Doğruluktan yana olmamak içimizi acıtmaz mı?
Epey bir süredir bu köşede, özellikle AK Parti iktidarı döneminde dindarların iyi bir sınav vermediğine dikkat çeken ve dindarların bu halini eleştiren yazılar yazıyorum.
Bazı okurlar, “Dünyada bunca kötülük varken, işi gücü bırakıp dindarların eksiklerini arayan ve onları kötüleyen yazılar yazıyorsun, herkes iyi, bir tek dindarlar mı kötü” şeklinde öfkeli mesajlar gönderiyorlar.
Memlekette dindar-muhafazakar iktidarın her şeye hakim olduğu, gerek siyasi muhalefetin gerekse sivil muhalif kesimlerin iktidara yan bakmaktan bile çekindiği bir dönemde, dindarların en küçük eleştiriye bile tahammülsüzlüğünü anlamak mümkün elbette.
Zira onlar kendilerini hem memleketin tek sahibi hem de bütün günahlardan azade olarak görüyorlar.
Onlara göre, Allah sadece dindarların Allah’ıdır. Dolayısıyla dünyaya Allah adına nizamat verme ve insanları doğru yola ulaştırma da onların yetkisi dahilindedir. Dini vecibeleri hakkıyla yerine getirmeyenler, doğru yoldan saptıkları için dindarlarla aynı eşit haklara sahip değildirler!
“Müslümanım” deyip ibadetlerini yerine getirmeyen, Hayrettin Hoca’nın ifadesiyle ‘fasık’ olanların devlet kurumlarında görev almalarına, belediye başkanı olmalarına, dahası devleti yönetmelerine izin verilmemelidir!
İşte ben tam da böyle bir dindarlık anlayışına karşıyım. Çünkü Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in tarif ettiği İslam’ın böyle bir dindarlık önerisi yok.
Biliyoruz ki Hz. Peygamber’in en önemli vasfı Muhammedü’l-emin olmasıdır. O’nun hayatında hiç yalanı olmadı. Ali Bardakoğlu Hoca’nın “Hiç ikinci bir meşruiyet ölçüsü olmadı” ifadesi, Hz. Peygamber’in hayatını özetleyen muhteşem bir tespit bence.
Evet O hep dosdoğru oldu, ikinci yollar bularak, arka kapılardan dolaşarak insanları aldatma yolunu seçmedi.
Peki günümüzün dindarları Muhammedü’l-emin çizgisinin neresinde duruyor dersiniz… Ne yazık ki bu konuda olumlu şeyler söylemek pek mümkün değil. Çünkü bugün dindarlarımızın, ekonomik ve siyasi rant elde etmek gibi çok daha önemli hedefleri var!
Bu yüzden başkasının hakkının, hukukunun zayi olması onların dindarlıklarına halel getirmiyor.
Bu yüzden dindar mahalledeki yolsuzlukları, usulsüzlükleri görmezden gelmeyi, bir bakıma mahalleye sadakat olarak görüyorlar.
Bu yüzden günde beş vakit Gazze sloganları attıkları halde, Türkiye’den İsrail’e çelik götüren gemiler, yüreklerini hiç sızlatmıyor. Muhtemelen İsrail dostluğu, dindarlıkları için de bir mani oluşturmuyor olabilir.
Bu yüzden gerek ekonomik gerekse siyasi konulardaki ‘hak gaspı’ bizim dindar mahallelerin kapsama alanında bulunmuyor.
Ve en acı olanı da galiba doğrudan yana olmamak içlerini hiç acıtmıyor. Bir tek hedefleri var kazanmak… Bu yolda doğru ve dürüst olmayı, başkalarının hakkına-hukukuna riayet etmeyi, ahlaklı olmayı neredeyse tümden gündemlerinden çıkarmış bulunuyorlar.
Hemen belirtelim, bu tespitleri yaparken bütün dindarları aynı kefeye koyarak haksızlık etmek gibi bir niyetim yok elbette. Ama ahlaki çürümenin giderek derinleştiği, dindarları da töhmet altında bırakan hakkaniyetsiz uygulamalara sessiz kalınmasını da kabul etmek mümkün değil.
Mesela önceki gün yaşanan siyasi bir olayı dindarlarımız nasıl karşılıyor doğrusu çok merak ediyorum. Malum, özellikle İstanbul’daki belediye başkanlarını adeta siyasi bir şov eşliğinde tutuklamak, sıradan bir olay haline geldi. Bu operasyonlarla tutuklanan Gaziosmanpaşa’nın CHP’li belediye başkanının yerine gelecek isim için seçim yapıldı ve AK Partili bir isim başkan vekili oldu.
Denebilir ki ‘bunun dindarlarla ne ilgisi var’, elbette doğrudan bir ilgisi yok. Ama biliyoruz ki Gaziosmanpaşa halkı, özgür iradesiyle CHP’li bir ismi belediye başkanı seçti. Makul olan, hakkaniyetli olan, onun yerine seçilecek ismin de aynı partiden olmasını gerektirir. Esasen basit gibi görülen bu tür örnekler, insani hassasiyetler açısından da önemli bir göstergedir.
Açıkçası, dindarların bu tür hassasiyetlerini ‘galip gelme’ duygusu için heba etmelerine gönlüm razı gelmiyor. Unutmayalım, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Tayyip Erdoğan 1999 yılında cezaevine girdiğinde Fazilet Partisi, belediyede çoğunluğa sahip değildi. Centilmenlik ve hakkaniyet gereği diğer partiler FP adayı Ali Müfit Gürtuna’yı başkan seçtiler. Demek ki her şey galip gelmek değilmiş…
Galiba dindarlar olarak hem İslami hem de insani hassasiyetleri içselleştirecek bir iç muhasebeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.