedi. Bizim tur grubunun rehberinin adı Numan’dı. Numan Balcı. O konuşmuş sandım. Meğer Numan Kurtulmuş’tan bahsediyorlarmış. Arabada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na haber verdiler. Beni bindirdikleri uçak havalanana kadar bekleyeceklerini söylediler.

RÖPORTAJ Haberleri

“Hamas’ın Cevabı, İzzetbegoviç’in Mirasıdır”
"Dünya Filistin’i Tanıyor! Peki Soykırım Ne Olacak?"
“AK Parti, CHP’ye mağduriyet hikayesi sundu"
"Zaruret derecesinde genel affa ihtiyaç var"
"AK Parti şu an tek adam partisi, meclis de Putin’in Duma’sından farksız"