Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün

Geciken savaş

A+A-

Bu yazılarda sık sık vurgulandığı üzere dünyâ kapitalizminin derin bir çelişkisi var. Ona has birikim ve yatırım süreçleri, diyalektik olarak bir dizi krizi de berâberinde getiriyor. Daha basit olarak ifâde edecek olursak, ilânihaye devâm eden bir ekonomik kalkınma ve refah artışı geçerli değildir. Çünkü kalkınma ve refah gibi parlak süreçler zamân içinde, kapitalizmin iki ana sütunu vücûda getiren emek ve sermâyenin verimliliğini düşürücü bir tesir doğuruyor. Şişkin orta sınıflaşmayla berâber seyreden refah artışı tek başına ekonomik bir büyümenin neticesi değil; ondan daha mühim olarak onun sönümlenmesini doğuran bir âmildir.

Bu durumlarda sermâye iki şeyden birisini yapar. Evvela ilki üzerinde duralım.İlk ihtimâl, sermâyenin siyâsî ağırlığını jingoizme kaydırmasıdır. Jingoizm, kabaca savaşı siyâsetin önüne koşmak, savaş çığırtkanlığı yapmak demektir. Savaş kapitalizmin tabiatına mündemiçtir. En zor ve dar zamânlarda kapitalizmin imdâdına yetişir. Hem ekonominin askerîleşmesi üzerinden canlılığı yeniden sağlar hem de savaş sonrası ortaya çıkan yıkımın giderilmesi için yapılması elzem olan yatırımların önünü açar. Elbette jingoizm, en büyük desteğini nazizm, faşizm gibi ideolojilerden alır.

II. Umûmî Harp ile 1929 Dünyâ buhrânı arasındaki derin ilişkiler artık herkes tarafından biliniyor. II. Umûmî Harp sonrası kurulan dünyâda sağlanan hızlı kalkınma ve büyüme süreçleri de bu kavrayışın diğer boyutunu veriyor. Tekmil tahribatlarıyla savaş ve tekmil nimetleriyle refah, kapitalizmin iki veçhesini ortaya koymaktadır. Biri olmadan diğeri olmuyor. Hep söylerim; eğer nükleer tehlike olmasaydı, döngü yine devreye girer, 1970’lerin sonlarında veyâ 1980’lerin başlarında III. Umûmî Harp patlak verirdi. Çünkü bu târihler, savaş sonrası yaşanan refah artışının sermâye ve emeğin verimliliğinin dramatik düşürmeye başladığı târihlerdir. Ama nükleer tehlike caydırıcı bir tesirde bulundu. Yaşanan kayıplar, katı bir dolarizasyon üzerinden aşırı finansal büyümelerle telâfî edilmeye çalışıldı. Bu da çâre olmadı. Bahsi geçen verimlilikler düştüğü için basılan paralar üretime dönmedi ve çeşitli sektörlerdeki balonlaşmalar olarak tâbir edilen şişmelere yol açtı. (Tüketim kapitalizmi olarak bildiğimiz, ahlâkî düşkünlerle seyreden örüntü bu balonlaşmaların eseridir). Evet finansal oligarşiler buralardan büyük kârlar elde ettiler. Ama bunlar sadra şifâ olmak bir yana ödenmesi mümkün olmaktan çıkan aşırı borçlanmalar temelinde ekonominin daha beter bir hâle gelmesine yol açtı.

Sermâyenin yapacağı ikinci şey, refah toplumlarının vergiler ve mâliyetleri arttıran tesirlerinden kurtulmak için pılını pırtısını toplayarak yapacağı hurûç ile alâkalıdır. Öyle de yaptılar. Hurûç eden sermâye müreffeh Batı’yı terk edip, emeğin ucuz, vergilerin düşük ve kanunların elverişli olduğu yerlere göçtü. Başlarda bu fenâ netice vermedi. Çin, Meksika, Hindistan gibi kalkınma ve refah açlığı çeken yerlerden artık çekmeye devâm ettiler. Ama bilhassa Çin yavaş yavaş emek yoğunluklu yatırımlardan sermâye ve teknoloji yoğunluklu yatırımlara geçmesini bildi. Dengeler hızla tersine döndü. Batılı devlet ve toplumlar burada da kaybetmeye başladılar. Artık bu süreci tersine çevirmek ise neredeyse imkânsız.

O hâlde ne yapacaklardı? Hemen ertelenen jingoist formül hatırlanmaya başladı. 1970’leri hatırlayalım. Kontrolsüz ve hesapsız dolar basımını başlatan Nixon Şok, 1973 Petrol Krizi ve arkasından gelen Petrodolar rejimi, ABD’de saldırgan neocon ideolojinin yükselişi, Latin Amerika’da askeri cuntaların işbaşına getirilmesi, 2001 ve 2003’de yaşanan Afganistan, Irak işgâlleri, Renkli Devrimler, Arap Baharı hepsi buhranın kendisini hissettirmeye başladığı 1970’lerin prizmasından geçti. Medeniyetler Çarpışması tezleri burada pişirildi. Aslında şâhit olduğumuz süreçler, kendi hâlinde işleseydi, 1970’lerin sonlarında veyâ 1980’lerin başlarında, muhtemelen SSCB ile ABD arasında çıkması muhtemel olan III. Umûmî Harp olgusunun gecikmesi veyâ tehir edilmesinden başka bir şey değil. Reagan ve kadroları savaşı kafaya koymuştu. Reagan’ın Başkanlığı 1989’da sona erdi. Baba Bush bitirici hamleyi yapabilirdi. Ama bu meyanda yine beklenmedik bir şey oldu. Reagan’dan 1 -2 sene sonra, 1990’larda Sovyet Bloku’nun çözülmesi büyük bir boşluk yarattı. Savaşa uygun bir senaryo bulamadılar. Terörizmi bahane ederek sağa sola saldırdılar. Savaşa hazırlanan bünyelerini, moral üstünlük duygularını bilemek ve zinde tutmak için yaptılar bunu. Değilse ne Afganistan ne İran, ne de El Kâide Sovyetlerin yerini alabilirdi.

2008, 2019 ve 2020 buhranları, kayıpları biteviye artan Batı’ya artık düşmanı somutlaştırmak ve derhâl harekete geçmek için şartları olgunlaştırdı. Batı sâdece ekonomik üstünlüğünü değil, kültürel hegemonyasını da kaybediyordu. Bu da nükleer tehlike olmasaydı 1970’lerin sonunda haydi haydi çıkabilecek olan savaşın kurgusunu da büyük ölçüde değiştiriyordu. Artık bu gecikmiş savaş Batı için doğrudan bir varlık meselesiydi. Akla gelen ilk düşman elbette Çin olacaktı. Lâkin burada Batı sermâyesinin içinde bir kırılma yaşandı. Finansal oligarşi savaşı, Avrupa’yı ve NATO’yu eksene koyarak yeniden Rusya ve Avrasya’da başlatmak ve aşamalı olarak Asya’nın içlerine yaymak istiyordu. Enerji şirketleri ise Rusya ve Hindistan ile berâber hareket etmek ve doğrudan Çin ile hesaplaşmak istiyorlardı. Biden ilkinin, Trump ise ikincisinin temsilcisiydi. Erken davranan Biden oldu ve Ukrayna-Rusya savaşını başlattı. Onlara göre Hindistan ve Çin Rusya’yı yalnız bırakacaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çin bu süreçte görece mesâfeli dursa da Rusya’yı yalnız bırakmadı. Hindistan ise en büyük sürprizi yapıp Rusya ile olan târihî ilişkilerini diri tutarak Atlantik güçlerini boşlukta bıraktı. Trump gûya bunun farkındaydı. İktidâra geldiğinde temel beklenti Rusya ve Hindistan ile yakınlaşarak Çin’i yalnız bırakacak teşebbüslerde bulunmasıydı. Evet Rusya ile yakınlaştı ama Hindistan’ı akıl almaz bir şekilde kaybetti. Rusya ise ne Çin ne de Hindistan ile olan ilişkilerinde geri adım atmak bir yana son ŞİÖ Toplantısında olduğu üzere onlarla daha da yakınlaştı. Hâsılı hem Biden hem de Trump hayli çuvalladılar.

III. Büyük Savaş ihtimâli şu aralar kesintiye uğradı. Elbette bu savaş kaçınılmaz. Üç vakte kadar patlayacak. Ama evvelâ Batı’nın kendi içindeki bir savaşı tamamlaması gerekiyor. Bugün hem Avrupa hem de ABD’de iki sermâye grubu arasında giderek keskinleşen gerilimlerin yansımaları yaşanıyor. Bunun iç savaşları tetikleyecek bir kıvama geldiğini görüyoruz. Kim kazanırsa kazansın, zaman Batı’nın aleyhine işliyor. Çin bunu kullanacak ve kazandığı zaman zarfında eksikliklerini telâfî edip daha da güçlenecek. Evet, târih ileriye akmadığı gibi geriye de akıtılamıyor..

Önceki ve Sonraki Yazılar