1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Gazze İçin Cihad
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Gazze İçin Cihad

A+A-

Filistin tamamen İsrail’in fiili hakimiyeti altına girer, Gazze barbarca bir katliama ve tehcire maruz kalırken, açlık ve susuzlukla ölüme mahkum edilirken İslam alemi seyretmekle yetiniyor.

Müslüman dünyanın suskun kalmasının üç sebebi var:

1.Hiçbir İslam ülkesi kendini tek başına İsrail’e karşı savaşabilecek güçte görmüyor, bu savaşı İran, Hizbullah ve Ensarullah göze aldı; iki defa ağır bedeller ödeyerek İsrail’i ölüm sekeratına soktu, iki defa da Amerika ve Avrupa İsrail’i son nefesini vermekten kurtardı. Birinde Aralık-2024’te Suriye’nin Amerika-İsrail kampına geçmesiyle, diğerinde 12 günlük Haziran savaşında “Artık savaşı durdurun” diye batıya çağrıda bulunan İsrail’in Amerika’nın İran’ı bombalamasıyla.

İsrail’in maddi ve askeri olarak iki defa ölümden kurtarılması, bu haydut aygıtın gerçekte zayıf olduğunu gösteriyor, İslam ülkeleri korkularını, milli asabiyetlerini ve mezheb taassuplarını bir kenara bırakıp bir araya gelebilirlerse Amerika da onları alt edemez. Müslümanların içinde bulunduğu hakiki durum psikolojiktir, öğrenilmiş çaresizliktir.

2. İslam ülkelerinin suskun kalmalarının ikinci sebebi doğrudan ekonomidir. Ekonomileri bozulur diye korkan ülkeleri ikiye ayırabiliriz: a. Petrol zengini Suudiler ve Körfez emirlikleri. Bu gruptakiler refah ve zenginliklerinin bozulmasını istemiyorlar b. Türkiye ve Mısır gibi ekonomileri kırılgan olan ülkeler. Bu gruptakiler de İran gibi bir ambargoya maruz kalmaktan korkuyorlar

3. Müslüman ülke yöneticilerinin kasalar dolusu suç dosyaları var. Bölge yönetimleri monarşik, otokrat, diktatörlük olup ortak özellikleri mafyatik olmalarıdır. Yöneticilerinin öylesine yüzkızartıcı, skandal, dudak uçuklatıcı cürümleri var ki, dosyaları Mossad ve CIA kasalarında özenle korunmaktadır.

Durum hangi merkezde olursa olsun, olup bitenlerden kimse sorumluluktan muaf değildir. Dün sabah Enfal ve Tevbe surelerini okurken, Tevbe, 24. Ayetin tam da bu durumu tasvir ettiğini düşündüm:

 “24. De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlünden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (9/Tevbe, 24)

Bu sarsıcı ayetten neyi anlamak gerekir?

İman, inancın sahih dinle düzenlenmiş formuna denir. Bu en yüksek forma sahip olanlar, inkârı tercih edip bu yolda yaşayanlar ve bu yaşama tarzını içten benimseyip sevenler karşısında belli bir tutum içinde olmak durumundadırlar. Bu tutum negatiftir. Sahih inanca sahip olanlar inkârcılarla “velayet” ilişkisinde olmayacaklardır, onlara sevgi duyulmayacak, sırdaş edinilmeyecek ve hayat yolunda ilerlerken güvenilir dost ve yoldaşlar edinilmeyeceklerdir. Mecbur değillerse veya dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri bir sözleşme imzalama imkânlarını ellerinde bulunduramıyorlarsa onların politik hâkimiyetlerini de kabul etmeyeceklerdir. (Bkz. 3/Al-i İmran, 28.)

Temel belirleyici iman ve inkâr (küfür) olduğundan böyle olması zaruridir. İki zıt bir arada yaşamayacağından, inanan ile inkâr eden arasında sevgi, dostluk ve işbirliğine dayalı samimi ilişki kurulduğunda, zaman içinde zıtlar çatışır, biri diğerine baskın çıkmak ister. Böyle bir durumda mü’min sosyal ve maddi bakımdan zayıf durumda ise, inkârcının etkisi altına girer, inancını kaybedip onun gibi inanmaya, düşünmeye ve yaşamaya başlar; işte bu kendisine ve inanca karşı yapılmış büyük bir haksızlık (zulüm) olur. İbn-i Abbas, bu türdeki sevgi bağının, inkârcı olan baba, kardeş ve diğer yakınlarının inkârını onaylamak anlamına geldiğini söyler, bunun daha ileri aşaması onlar gibi inkârcı olmak anlamına gelir.

İman gibi “inkâr” da bilinçli olarak tercih edilmiş, sevilmiş, içten/kalben benimsenmiş, içselleştirilmiştir. Yani ayette sözü edilen inkârcı gelişi güzel, gelenek üzere öyle olduğu için değil, bilinçle bu tercihte bulunan kişidir, dolayısıyla davasında ısrarcıdır, bir iddia ve dava sahibidir. Başka bir ifadeyle imana karşı bilinçli bir tutumu içindedir, bu özelliğiyle de hasmane ve yıkıcıdır. Böyle bir kişi inanmış insanın babası ve kardeşi dahi olsa, ona sevgi bağı içinde olunamaz. Dahası baba, çocuklar, eşler (kadın veya erkek); aşiret yani kan ve akrabalık bağı içinde olduğunuz yakın kimseler veya kendileriyle birlikte yaşadığınız kimseler, mensup olduğunuz sosyal grup-cemaat, kuruluş-kurum elemanları, yakın veya uzak akrabalar; servet, kazanç sağlayan ticaret ‘ekonomi), meslek, statü; evler-malikâneler de bu kapsamdadır. Bunların hiçbiri Allah’tan, Hz. Peygamber (s.a.)’den ve cihattan daha sevimli olmamalıdır. “Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır.” (33/Ahzab, 6).

Cihad sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisiyle bir arada zikredilmesinin hikmeti, cihadın Allah’a ve Peygamber’e duyulan sevginin bir tezahürü, somut ispatı olması dolayısıyladır. Çünkü kişi eğer malıyla cihad ediyorsa malını; canıyla-bedeniyle cihad ediyorsa Allah ve Peygamberi için canını ortaya koyuyor demektir. Bu onun sevgisinin kuru sevgi olmayıp gerektiğinde bedeli ödenebilecek sadakat ve samimi bağlılık olduğunu gösterir. Herkes soyut Allah ve Peygamber sevgisiyle dolup taştığını söyleyebilir, aslolan bu sevgiyi pratikte, zor zamanda gerektiğinde malı ve canı feda ederek ortaya koyabilmektir. İşte bu yüksek seviyede sevgi İslam’ın ve Müslümanların onur ve bağımsızlıklarının, hayatiyetlerinin, haysiyet, izzet ve misyonlarının tarih içinde devamını sağlar.

Cihadın imanın sınandığı konulardan birinin olmasının diğer anlamı, insanın sahiden dünyaya olan ilişkisinin düzeyini, mahiyetini, kişilik kalitesini ortaya koyan özelliklere sahip olmasıdır. 38. ayette, cihattan kaçanların yere çakılıp kaldıklarından, ağırlaştıklarından söz edilir. Dünyaya tutkuyla bağlananlar cihattan kaçar. Çünkü onlar ahirete inanmadıklarından zevklerinin tamamını bu dünyada elde etmek ve tüketmek isterler, zahidane duygu ve düşüncelere yabancı yaşarlar.

Dünya tutkusuna kapılıp cihattan kaçmak insanı büyük yanılgıya düşürür, hiç ölmeyecekmiş, elindeki maddi imkânlara, güç ve iktidara hep sahip olacakmış gibi düşünür, bu onu yanıltır. Belki farkında olmaksızın başına gelecek dünyevi ve uhrevi cezayı beklemek durumunda olur. Bu, yoldan çıkıştır (fısk), akıbeti elbette ağır cezadır. Yoldan çıkmış topluluğu yüce Allah yol göstermez (5/Maide, 108).

Bir Müslüman halk hepimizin gözü önünde soykırıma uğruyor; çocuklar, kadınlar, yaşlılar aç ve susuz bırakılıyor, yurtlarından sürülüyor. Feryad ediyorlar, dünyanın her tarafından vicdan sahibi insanlar, kariyerlerini, konforlarını, hatta hayatlarını hiçe sayarak onların yardımına koşuyor, seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Müslüman yöneticiler suskun, “Allah’ın emrinin, haklarında verdiği hükmün gelmesini bekliyorlar.”

Cihadı terk edenler zillet içinde yaşar. Gazze zilletimizin resmidir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar