"AK Parti şu an tek adam partisi, meclis de Putin’in Duma’sından farksız"

Eski Bakan ve AK Parti kurucusu Hüseyin Çelik, yeni çözüm süreci ve meclis komisyonundan ilk çözüm sürecinde yaşananlara; AK Parti'nin bugün geldiği yerden Kürtçeye ilşkin değerlendirmelere kadar pek çok konuda dikkat çekici ifadeler kullandı. Kurucusu ol

(The Turkish Post) – TARIK GÜNDOĞAN

AK Parti kurucularından, eski Kültür ve Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Hüseyin Çelik, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile başlayan, “Terörsüz Türkiye” ve ilk çözüm süreci başta olmak üzere siyasi gündemle ilgili Turkish Post‘a önemli açıklamalarda bulundu. Çelik, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Başbakanlık ofisinde gerçekleşen ve tarihe “Dolmabahçe Toplantısı” olarak geçen görüşmenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve inisiyatifi ile gerçekleştiğini dile getirdi. Erdoğan, 20 Mart 2015’te İzleme Heyeti’nden haberinin olmadığını ve bu olaya olumlu bakmadığını açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pragmatist bir siyasetçi olduğunu kaydeden Hüseyin Çelik, “Gidişatın kendisinin ve partisinin aleyhinde olduğunu gördüğü an masayı devirir veya devrilmesine göz yumar. Dolmabahçe buluşması tamamen kendi bilgisi ve inisiyatifi ile gerçekleştiği halde haberinin olmadığını söylemişti” ifadelerini kullandı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden sonra Meclis’in sembolik hale geldiğini de savunan Çelik, TBMM’de kurulan, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ndan da çok şey beklememek gerektiğini söyledi.

Turkish Post okurlarını, AK Parti eski Genel Başkan Yardımcısı ve Parti sözcüsü Hüseyin Çelik röportajıyla baş başa bırakıyoruz…

“TBMM’NİN BİZZAT KENDİSİ ETKİSİZ”

PKK’nın silah bırakma kararı sonrası TBMM’de kurulan komisyon hakkında ne düşünüyorsunuz? Komisyonun “etkisiz kaldığı” eleştirileri sıklıkla yapılıyor malum.

TBMM’nin bizzat kendisi ne yazık ki etkisiz ve yetkisizdir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden sonra Meclis’in neredeyse bütün faaliyetleri sembolik ve seremonyal hale gelmiştir. Tek parti dönemindeki Meclis ne idiyse maalesef bugünkü Meclis de aynıdır. Putin’in Duma’sı ne ise ne yazık ki, bizim yasama meclisimiz de aynıdır. Hal böyle olunca TBMM’de kurulan bir komisyondan çok şey beklemek saflık olur. Sadece olması olmamasından iyidir. Komisyonun ismi, işlevi ve etkinliği tartışılsa bile böyle bir komisyonun kurulmuş olmasını olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum. Etkisiz kaldığına gelince, TBMM’nin bizzat kendisi etkisiz. Buradaki temel problem, Türkiye’de fiilen güçler ayrılığı prensibinin ortadan kalkmasıdır. TBMM’nin Başkanı’nın bizzat varlığı veya yokluğu bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak bir söze bağlıysa oradan irade bekleyemezsiniz.

“AK PARTİ, BAHÇELİ’NİN EMRİVAKİSİ İLE KARŞI KARŞIYA”

Devlet Bahçeli’nin çağrısı sonrasında Abdullah Öcalan, örgütün silah bırakması yönünde net bir çağrıda bulundu. Örgütün adımlarına karşı, siyasi iktidarın yavaş davranmasının nedeni sizce nedir?

Sayın Erdoğan ve Ak Parti, süreci hala tam olarak sahiplenmiş değil. Bu meselede ortakları Sayın Bahçeli’nin emrivakisi ile karşı karşıya kaldılar. Sayın Bahçeli de bu işi inisiyatif alarak ve iradesi ile başlatmış değil. Devletin görünmeyen katmanlarında pişirilen bir yemek Sayın Bahçeli tarafından servis edilmiştir. Kısa bir süre önce Apo’nun asılması için ip fırlatan, Dem Parti’nin derhal kapatılması, şayet Anayasa Mahkemesi onu kapatmayacaksa Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması, hiç olmazsa hazine yardımının kesilmesi gerektiğini yüksek sesle haykıran Sayın Bahçeli, Abdullah Öcalan’a “Kurucu Önder” deme noktasına gelmişse bütün bunları masumane fikir değişiklikleri olarak göremeyiz.

“KÜRT MESELESİ, PKK İLE ÖZDEŞLEŞTİRİLEMEZ”

Sayın Bahçeli’nin böyle bir inisiyatif almasının arkasındaki itici güç ve sebep ne olursa olsun bence hayırlı olmuştur. Ancak Kürt meselesini PKK ile özdeşleştirmek vahim bir hatadır. PKK yokken de Kürt Meselesi vardı, PKK kendisini tamamen yok etse de, bugünkü ırkçı yaklaşım var olduğu sürece Kürt meselesi yine var olacaktır. Problemleri hukuk zemininde halletmeniz için önce hukuk devleti olmanız lazım. Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Sadece hukuk devleti de yetmez hukukun üstünlüğünün var olması lazım. Demokrasi yoksa insan hakları sakatsa, düşünce özgürlüğü ayaklar altında ise, basın hürriyeti sözde ise, aykırı söz söyleyenler cezaevini boyluyorsa, çoğulculuk temenni olarak mevcutsa orada huzuru ve barışı sağlayamazsınız. Gerçekten “terörsüz Türkiye” istiyorsak hukukun ayaklar altında olduğu bir ülke olmaktan vazgeçmeliyiz.

Malumunuz ilk “Çözüm Süreci” döneminde hem hükümetin içinde hem de kamuoyunda farklı sesler vardı. Sizce süreç o dönemde neden başarısız oldu, asıl sorumluluk kimdeydi?

İlk çözüm sürecinde her iki taraf da samimiyetsizdi. Orada temelde üzerinde uzlaşılan iki konu vardı. Bir, parmaklar tetikten çekilecek, iki, bütün silahlı PKK’lı unsurlar yurt dışına gidecekti. Ardından oluşacak terörsüz ve çatışmasız ortamda devletin yetkilileri, uzmanlar, siyasetçiler, STK’lar, Kürt kanaat önderleri bir araya gelip işin siyasi, hukuki, kültürel, sosyal ve ekonomik boyutlarını; yapılması gerekenleri ve yapılmaması gerekenleri konuşacaktı. Ancak buna imkân bırakılmadı.

Silahlar sustu ama PKK’lılar yurt dışına gideceklerine şehir merkezlerine yerleştirildiler. Sur’da, Silvan’da, Cizre’de; Şırnak’ta, Silopi’de ve daha birçok yerde kazılan hendekler ve sonrasında olanlar bu tercihin sonucu idi. PKK’lıların yaptığının kabul edilebilir tarafı yoktu ama devlet de oralarda orantısız güç kullandı ve çok sert müdahale etti. Masum birçok vatandaş olup bitenlerin mağduru ve kurbanı oldu ne yazık ki…

“PKK, İLK ÇÖZÜM SÜRECİNDE ESNAFTAN HARAÇ KESTİ”

PKK, Çözüm sürecinden yararlanarak yol kesmelere tam gaz devam etti. Propaganda çadırları kurdular. Kendilerince vergi daireleri ve mahkemeler kurdular. Esnafı ve tüccarı daha çok haraca kestiler. Nihayet Ceylanpınar’da kafasına sıkılarak şehit edilen iki polis memurunun öldürülmesini PKK üstlenince zaten çoktan yan yatmış masa devrildi. Sonradan ortaya çıkan balistik incelemeler, işin şeklinin çok farklı olduğunu ortaya koydu. Sayın Erdoğan, pragmatist bir siyasetçidir. Gidişatın kendisinin ve partisinin aleyhinde olduğunu gördüğü an masayı devirir veya devrilmesine göz yumar. Dolmabahçe buluşması tamamen kendi bilgisi ve inisiyatifi ile gerçekleştiği halde haberinin olmadığını söylemişti. Dönemin hükümet sözcüsü Sayın Bülent Arınç kimin nereye oturacağına bile Sayın Erdoğan’ın karar verdiğini kamuoyuna açıkladı. Ama artık ortada masa falan kalmamıştı.

“BİRİNCİ ÇÖZÜM SÜRECİNİN GÖBEĞİNDEYDİM”

Ben birinci çözüm sürecinin göbeğinde olduğum için her şeyi milimetrik biliyorum. O zaman Ak Parti Sözcüsü, Tanıtım ve Medya Başkanı idim. Konu ile ilgili olarak yaptığımız neredeyse bütün yayınlar benim kalemimden çıktı. Ancak kılıç yeniden meydan alınca kalemin bir hükmü ne yazık ki olmuyor. Sütten ağzı yanmış birisi olarak ben bugünkü yoğurdu üfleyerek yemeğe çalışıyorum. Bundan dolayıdır ki ben konuyla ilgili romantik iyimserlerden değilim, ben ihtiyatlı hatta kaygılı iyimserlerdenim. İyimserliğim aktörlere güvenimden değil, ülkemizin bu beladan kurtulmasını istediğimdendir.

“İNKAR VE ASİMİLASYON AŞAMALARI GERİDE KALDI”

Kürt meselesinde “inkâr ve asimilasyon politikaları”nın sona erdiğini söylemiştiniz. Peki, bugün gelinen noktada devlet politikalarının yeniden güvenlik eksenine kaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elbette Kürt Meselesi’nde inkar ve sistematik asimilasyon aşamaları geride kalmıştır. Çünkü köprünün altından çok sular aktı. Bundan sonra isteseniz de artık olmaz. Ancak bir halkın asli hüviyetiyle var olmasını kabul etmek başka, o insanların aidiyet duygusuyla ülkelerine ve devletlerine bağlanmalarını sağlayacak hukuki, ekonomik, kültürel, sosyal ve özetle insani zemini hazırlamak başka şeylerdir. Yönetilmesi en zor ülke, gayrimemnunu çok olan ülkedir.

Türkiye’de Ak Parti iktidarına kadar dört kesim kendisini öteki hissediyordu ve gayrimemnundu. Gayrimüslimler, Mütedeyyin İnsanlar, Kürtler ve Aleviler… Gayrimüslimlerle ilgili olarak AB üyelik sürecinde birçok iyileştirme yapıldı. Onların hala birçok sıkıntısı var ama Ak Parti hükümetleri döneminde konu ile ilgili çok olumlu adımlar atıldığı da bir gerçektir. Mütedeyyin insanların başta başörtüsü olmak üzere birçok problemi çözüme kavuşturuldu. Kürt Meselesi’nde de birçok adım atıldı. Ancak bunlar gıdım gıdım ve çoğu zaman da uygulamasında sıkıntılar çıkarılacak şekilde hayata geçirildi. Demokratik, medeni ülkelerdeki çoğulcu, rahat anlayış hiçbir zaman bizde olmadı.

“GEZİ OLAYLARINDA ÖZGÜRLÜKLER FEDA EDİLDİ”

Gezi olaylarından sonra ise ne yazık ki, birçok özgürlük, güvenlikçi kaygılara feda edildi. Bir ülkede özgürlük ve güvenlik dengesi sağlanmazsa ya anarşi ve kargaşa ya da otoriterlik, totaliterlik hayata hâkim olur. Maalesef bugün ikincisini her alanda hissediyoruz.

“HERKES ANADİLİNİ ÖĞRENSİN VE ÖĞRETSİN”

Çözüm süreci döneminde anadilde eğitim talepleri çok gündeme geldi. Siz hem bir akademisyen hem de eski bakan olarak anadilde eğitime nasıl bakıyorsunuz?

Herkesin anadili, annesinin sütü kadar değerli ve kendi helalidir. Anadili yasaklayan anlayış, inkarcı, asimile edici faşist anlayıştır. Her dil Allah’ın birer ayetidir. İnsanların kimliklerinin olmazsa olmazı olan anadillerini yok saymak, yasaklamak, küçümsemek kulların da Allah’ın da hoşuna gitmeyecek şeylerdir.

Türkçe resmi dildir. Herkes Türkçe’yi elbette öğrensin ve kullansın ama bunun yanında kendi anadilini de öğrensin, öğretsin, konuşsun, her türlü yayını yapabilsin. İstiyorsa anadilinde eğitim de görsün. Bugün dünyada yedi sekiz ayrı dilde eğitim yapan ülkeler var. Bu böyledir diye buralarda bölücülük ve terör de yok. Aksine huzur ve ülkesini sahiplenme var. Esas bölünme, beyinlerde ve yüreklerde olan bölünmedir. Dininden, dilinden, siyasi ve felsefi tercihlerinden dolayı dışlanan veya otoriteden dayak yiyenlerin bölücü olması ve öteki moduna geçmesi en çok rastlanan şeydir.

“TEK ADAMA DAYALI YAPILARDA, LİDER LOKOMOTİFTİR”

AK Parti’nin demokratikleşme vaatlerinin çoğu rafa kaldırıldı. Sizce AK Parti, önceki dönemde iktidarını güçlendirmek için mi çözüm süreci ve demokrasi söylemlerini kullandı?

Ak Parti, kurulurken bir kadro hareketi idi. Malum, dünyanın en yüksek tepesi Everest Tepesi’dir ama Everest oradaki varlığını ve duruşunu Himalaya sıra dağlarına borçludur. Himalayalar olmazsa Everest orada duramaz. Everest o dağların omuzuna basarak orada duruyor. Demokratik siyasi hareketler de böyledir. Tepede bir lider vardır ama o lider altındaki kadronun sadece orkestra şefidir. Orkestrada birbirine zıt sesler çıkaran enstrümanlar vardır ama şef maharet ve becerisi ile o farklı seslerden bir armoni çıkarır. Tek adama dayalı diktatoryal yapılarda ise lider lokomotiftir. Peşindeki vagonların bir iradesi ve fonksiyonu yoktur, lokomotif giderse gider; durursa durur.

“AK PARTİ ŞU ANDA BİR TEK ADAM PARTİSİDİR”

Ak Parti, şu anda bir tek adam partisidir. Yani partide orkestrasyon yoktur. Ak Parti’nin programı dünyadaki en çoğulcu ve demokrat programlardan biridir. Ancak kağıt üzerinde yazılı metinler ne kadar mükemmel olursa olsun uygulanmadığı zaman bir anlam ifade etmezler. Konfiçyus der ki: “Hükümdar adil olursa kanuna gerek yoktur; hükümdar adil değilse kanunun anlamı yoktur.” Ben kuruluştaki kadronun samimi ve hasbi olduğuna inanıyorum. Ancak o kadro sistematik bir şekilde tasfiye edildi. Liderler zayıfken etraflarına liyakat ve ehliyet prensibine dayalı olarak güçlü insanları toplarlar. Ne zaman ki güçlenir, ayakları iyice yer tutar, o zaman o güçlü insanları kendileri için tehdit unsuru olarak görmeye başlarlar. Onları uzaklaştırır, onların yerine mutlak sadakat ve biat esasına dayalı olarak zayıf adamlar getirirler. Onlar ise liderin masumane öksürüklerinde bile mana ve makam ararlar.

“SALTANAT VE TEK ADAMLIK, İTİRAZ KABUL ETMEZ”

Bu durum Ak Parti’ye ve liderine mahsus bir durum da değildir. Yakın tarihimizde Sultan Abdülhamid’e, Mustafa Kemal’e ve daha birçoğuna bakın aynı durumu göreceksiniz. Saltanat veya tek adamlık, itiraz kabul etmez, eleştiri kabul etmez, ortak kabul etmez. Ortak aklın, çok sesliliğin, tartışmanın olmadığı yerde demokratikleşme olmadığı gibi var olan demokratik değerler de süreç içinde rafa kalkar, tıpkı bugünkü gibi.

“İNSAN HATADAN HALİ DEĞİLDİR”

Siz yıllarca iktidarın merkezinde, Grup Başkanvekili, Bakan ve Parti Sözcüsü olarak görev yaptınız. Bugün geriye dönüp baktığınızda, AK Parti’nin otoriterleşmesinin taşlarının döşenmesinde, herhangi bir hatanız olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette, insan hatadan hali değildir. Hatasızlık ve günahsızlık sıfatı dediğimiz “İsmet Sıfatı” peygamberlere hastır. Kurmay kadro olarak bu hale gelinmesini, erken davransaydık, belki önleyebilirdik. Burada nefsimi temize çıkarma gayretinde olmayacağım ama parti ve hükümet içinde gördüğüm eksiklik, aksaklık ve kötüye gidişatla ilgili olarak her zaman gereken uyarıları yapmış birisiyim.

“BEN MAKAM ELDEN GİTTİ DİYE KONUŞANLARDAN DEĞİLİM”

Ben mevki ve makam elden gitti diye konuşup eleştirenlerden değilim. O günlerde içerde olduğum için eleştirilerimi içerde yapıyordum. Bugün dışarıdayım ve hak, hukuk, adalet ve ilkelilik adına bir duruş sergilemeye çalışıyorum. Ben daha üç aylık Kültür Bakanı iken Sayın Erdoğan’ın bütün ısrarlarına rağmen, vicdanımın sesine kulak vererek 1 Mart Tezkeresi’ne red oyu kullanmış bir insanım. Benimle ilgili takdir elbette kamuoyunundur.

“TÜRKİYE’DE BİR TEK VATANDAŞIN ADINDA VEYA SOYADINDA KÜRT KELİMESİNE RASTLAYAMAZSINIZ”

Sizin de içinde yer aldığınız Demokrasi Platformu’nun Dünya Barış Günü bildirisinde devletin ötekileştirilen ve kendini öteki gören herkesle barışması gerektiği vurgulanıyor. Bunu biraz açar mısınız, ne demek istiyorsunuz? Kimdir misal o ötekiler?

Yukarıda bir soruya verdiğim cevapta bu konuya açıklık getirdiğimi sanıyorum. Hani şu Cumhuriyet döneminde ötekileştirilen dört grup var ya, onlardan söz ediyorum. Türkiye’ye mülteci olarak çeşitli zamanlarda gelen Boşnaklar, Arnavutlar, Gürcüler ve hepsine Çerkes dediğimiz 11-12 Kafkasyalı halkın çok önemli bir kısmı gönüllü olarak asimile oldular. Az bir kısmı asimilasyona direniyor.

Kürtler ise asırlardan beri Doğu Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın asli ve yerleşik kavimlerindendir. Türkiye’de etnik nüfus olarak Türklerden sonra ikinci çoğunluğa sahiptirler. Bizim devletimiz ile Kürtler arasında yaşananları burada tekrarlamanın anlamı yok. En has Kürtlerin soyadı, Türk, Öztürk, Öztürkçü, Türkmen, Özbek, Türkmenoğlu vb. kelimelerle başlayıp bitiyor. Türkiye’de bir tek vatandaşın adında veya soyadında Kürt kelimesine rastlayamazsınız. Bu konu, tek başına asimilasyoncu zihniyetin sakatlığını ortaya koymak için yeterlidir.

“HERKES KENDİ RENGİNİ MUHAFAZA ETSİN”

Türk’ün, Kürt’ün, Alevi’nin, Sünni’nin, Gayrimüslimin bir arada ve huzur içinde yaşamaları için aynileşmek gibi bir mecburiyetleri yoktur. Herkes kendi rengini muhafaza etsin ama gökkuşağı içindeki yerini de alsın. Gökkuşağının güzelliği renklerin çeşitliliği ve armonik olarak bir arada olmalarından kaynaklanıyor.

Demokrasiler “veyacı” değil: “veci”dir. “Sen veya ben” değil; çözüm “sen ve ben”dedir. “Sen ya da ben” dediniz mi, karşıdakini ötekileştiriyorsunuz demektir. “Hem sen hem ben” dediniz mi huzur bulursunuz. Ben kendimi bildim bileli nutuk atmaya çıkan devlet yetkilileri söze “milli birlik ve beraberliğe her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şu günlerde” diye başlarlar. Peki, nasıl sağlayacağız bunu? Cevap “bana dönüş” veya “tek tipleşerek”tir. Bu dayatma akli, insani ve İslami değildir.

RÖPORTAJ Haberleri

“Hamas’ın Cevabı, İzzetbegoviç’in Mirasıdır”
"Dünya Filistin’i Tanıyor! Peki Soykırım Ne Olacak?"
“AK Parti, CHP’ye mağduriyet hikayesi sundu"
"Zaruret derecesinde genel affa ihtiyaç var"
"ABD’nin çekilmesi IŞİD’i yeniden canlandıracak"