Entelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası
21. yüzyılın başında Türkiye AB ile kurduğu iletişimle demokratikleşme fırsatını yakalamıştı. Anılarımı yazarken bu hamleyi besleyen entelektüel birikimin zamanla yok edilmesi, siyaset kadrosunun bu birikimden yararlanacağı yerde devlet zihniyetinin labirenti içinde rejime çaresizce teslim olması sürecine tanıklık ettiğimi fark ettim.
Sivil Anayasa-Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi, kamuoyuna ve Avrupa Birliği'ne resmen sunulmuş olan Ulusal Program'ın, toplumun tartışmasına açılması gerektiği görüşünden hareketle, 11-12 Mayıs 2001’de "AB Yolunda Devlet-Sivil Toplum Diyaloğu" başlıklı bir sempozyum düzenlenmişti.
İstanbul Armada Oteli'nde gerçekleşen sempozyumda, katılımcılar üç ayrı atölyeye ayrılarak, "Hukuk ve Yargıda Reform", "Yönetimde Reform ve Saydamlık” "Kültürel Haklar" konularını derinlemesine tartıştılar.
“Hukuk ve Yargıda Reform Atölyesi”nde sunumu Sami Selçuk yaptı. Moderatörler Burhan Şenatalar, Ahmet İnsel, Turgut Tarhanlı’ydı.
Yönetimde Reform ve Saydamlık Atölyesi’nde sunumu Eser Karakaş yaptı. Moderatörler Mete Tunçay, Tarhan Erdem, Şerif Sayın’dı. Kültürel Haklar Atölyesi’nde sunumu Murat Belge yaptı. Moderatörler Fatmagül Berktay, Etyen Mahcupyan, Ferhat Kentel’di.
Atölyelerde çok değerli akademisyenler, gazeteciler, uzmanlar bulunuyordu. Mithat Sancar, Adnan Ekinci, Rıza Türmen, Ergin Cinmen, Kürşat Bumin, Yılmaz Aliefendioğlu, Ayşe Kadıoğlu, Fuat Keyman, Doğu Ergil, Hrant Dink hatırladıklarım.
Ben Yönetimde Reform ve Saydamlık Atölyesi’nde görev aldım. Atölyeden Ali Bayramoğlu, Meryem Koray hatırladığım isimler. İki günlük çalışmanın ilk gününde Demokratik Cumhuriyet Programı sürecinde birlikte çalıştığım değerli Tarhan Erdem ile yan yana oturuyorduk. Benim yanımda oturan kişinin bürokrasiden emekli olmuş Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu daha sonra anladım. Kılıçdaroğlu henüz bilinen bir isim değildi.
Tarhan bey benden yanımda oturan Kılıçdaroğlu’ndan toplantının notlarını tutmasını rica etmemi istedi. Kılıçdaroğlu iki gün bu görevi üstlendi. Atölye çalışmasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ağırlıklı olarak tartıştık. Kılıçdaroğlu, sakin, sessiz, konuşmaktan hoşlanmayan bir karakter izlenimi vermişti. İki gün içinde hiç konuşmadı.
Kılıçdaroğlu, daha ilerki yıllarda siyaset sahnesinde yükselince siyasete olan ilgisi ortaya çıktı. Ancak AKP milletvekili Dengir Mir Fırat ile yolsuzlukla ilgili yaptığı tartışmada gösterdiği cerbeze ve siyasetteki yükselişi beni oldukça şaşırtmıştı. Kılıçdaroğlu ile ikinci karşılaşmamız kendisinin CHP genel başkanı olduğu döneme denk geldi.
AKP iktidarı ilk yıllarında milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşıydı. Ancak Erdoğan, 6-8 Ekim 2014’deki Kobani eylemleri nedeniyle 50’den fazla yurttaşın ölümünden HDP‘yi ve Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı sorumlu tutarak parlamentoya dokunulmazlıkların kaldırılması çağrısı yaptı.
Anayasa değişikliği teklifi henüz Meclis Başkanlığı’na verilmişti. HDP bu değişikliğe karşı çıkarak CHP’yi uyarıyordu. CHP içinden bazı milletvekilleri de teklife karşıydılar. Tam bu süreç yaşanırken Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da bazı gazetecilerle kahvaltıda buluşacağı haberi geldi. Davet bana da gelmişti. Şimdi ismini hatırlamadığım bir otelin salonunda 20 kadar gazeteciyle birlikteydik. Kılıçdaroğlu İstanbul İl Başkanı ve parti yöneticilerinden bazılarıyla salona geldi.
Bu toplantıdan önce kulisler bir CHP yöneticisinin Genelkurmay’a çağrılarak dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda bilgilendirildiği iddiasıyla çalkalanıyordu. Selahattin Demirtaş bu iddiayı kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle cevaplandırmıştı: ”Dokunulmazlıklarla ilgili Sayın Kılıçdaroğlu'nun Genelkurmay'dan dolaylı olarak brifing aldığını duydum. Bu bir dedikodu da olabilir, bilemiyorum. Fakat bunu gerçekten güçlü kaynaklardan duydum. Bunun üzerine de gitmedim. Anladım ki, Kılıçdaroğlu'nun ordudan aldığı brifing veya rica, bilemem, 'HDP'lilerin dokunulmazlığına evet demelisiniz' isteği karargahtan geldikten sonra benim görüşmemin hiçbir anlamı kalmamıştı. Biz görüşüp neyi anlatacaktık? Çünkü kendisi ondan sonra televizyonda 'evet oyu vereceğini' açıkladı.”
Kılıçdaroğlu toplantıyı açtı. İlk sözü alarak sorularımı sordum. Brifing iddiasına cevap vermeyeceği kanaatinde olmama rağmen bu soruyu sorarak başladım. Daha sonra dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin görüşlerimi belirttim. CHP’nin bu değişikliğe destek vermesinin doğru olmadığını, iktidarın niyetinin siyasi muhaliflerini ortadan kaldırmak olduğunu, CHP’nin tarihi bir vebal altına gireceğini söyledim. Ayrıca CHP’nin tarihsel bagajının yüklü olduğunu, geçmiş politikalarla yüzleşme niyetinde olup olmadıklarını sordum.
Kılıçdaroğlu tahmin ettiğim gibi politikacı kıvraklığıyla ilk soruyu atlayarak, hiç merak edilmemesini, CHP’nin böyle bir değişikliğe destek vermeyeceğini açıkça söyledi. Toplantıda bulunanlardan şu anda iki kişinin adını hatırlıyorum. Yavuz Baydar yanımda oturuyordu. Ömer Faruk Gergerlioğlu da oradaydı. Yani en azından iki tanığım vardı.
Hatta toplantı bittikten sonra yanına gittim, teklifin sakıncalarını tekrar ettim. O da bana hiç merak etmememi, kararlı olduğunu söyledi. İçim rahatlamıştı. Ancak daha sonra Kılıçdaroğlu katıldığı bir televizyon programında içlerine sinmese de bu değişikliğe destek vereceklerini söyledi. Kılıçdaroğlu’na İstanbul’da verdiği sözleri Ankara’da unutturmuşlardı.
HDP ise bunu bir saray darbesi olarak değerlendirdi ve destek vermeyeceklerini bildirdi. 20 Mayıs 2016’da yapılan ikinci tur oylamada Anayasa değişikliği, CHP’den bir bölüm milletvekilinin destek vermesiyle referanduma gerek kalmadan 367’nin üzerinde oyla kabul edildi. ( Anayasa- Geçici Madde 20- ( Ek: 20/05/2016-6718/1 md. )
Değişiklikten sonra ne oldu diye soracak olursanız beklenen oldu. CHP’li Enis Berberoğlu ve HDP’li Leyla Güven ile Musa Farisoğulları’nın milletvekillikleri haklarındaki kesinleşmiş yargı kararının TBMM Genel Kurulu’nda okunmasıyla düştü.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra özellikle HDP’ye yönelik tutuklama operasyonları başladı. 4 Kasım 2016’dan itibaren HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil, çok sayıda HDP milletvekili tutuklandı.
Dokunulmazlığının kaldırılması nedeniyle, MİT tırları davasından yargılanmasına devam edilen ve 25 yıl hapis cezasına mahkum edilen CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, 14 Haziran 2017’de tutuklandı. Kılıçdaroğlu, kararı protesto etmek için Ankara’dan İstanbul’a “Adalet Yürüyüşü” başlatma kararı aldı.
Kılıçdaroğlu’nun 420 kilometrelik yol katettiği yürüyüş, 25 gün sonra Berberoğlu’nun tutuklu olduğu Maltepe Cezaevi önünde son buldu. Aslında AKP iktidarına bu yetkiyi veren Kılıçdaroğlu başta Demirtaş ve Yüksekdağ olmak üzere birçok HDP milletvekilini ateşe atmıştı. Ancak yangın kendi evine de sirayet etmişti. Yürüyüşünü Demirtaş’ın bulunduğu Edirne Cezaevi’ne kadar uzatmayan Kılıçdaroğlu kırmızı çizginin farkındaydı.
Tanıklık ettiğim bu süreçten sonra kanaatim kesinleşmişti. Siyasi partiler tekçi-despotik rejimin zihniyet labirenti içinde, dar bir alanda, siyaset üretmeden, “mış” gibi yaparak, birbirlerinin iktidarlarını, güçlerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak besliyorlardı. İktidar ve muhalefet hakikati bilseler de faşist dairenin dışına çıkma cesaretini gösteremiyorlardı.
Siyasi etik kaygısı taşımayan siyaset kadrosu liderlerin iktidarlarının ömrünü uzatma hedefine kilitlendiğinden, siyaset çözüm üretme yeteneğini kaybetmiş, entellektüel beyin darmadağın edilmiş, rejim kırmızı çizgilerini kalınca çizmiş, siyaset çözüm üretemez hale gelmiş durumda.


