İnsanlık Sendromunun U Çukuru

İnsanlık Sendromunun U Çukuru

Bireylerin yaşadığı tatminsizlik, yalnızlık ve başarısızlık duyguları, çocukların bombalandığı, savaşların dijitalleştiği bir çağda insanlığın “U çukuru”na yuvarlandığını gösteriyor. Felsefe profesörü Kieran Setiya’ya göre bu çukur, bireyin orta yaşta yaş

A+A-

YUSUF TOSUN - Perspektif

Bugün bireylerin yaşadığı bunalımlarla birlikte toplumsal bir kriz de yaşıyoruz. Bireylerin içine saplandığı tatminsizlik, pişmanlık, yalnızlık, yetersizlik, başarısızlık… yanında çocukların vahşice katledildiği, insanların yaşlı-genç demeden barbarca bombalandığı, savaşların tüm dünyayı sardığı bir dönemi soluyoruz. İşte Gazze, Ukrayna, İran, Suriye… Sözüm ona teknolojinin en üst seviyede seyrettiği dijital çağdayız. Hâl böyle olunca savaşlar da dijital oluyor. Demir kubbe, insansız hava araçları, nokta vuruşlar, süpersonik füzeler, uzaktan cihaz patlatmalar, yüz okuma sistemleri… ve daha birçok yöntem yapay zekâ desteğiyle yapılıyor. 

Lakin insanlığımız hala diplerde seyrediyor. İnsan kanı oluk oluk akıyor. Her gün onlarca çocuk bombalanıyor ve dahi açlıktan, susuzluktan ölüyor. Hiç bu kadar barbar, vahşi ve de biçare bir duruma düşmedik herhalde. Sanki hem birey hem de toplum olarak insanlığını unutmuşçasına bir alzheimer hali yaşıyoruz. Bu durum tam da “U çukuru”nun en dibini anımsatıyor bize. Evet, insanlık bugün U çukurunda debeleniyor. Hem de öyle, böyle değil. 

Peki nedir bu “U Çukuru?

Orta Yaş Krizi ve Setiya’nın U Eğrisi

Orta yaş krizi ilk olarak 1965 yılında Elliott Jaques (1917–2003) tarafından ortaya atılmış ve özellikle Batı toplumunda orta yaşlarda ya da orta yaşlılarda, gençlik çağlarını geride bırakmanın duygusallığı ve yaşlanmanın hissedilmesi ile dramatik olarak özgüvenin azalması sonucu görülen bir süreç olarak tanımlanıyor kaynaklarda. Orta yaş döneminde olan erişkinlerin çoğu, hayatlarının yarısını tüketmiş olabilecekleri düşüncesi ile orta yaş sendromuna girebilmektedir.

Etik, epistemoloji ve zihin felsefesi alanında da çalışmalar yapan İngiliz Profesör Kieran Setiya ise bir kitabına da isim olan söz konusu  “Orta Yaş Krizi”ni dikkat çekici bir metaforla açıklar. Bu metafor; U Eğrisi’dir. İngiltere Hull doğumlu genç felsefe profesörü Setiya’ya göre orta yaş krizi, bireysel hayatın 35-45 yaşları arasında yoğunlaştığı bir bunalım sürecidir. Kişiden kişiye değişkenlik arz eden bu bunalım 50-55 yaşlarına kadar devam edebilir. 

Birey yaşamını U grafiği üzerinden okuyan Setiya, dikkatlerimizi daha çok bu grafiğin U çukurunda yaşananlara yoğunlaştırır. İşte bu çukur, kişiden kişiye farklılık gösterebilen bireyin 35-55 yaş aralığıdır. Ya da başka bir ifadeyle 40 yaş sendromudur.  Profesör Setiya’nın teorisine göre bireyin yaşamı yükselişle başlar, orta yaşta bir düşüş yaşar ve sonrasında yeniden yükselme eğilimi gösterir. Bu iniş, çoğu zaman pişmanlıklar, tükenmişlikler, imkânların daralması ve geçmişin muhasebesiyle doludur.

Dünyada az da olsa bilim insanları farklı zaman dilimlerinde bu orta yaş sendromuna yoğunlaştı. Ancak ortak kabul görmüş çıktılar henüz alınabilmiş değil. Fakat konuya ilgi her geçen gün artıyor. Mesela; “Dartmouth College’dan İktsatçı Davit Blanchf-Lower ve Warwick Üniversitesi’nden ekonomist Andrew Oswald 2008’de ‘İyi Olma Hali Ömür Döngüsünde U Biçimli midir?’ adlı bir makale yayınladı. Blanchflower ve Oswald gelir, medeni hal ve iş durumuna göre uyarlama yaparak, yaşa göre bildirilen mutluluk düzeyinin en düşük noktası ortalama 46 yaş olacak şekilde, yetişkinliğin ilk döneminde yüksek başlayıp yaşlılıkta daha da yüksek biten,  hafifçe kıvrılan bir U eğrisi buldu. Bu şablon dünyada 72 ülkede ortaya çıktı. Erkeklerde ve kadınlarda benzer durumdaydı ve regresyon analizi, ebeveynlik stresi açıklamasını dışarıda bıraktı. U eğrisi yaygındı, sağlamdı ve psikolojik olarak gerçekti.” (Setiya, 2023: S:23)

Setiya farklı ülkelerde araştırmalar yapan söz konusu bilim insanlarının donelerini de göz önünde bulundurarak orta yaş krizine işte bu U eğrisi bağlamında “içten bir bakış”, “felsefik bir yaklaşım” denemesinde bulunur. İşin doğrusu U eğrisindeki bu iniş-çıkışları birçok sanatçı-yazar hayatında daha bariz bir şekilde yaşar. Tıpkı otuz beşindeki Dante gibi:

“Yaşam yolumuzun ortasında
Karanlık bir ormanda buldum kendimi,
Çünkü doğru yol yitmişti.

Ah, içimdeki korkuyu
Tazeleyen, balta girmemiş o sarp, güçlü
Ormanı anlatabilmek ne zor!”

Dante’den ilhamla Cahit Sıtkı Tarancı’nın otuz beş yaşı ise durumu daha anlaşılır kılar: 

“Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.” 

Özetle Setiya; bu dönemde yaşanan boşluk hissini, pişmanlıkları, tükenmişliği, daralan seçenek alanını… psikolojik ve felsefi boyutlarıyla analiz eder ve şöyle der: “Orta yaş krizi yaygın olmasa bile, insan hayatının aslında yayılmış zamansal taraflarına dayanır: imkânların gittikçe azalması, girişilen işlerin tamamlanması veya başarısızlığa uğraması, yaşam öyküsünün birikmesi…” (Setiya, 2023: S:29)

Aslında bu dönem, sadece varoluşsal değil, aynı zamanda değer ve yön arayışının da merkezinde yer alır. Modern çağın bireyi bu çukura saplanmış şekilde benlik, başarı ve anlam arayışı arasında bocalar. Belki de bundan dolayıdır ki Setiya, Erkeklerde Yaşam Dönemeçleri kitabının yazarı Gail Shehy’den ödünçle orta yaş krizini geçirmede en önemli etkenin para olduğunun altını çizer. Ve bu tezine destek olarak da U eğrisinin Kuzey Amerika ve Avrupa’ya kıyasla gelişmekte olan ülkelerde daha az görüldüğünü örnek verir.

Eğri Cetvelden Doğru Çizgi Çıkmaz

Setiya’nın U eğrisi metaforuyla dile getirdiği hususlar önemlidir hiç şüphesiz, lakin bu teorilerin genelde Batı kültürel bağlamı içinde üretildiğini de göz ardı etmemek gerekir. Bireyin yaşadığı bunalım yalnızca ekonomik ya da bireysel değil aynı zamanda inanç, kültür, ahlak gibi değerlerle de doğrudan ilişkilidir. Batı toplumlarında orta yaş krizi daha çok bireysel tatminsizlik ve kariyer doyumsuzluğu ile tanımlanırken, doğu toplumlarında bu kriz daha çok anlam kaybı, kökten kopuş ve manevi boşluk şeklinde tezahür eder. O nedenle bütün bu teori ve araştırmalarda asıl olan, meseleye nereden ve hangi referans ve kabullerle baktığımız hususudur. Kalkış noktanız hatalı ve ön kabulleriniz yanlışsa netice de haliyle eksik, yanlış ve de yanıltıcı olacaktır. Çünkü eğri cetvelin doğru çizgisi olmaz hiçbir zaman. Yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki; modern çağ beraberinde insan tabiatına aykırı yaşam ve yaklaşımlardan mütevellit bir yığın sorunu da önümüze koydu. Çoğu psikolojik menşeli olan bu sorun ve çıkmazları şimdi de tanımlama, teşhis ve tedavisi ile ilgili bir yığın araştırma, analiz, tespit… üzerinde çalışılıyor. Tıpkı helvadan yaptıkları tanrılarını acıkınca yiyen putperestler gibi… 

Maalesef bu hastalık doğu toplumlarına da bulaşmış durumda ve çığ gibi büyüyüp yayılıyor. Bu sorunun farkında olan birey ve toplumlar söz konusu hastalığı çabuk atlatabiliyor ancak henüz bu illetin farkına varamayanların hayatında derin yarıklar bırakmaya devam ediyor. Kendi kültürel kodları içinde doğrulanan bazı çıkarımlar, evrensel olarak uygulandığında yanıltıcı olabilir. Bu nedenle yaşanan krizin kaynağına inmek için bireysel deneyimleri yerel kültürel bağlamlarla birlikte okumak gerekir.

Toplumların U Çukuru

İnsan yaşamının giderek uzadığı günümüzde, orta yaş ve yaşlılık dönemleri en önemli toplumsal konulardan biri haline gelmiş durumdadır. İşin doğrusu orta yaş dönemi bireyler için nasıl varoluşsal bir sorgulama alanıysa, toplumların gelişme sürecinde de gözlenen önemli bir dönemeçtir. Çünkü toplumlar da tarihsel dönüşümler sırasında benzer bir U çukurundan geçmektedir. Bu çöküş anlarında hem bireylerin hem de toplumların buhrandan çıkış yolları, yalnızca ekonomik ya da psikolojik değil aynı zamanda ahlaki, inançsal ve kültürel dinamiklerle de yakından ilişkilidir. Çünkü toplumlar da bireyler gibi düz bir çizgide ilerlemezler. Her medeniyetin tarihinde çöküş, buhran, yeniden doğuş gibi iniş çıkışlar vardır. Uygarlıklar kimi zaman bu “çukur” dönemlerden geçerken ya yeniden doğmuş ya da tarihin derinliklerine gömülmüştür. Tekerrür eden tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. İşin doğrusu son dönemlerde İran, ABD, İsrail, Filistin, Suriye, Ukrayna, Rusya… örneğinde olduğu gibi birçok ülke-ulus-medeniyet U çukurunun girdabında batış/yükselişle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Aynı şekilde bugün özellikle modern toplumlar da benzer bir U çukuru yaşamaktadırlar. Ahlaki çözülme, kimlik buhranı, sosyal yalnızlık, amaçsızlık… gibi unsurlar bireyleri olduğu kadar toplumları da sarsmaktadır. Bu krizlerden çıkış, yalnızca yapısal reformlarla değil; anlam üretimiyle, değerlerin yeniden inşasıyla mümkün olabilecektir ancak.

Yeniden Diriliş

Felsefe profesörü Setiya’nın bireyin yaşamı üzerinden U grafiği şeklinde anlatmaya çalıştığı söz konusu kriz, hadiseyi anlayıp anlamlandırma ve akabinde çıkış yolu bulma noktasında zihnimizde yeni ufuklar açıyor. Tabii Setiya daha çok kendi kişisel deneyiminden yola çıkarak bireyin yaşadığı orta yaş kriziyle ilgili çözümlemelerde bulunur ve hal çareleri önerir. Ona göre en önemli çözüm önerisi; hedef odaklı “telic” yaşamak yerine, sürecin kendisini değerli kılan “atelic” etkinliklere önem vermektir:

“… ‘telic’ faaliyetler “nihai tamamlanma” ve “ulaşıp son verme” durumlarını hedefleyen faaliyetlerdir (‘Telic’, Yunanca ‘amaç ” anlamına gelen ‘telos’tan türemiştir). Ders vermeniz, evlenmeniz, bir aile kurmanız ve zam almanız gibi. Ancak tüm faaliyetler böyle değildir. Bir takım diğer faaliyetler de ‘atelic’tir: Hedefledikleri herhangi bir son veya bitiş noktası veya ulaşıldıklarında tamamlandıkları (veya yerlerine yapacak başka bir şeyin olduğu) nihai bir nokta yoktur. Müzik dinlemeyi, ebeveynlik yapmayı veya arkadaşlarınızla vakit geçirmeyi düşünün. Bu faaliyetler gerçekleştirmeyi bırakabileceğiniz şeylerdir, fakat onları bitiremez veya tamamlayamazsınız. Onların var oluşları, nihai hedefi olan bir planın parçası üzerine değil, sınırsız bir sürecin üzerine kuruludur.”

Orta yaş krizinden çıkış yolu hususunda bir adım daha ileri giden Setiya, bireyin önüne adeta evrensel bir reçete sunar: 

“… Çok ben merkezli olmamalısınız. Saplantılı bir mutluluk arayışı, mutluluğun gerçekleşmesinin önüne geçer.   (Çünkü) yalnızca bir araç değil, kendi kendine bir ideal son olarak kafasını kendi mutluluklarından başka bir amaca, insanlığın gelişimine, hatta bir sanata veya meşgaleye koyanlar mutludur.” (Setiya, 2023: S:129)

Bu öneri, birey için olduğu kadar toplum için de geçerlidir. Sürekli “ben” merkezli bir hayat arayışı, ne bireye ne de topluma gerçek bir doyum sunar. Anlamı insanlık adına kolektif bir fayda içinde aramak, hem bireyin hem de toplumun krizden çıkışı için önemli bir adımdır. En önemlisi ise bu krizden çıkışta bireyin inancıyla yeniden bağ kurması ve toplumun kültürel mirasını hatırlamasıdır.

U Çukurunun Neresindeyiz? 

Bireyin yaşamındaki orta yaş krizi, modern toplumların genel bunalımıyla paralel bir yapıya sahiptir. Setiya’nın U grafiği, sadece psikolojik değil; felsefi, sosyolojik ve kültürel bir sorgulama aracına da dönüştürülebilir. Ancak bu sorgulama, yalnızca Batı merkezli reçetelerle değil; yerel değerleri, kültürel bağlamları ve inanç sistemlerini dikkate alan çok boyutlu bir yaklaşımla mümkün olabilir. Toplumların da bireyler gibi kendi U çukurlarını tanıması, bu buhranın kaynaklarını doğru analiz etmesi ve yeniden bir değer inşası sürecine girmesi, yalnızca hayatta kalmanın değil, yeniden dirilişin de anahtarı olacaktır.

Sonuç olarak biz de o soruları buraya bırakarak kapatalım bu bahsi: Bugün biz birey/toplum olarak bu U çukurunun neresindeyiz? Ve U eğrisinin iç karartıcı girdabından çıkış için hangi değerleri yeniden inşa etmemiz gerekir?

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.