Postmodern Helenizme meydan okumak
Önceki yazıda anlattıklarımızdan şunu anlıyoruz:
Helenleştirme, Antik Grek kültürünün Helenistik dünyaya yayılmasıydı. Aristo’nun öğrencisi Büyük İskender, bilinçli bir Helenleştirme politikası takip etmişti. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi amacı, Helen kültürünü mümkün olan en geniş alanlara yaymaktı; bunu kendi askerî ve siyasî hâkimiyetinin önemli bir aracı olarak görüyordu.
Büyük İskender’in geçtiği yerlerde bulduğu kitap, tarihî eser ve orijinal bitki ve nesneleri hocasına göndermesi, Aristo’nun geliştirdiği felsefede önemli bir kaynak malzeme rolü oynamıştır.
1) Yunan felsefesi, Helenistik dönemin başlamasıyla Roma dönemine ait iki ana akım olan Stoacılar ve İskenderiye merkezli Yeni Platonculuk’la devam edecek, sonunda Hristiyan felsefesiyle yepyeni bir kavşağa girecektir. Roma’yla birlikte Aristo felsefesinde merkezi konuma sahip metafizik, eskisi kadar ilgiye mazhar olmayacak; tek tek bilimsel konulara ve olgulara ilgi artacaktır. Bu dönemde matematik, filoloji, tabiat bilimleri ve tarih gibi disiplinlerin önem kazandığını görüyoruz.
2) Teorik felsefî konular yerini pratik hayatla ilgili sorunlara bırakacaktır. Roma’nın devasa bir askerî ve idarî imparatorluk olması bunu bir bakıma gerektiriyordu. Bilimler aracılığıyla insan hayatını belirlemek ve mutluluk için gerekli bilgeliğin nasıl temin edileceği konusu üzerinde yoğunlaşılmıştır. Merkezi soru “Bilgece hayat nedir, nasıl temin edilir?” sorusu olmuş; bu da bir miktar Yunan felsefesinden uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir.
Şu var ki, tamamen Yunan felsefesinden kopulmuş değildir.
Felsefî–teorik konular önemini korumuş; ancak artık bu konular zihinsel bir aydınlanmaya hizmet etmekten çok, bilgece bir hayatın nasıl yaşanacağı sorularına cevap ararken başvurulan meseleler konumuna geçmiştir.
Bunun bariz iki örneği Stoacılık ile Yeni Platonculuk’tur. Her iki akım, pratik amaçlarına ulaşmak için sık sık Yunan felsefesine dönme ihtiyacı hissetmiştir.
3) Bunun önemli sonuçlarından biri felsefenin din karşısındaki tutumudur.
Yunan felsefesi yerleşik dinle sorunlar yaşıyordu. Sokrates’e idam cezası verilmesinin sebebi, Atinalı gençlerin inançlarını ve dinî kabullerini bozmasıydı. Helenistik dönemde felsefe, “bilgece hayat” düsturunu “dinîn yerine” ikame etmeye yönelmiştir. Yeni varsayıma göre kişi, dine referans vermeden de bilgece yaşayabilir ve mutlu olabilir.
Roma’da “din-devlet ayrılığı”nın temelleri olmadığından, felsefeyle uğraşanlar bilgeliği felsefede aramaya koyulmuşlardır. Helenistik–Roma felsefesinde genel toplumsal mutluluktan çok, tek tek kişilerin mutluluğu önem kazanmıştır.
Stoacı Roma felsefesi tam anlamıyla bir “ahlak felsefesi”dir. Kişinin mutluluğunu bilgelikte ve bilgece hayat pratiklerinde aradığından, zorunlu olarak dinle çatışacaktı; nitekim öyle de oldu. Epikürizm bunun somut örneklerinden biridir.
4. Ancak dinden kopuk, dini dışarıda bırakan tamamen felsefî bir ahlak öğretisi veya bilgece hayat, mutluluğu arayanlara kâfi gelmediğinden, Yunan felsefesinin doğudaki inanışlar ve dinlerle karışmasından sonra felsefe giderek dinî bir renk almaya başlamıştır. Bunun tipik örneği, İskenderiyeli Plotinus’un (ö. 270) “Bir’den bir çıkar!” ilkesine dayalı Yeni Platonculuğudur.
5. Helenistik–Roma döneminin felsefe açısından iki ana evresi vardır:
a. Ahlakî dönem: Aristo’dan hemen sonra başlar.
b. Dinî dönem: Hz. İsa’nın doğumunun hemen öncesi ve sonrasında başlar (Milat).
6. Yahudi ve Hristiyan teologlarının Yunan felsefesiyle karşılaşmaları bu dönemin önemli gelişmelerindendir. Bu süreçte “Yahudilik ve Hristiyanlığın felsefe karşısındaki konumu nedir?” sorusu üzerinde yoğunlaşılmıştır.
7. Helenistik dönemin Hristiyanlığı ilgilendiren önemli yönlerinden biri de İncil yazarlarının, Hz. İsa’nın gezip tebliğ yaptığı bölgeyi adım adım dolaşırken, Aramice inmiş bulunan İncil’i Grekçe kaleme almalarıdır.
8. Müslüman filozoflara gelince, Helenistik dönemle birlikte iki ana akım ortaya çıkmıştır:
a. Meşşailer: Kindî, Farabî, İbn Sînâ ve daha sonra İbn Rüşd.
Din ile felsefe arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaştılar. Vahiy ve nübüvveti felsefeye dahil ettiler. Farabî, Platon ile Aristo’yu uzlaştırmaya çalıştı.
b. Tasavvuf (özellikle vahdet-i vücûd):
Muhyiddin İbn Arabî, Plotinus’un Yeni Platonculuğunu İslam’a tercüme etti.
9. Helenistik dönem, İslam dünyasını kelam, felsefe ve tasavvuf alanlarında derinden etkiledi.
Buna üç ana cevap verildi:
a. Gazali’nin “Tehâfüt”ü
b. Fahruddin er-Razî’nin kelam–felsefe sentezi
c. Molla Sadra’nın olgunlaştığı tasavvuf–felsefe sentezi olan İrfan felsefesi
Yahudiler, Roma valisini Hz. İsa’ya ölüm cezası vermesi için zorladılar. Valinin gönlü İsa yerine Barabbas’ı idam etmekten yanaydı.
Yahudilerin şımarıklığı ve fütursuzluğu, kendilerine her türlü yardımı yapan Roma’da zamanla öfkeye dönüştü. Miladî 70’te, yani İsa’dan yarım asır sonra Romalılar Kudüs’e girip şehri harabeye çevirdiler, Yahudileri kılıçtan geçirdiler, Mabed’i yerle bir ettiler; böylece Yahudilerin iki bin yıl sürecek yeryüzü sürgünleri başlamış oldu.
Bugün Batı ülkeleri ve Amerika kayıtsız şartsız İsrail’in yanında görünüyorsa da –ki öyledir– kitlelerin vicdanının derinliklerinde İsrail’e ve Siyonizme karşı büyük bir öfke ve dinmeyen nefret birikmektedir. Belki de İsrail’e en büyük desteği veren “Üçüncü Roma”, ikinci kez yapacağını yapacaktır.
Siyasî ve idarî merciler üzerinde etkisi olmayan bizlere düşen; İbn Sînâların, Eş‘arîlerin, Gazalîlerin, Molla Sadrâların, Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve bilhassa Fahruddin er-Razî’nin yaptığı gibi yapmak; postmodern Helenizme meydan okumaktır.


