İmralı’ya gitmek ya da gitmemek
“Terörsüz Türkiye” süreci, her ne kadar Türkiye içerisinde yürütülüyor gibi görünse de Suriye Yönetimi Başkanı Şara ve ABD Başkanı Trump görüşmesiyle ABD’de, Ortadoğu Barış ve Güvenlik Forumu’yla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde de bir şekilde devam ediyor. Bir süre daha da devam edecek çünkü bu yol kolay yürünecek bir yol değil.
Bir önceki yazımda sürecin Ortadoğu daha doğrusu Suriye ve Irak bölümünü yazmıştım, yine aynı konuya dönmeyeceğim ancak Duhok’taki Ortadoğu Barış ve Güvenlik Forumu’nu takip edenler görecektir ki Irak’ta, Suriye’deki SDG ile Suriye yönetimi arasındaki entegrasyon sorunları çözülmeye çalışılıyor.
Türkiye içinde de süreçle ilgili olarak bir İmralı’ya gitmek ya da gitmemek gündemi var. “İmralı’ya gidilecek mi, gidilecekse kim gidecek…” beklentilerine son noktayı MHP Genel Başkanı Bahçeli koydu ve “gerekirse kendim giderim” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu konudaki yetkiyi “Terörsüz Türkiye” sürecini yürüten komisyona tevdi etti. Bu tutumlar süreci takip edenler için çok şaşırtıcı değil zira zaten sürecin başından bu yana Sn Bahçeli’nin cesur ve hızlı hareket ettiği, Sn Erdoğan’ın ise biraz daha ağır ve temkinli hareket ettiği bilinen bir durum.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız ise da Komisyon’un içinde bulunduğumuz hafta itibariyle İmralı’ya gitmekle ilgili görüşeceğini ve İmralı’ya gidileceğini belirtti. Yani İmralı’ya gidilecek ancak kim gidecek bu henüz net değil.
Olan bunlar ama olması gerekeni de yazmak gerekiyor, “Terörsüz Türkiye” süreci, çözüm süreci, Kürt meselesi… adına ne denirse denilsin Türkiye’nin önünde çözülmeyi bekleyen meselelerden biri ve her ne kadar bu meseleyi Sn Bahçeli öncülüğünde Cumhur İttifakı yürütüyor olsa da bu mesele tüm ülkenin meselesi ve hem komisyonda hem de İmralı ile görüşmelerde tüm kesimleri temsilen tüm siyasi partilerin katılımı önemli. Sürecin başarıya ulaşması için önemli, kalıcı olması için önemli… ancak bu kolay değil zira…
Zira Türkiye’nin kolektif bilincinde “ulusal güvenlik”, genellikle “dış düşmandan” çok “iç mihrak” ve “terör” üzerinden ele alındığı için ve aslında insani bir mesele olan Kürt meselesi, insan hakları ve demokrasi değil maalesef hep “güvenlik ve terör” ile ilişkilendirildiği için Kürt meselesi, bu ülkede red flag’lardan geçilmiyor ve çözülmesi kolay olmuyor. Ancak bu çözülmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Türkiye siyasi tarihinde neredeyse tüm iktidarlar, tüm yönetim kadroları, ülkedeki sosyal, ekonomik, siyasi problemleri daha açık bir deyişle halkın itirazlarını hep bir “güvenlik kaygısı” varlığı ile susturdu; “bakın ülke elden gidiyor, sizin derdiniz ekonomi mi” demeye getirdi ve her muhalif söylem güvenlikleştirilen konuların arkasında kaldı. Sonuç ise ortada; ne siyasi ne toplumsal ne ekonomik sorunlarımız çözüldü ne de güvenlik kaygılarımız giderildi. Bu anlamda, gelecek ne getirecek bilmesek de şu durumda ağır aksak yürüyor olsa da “Terörsüz Türkiye” süreci için adım atılması önemlidir, kim adım atıyorsa bu cesareti tebrik edilmelidir ve desteklenmelidir.
Türkiye’de çözüm arayan, çözüme destek veren kesimler olduğu gibi çözüme karşı olan kesimler de var. Karşı olan kesimlerin bir kısmının kaygıları gerçek ve zaten on yıllar boyunca güvenlik endişesiyle korkutulan kesimlerin kaygılı olması normal. Ancak çözüme karşı olan kesimler içerisinde bir de iktidara gelmek ya da iktidarda kalmak için varlığını Kürt meselesinin çözümünün tam karşısına konuşlandıranlar var. Kendilerine yabancı değiliz, isimleri değişse de siyaset yapma biçimleri aynı; öncelik güvenlik diyerek ortaya çıkacaklar, ülkenin sorunlarını çözeceklerini vaat edecekler, güvenlik sorunlarını çözeceklerine söz verecekler ancak daha önce olduğu gibi ülkenin önüne siyasi, hukuki, toplumsal ve ekonomik sorunlar geldiğinde, kendilerine itiraz edecek olan vatandaşı, “şimdi güvenlikle ilgili problemlerimiz var, muhalefet etmenin sırası mı biz can derdindeyiz siz et derdinde…” diyerek susturacak ya da erteleyecekler.
Süreçle ilgili tablo bu… bu kadar önemli bir konuda İmralı’ya gidilecek mi ya da gidilmeyecek mi bilmiyoruz ancak bunun çok da bir önemi yok zira mesele, İmralı’ya gitmek ya da gitmemek değil. Mesele, meselenin kalıcı olarak çözülmesi gereği… bu nedenle kendi siyasi ikballeri için çözümün önünde durmanın Türkiye’nin önünde durmak olduğunun farkında olamayanlara, “İmralı’ya gitmenin devleti düşkün duruma düşürme, teröristin ayağına gitme” olduğuna dair toplumsal kışkırtmalara soyunanlara, bir devleti zor duruma düşürenin, o ülkenin yaşaması gereken evlatlarının maalesef hayatlarını kaybetmesi olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Ülkeyi ve ülkenin evlatlarını düşünselerdi zaten daha fazla can yanmasın diye uğraşırlardı daha fazla can yansın, ağıtlar yakılsın diye değil.


