1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Medyamızla ne yapabiliriz?
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Medyamızla ne yapabiliriz?

A+A-

Bizim cenahta modern bir mecra olan “medyanın kullanımı”yla ilgili şu durum tespiti ve soru önemlidir: “Cumhuriyeti, mevcut rejimi, savunan sağ ve sol cenahın aydınları toplumun belirli virajlara yönelmesi için medya dahil olmak üzere her mecrayı bu zamana kadar iyi kullanmıştır. Şimdi ise onların boş bıraktığı veya bırakmak zorunda kaldığı koltuklara İslamcı muhafazakar diye adlandıracağımız yazarlar aydınlar mütefekkirler geçmiştir. Cumhuriyet modernleşmesinin ürettiği aydın tipi ile mütedeyyin muhafazakarların üretmiş olduğu aydın tipi arasında bir benzerlik var mıdır?”

Tabii ki böyle bir benzerlikten söz etmek mümkün, çünkü Müslüman aydınlar referansları batı olan sağ veya sol aydınlardan alıyorlar, aldıklarını tüketiyorlar. Alıp tükettikleri şeyler üzerinde düşünmüyorlar, kritiğini yapmıyorlar, kelami ve fıkhi bir kritik yapmadan aldıkları şey onları dönüştürüyor, kendine benzetiyor.

Bu zihni-manevi bir musibettir ve bunun kaynaklarına indiğimizde karşımıza çıkan şeyin iktidar olduğunu görüyoruz. Sağ ve sol kesimler, bütün fraksiyonlarıyla iktidar peşinde olmuşlardır, sağa veya sola öykünen Müslüman aydınlar da iktidarı, iktidara erişmeyi asli gaye hale getirdiler. Bu trajediyi iyi anlatan otel metaforudur. Sağ veya sol öfkeli grupların yedi yıldızlı bir otelin önünde gösteri yaptıklarını düşünelim, öfkeleri neden kendilerinin içinde değil de dışında kaldıklarına, bırakıldıklarına dairdir. Müslümanın tepkisi bu olmamalı, o böyle bir otelin müstekbirlere, sömürücülere, namus satıcılarına ait cürüm yuvası olmasına olmalıdır. Dünyevileşmiş bir iktidar mücadelesi bundan ibarettir.

Müslüman aydın sağcı ve muhafazakar kimliği benimsedikten sonra iktidarı temellük etmek istedi, iktidarın kendisini kritik etmedi, iktidar öylesine cazip hale geldi ki, Müslüman iktidarı elde tutmak için bazı şeyleri mübah görmeye başladı.

Seküler doğası dolayısıyla iktidarın bir özelliği var, bu bütün dünyada aynı karaktere sahip bulunmaktadır. İktidar adaletsizdir, referansını ilahi emir ve nehyleriden almaz, bu özelliği dolayısıyla tamı tamına eğri bir cetvele benzer. Eğri bir cetvelden düz çizgi çıkmaz. Bu cetveli Hz. Ömer’e verseniz bile düz çizgi çıkaramaz.

Şu halde ilk yapılması gereken modern iktidarın doğasını, yapısını, işleyiş buçumunu kelami ve fıkhi zeminde kritik etmek olmalıdır. Bunu Müslüman aydınlar ve siyaset erbabı yapmadı, yapılmasına da hoş gözle bakmadı. Sanki büyük bedellerin ödendiği mücadele sadece iktidarı ele geçirmekten ibaretti, ele geçen iktidarı artık kimse bir başkasına geçmesin diye korumak üzere zihni ve siyasi politik tutum almaya başladı.

Öyle bir noktaya gelindi ki devleti ele geçirdiklerini düşünenleri devlet ele geçirmiş oldu, insanların içine devlet kaçtı. Devlet bir ruhtur,  yok olmuyor,  ruh göçü gibi bedenden bedene geçiyor. Bir gün sosyal demokrat bir bedene,  bir gün sağ muhafazakar bir bedene , birgün dindar bir bedene de geçiyor. Hangi bedene geçerse geçsin aynı refleksi gösteriyor.

İşte Müslüman aydınların en büyük handikapı bu oldu, onlar da iktidarın nimetlerini kullanıyor, adaletsiz bir düzeni savunuyor, bu arada dinlerinin temel prensiplerini n dışına çıkıyorlar. Olup biteni eski İslami hassasiyeti olanların mekanı kullanma biçimlerine, benimsedikleri yeni hayat tarzına bakın. Pahalı eşarp takıp tank gibi jeeplere binen bayanın yoksullar, emekliler, dar gelirliler umurunda değil;  Sünnete uygun hayat ise artık eski bir söylemden ibaret. Başörtüsü mücadelesinin kazanılıp tesettürün kaybedilmiş olması, yaşadığımız dramın çarpıcı bir tablosu.

Peki, ne yapmak lazım?

Yapılacak şey, tekrar Efendimizin Sünnetini ihya etmek. Muhaazakar mütedeyyin yeni zümreler hayatın içinde değiller, Pazar arabalarını alıp pazara gitmiyorlar, kalın duvarlarla çevrili sitelerinde bir kavanoz içinde yaşıyorlar, bu zümrelerin yoksullardan, ezilenlerden, hapishanelerde çürüyenlerden haberleri yok. Sözünü ettiğimiz kesimlerin –ki sayıları milyonlarla ifade edilebilir- kendilerini ifade edemiyorlar, kendilerini ifade edebilmeleri bir imkan meselesidir ve bu imkana sahip olanlar kamuoyunu oluşturabiliyorlar. Muhafazakar dindar medyasına bakın, toplumun gerçeklerinden neredeyse kopmuş vaziyetteler.

Dışlanmışlar, dezavantajlı konuma düşenleri ancak selim akıl ve temiz vicdan sahip Müslümanlar medya mecralarıyla bunların seslerini duyurabilirler. Bütün peygamberlere ilk olumlu cevap verenler müstaz’af insanlar olmuştur. Dinini ciddiye alan bilinç sahibi bizler de sahip olduğumuz medyada onların sesi olamıyorsak, ahlaki görevimizi yerine getirmiş olamayız. Modern zamanlarda kendini kamusal alanda ifade edemeyenler yok hükmündedir.

Kamusal alan demek, medyada görünmek demektir. Bu kesimlerin televizyonları, gazeteleri yok. Bunlar sessiz, kimsesiz insanlar. Bizler bundan 50 sene önce son derece zayıf mecralarla kamusal alana çıktığımızda “sessizlerin sesi-kimsesizlerin kimsesi” olacağımıza dair taahhütte bulunmuştuk. Bu konuda Peygamberimizin Sünneti ve Sireti referansmızıdır. Peygamberimiz ilk ortaya çıktığında onun çağrısına kim önce cevap verdi.?Bilal-i Habeşi  gibi köleler, ezilenler, yoksullar.. Bir de Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz. Hamza gibi zengin, kuvvetli ama fıtratı bozulmamış, hanif ruhlu adamlar.

Bu toplumu dönüştürmek mümkün, yol haritamız iman ve salih amel olarak belirlendiği takdirde. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.) ve sahabe neyi başardılarsa, bizler de onların yol haritasını takip ederek başarabiliriz, eğer onlar istisna olsalardı, başka bir deyişle onların başardıklarını başka insanoğlunun başarması tümüyle imkansız olsaydı Kur’an-ı Kerim  bize Hz. Peygamber’i “rol model,  güzel örnek” (33/Ahzab, 21)  göstermezdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar