Demokratik Durgunluk

Demokratik Durgunluk

Küresel ölçekte demokrasinin karşı karşıya olduğu durgunluk, sadece sistemsel eksikliklerden ya da dış müdahalelerden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda demokratik tahayyülün zayıflamasından, yurttaşların demokrasiden umudunu kesmesinden ve çıkar odaklı aktör s

A+A-

Adnan BOYNUKARA - Perspektif

Son yıllarda sıklıkla tartışılan konulardan birisi de demokrasi, demokratik işleyiş ve bu alanda ortaya çıkan sorunlar. Uygulama süreçlerine ilişkin ortaya çıkan kimi istifhamlar nedeniyle kaygılar artıyor ve bu “demokratik durgunluk” olarak adlandırılıyor. Kaygıların aşırıya kaçtığı düşünülse de, veriler demokrasinin tamamen ortadan kalkmadığını gösteriyor. Mesela, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü verilerine göre, dünya genelinde 120 ülkede, farklılıklara rağmen, demokratik sistem var.

Öte yandan, sonuçlarından bağımsız olarak, seçimlerin düzenli olarak yapıldığı görülüyor. Mesela 2024 yılında, dünya genelinde 77 ülkede seçim yapıldı. Seçim sıklığına rağmen demokratik işleyişin kalitesi konusunda sorunlar olduğu açık. Ortaya çıkan durumu izah etmek için kullanılan “demokratik durgunluk”, “demokratik gerileme” veya “demokratik konsolidasyon krizi” gibi kavramlar birbirine yakın anlamlar taşıyor. Burada, durgunluk kavramı üzerinden siyasal sistemin otoriterleşmediği, ancak siyasetin reformist özelliğinde sorun oluştuğu, yenilik üretemediği, toplumsal dinamizmin zayıfladığı ve siyaseti etkileme kapasitesinin azaldığına dikkat çekiliyor.

Demokratik Durgunluk

Öncelikle şunu ifade edelim, demokratik durgunluk, bir ülkenin demokratik sisteminde ne ilerleme ne gerileme yaşanması halidir. Başka bir ifadeyle, demokrasinin belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra yenilikçi, reformist karakterini yitirmesi ve içe kapanmacı reflekslerin sonucu olarak sabit bir düzeyde kalmasını ifade ediyor. Demokrasiye ilişkin kaygılara, istifhamlara, sorunlara rağmen, halkın iradesini oy aracılığıyla ortaya koyması ve seçimler aracılığıyla hükümeti belirleme yetkisinin olması, demokrasinin hâlâ en iyi yönetim modeli olduğunu teyit ediyor. Ancak mesele, biçimsel demokrasi araçlarının (seçim, parlamento, medya) varlığına rağmen, mevcut uygulamalarla bu araçların etkilerinin zayıflaması olarak ifade ediliyor.

O zaman yapılması gereken, demokratik durgunluğun nedenlerini tartışmak, somutlaştırmak ve durgunluğu etkileyen faktörleri konuşmak olmalı. Çünkü sadece durgunluğa vurgu yapıp ‘sızlanmak’ sorunu çözmüyor. Bu arada, durgunluğa neden olan faktörlerin, kişilerin siyasal pozisyonlarına göre değişebileceği açık. Ancak geleceğe ilişkin somut önerilerde bulunabilmek için konuyu etkileyen unsurları somutlaştırmakta fayda var. Dolayısıyla iç ve dış nedenler diye iki temel başlık önümüze çıkmaktadır.

Demokratik Durgunluğun İç Nedenleri

Demokratik durgunluğa ilişkin iç nedenleri altı ayrı başlıkta toplayabiliriz. İlki, reformlara kapalı siyasal sistem. Demokratik kurumlar varlığını sürdürse de, siyasal sistemin yeniliklere kapalı ve reformlara isteksiz olması ciddi bir sorundur. Reformlar riskli görülmekte, ertelenmekte ya da hiç gündeme alınmamaktadır. Bu da sistemin kendini güncelleyememesine yol açmaktadır.

İkincisi, artan siyasi kutuplaşma ve kimlik siyaseti. Siyasi aktörler arasındaki kutuplaşma, sertleşen siyasal dil ve zayıflayan diyalog ortamı, uzlaşma kültürünü ortadan kaldırmaktadır. Bu, yalnızca partiler arasında değil, toplum içinde de diyaloğu zayıflatmaktadır. Ortak kamusal değerler yerine kimlik siyasetinin ön plana çıkması toplumsal kutuplaşmayı derinleştirirken, demokratik reformların toplumsal desteğini de zayıflatmaktadır. Yeni medya mecraları ve özellikle sokak röportajları gibi içerikler bu kutuplaşmayı daha da körükleyebilmektedir.

Üçüncüsü, geleneksel partilerin halktan kopması. Merkez ve geleneksel partilerin halkla temaslarını yitirmeleri, toplumsal talepleri duyma konusunda sorun yaşamaları ve etkinliklere odaklanmaları. Bu tür yapıların ‘siyasal faaliyetleri’ giderek içi boş sembolik etkinliklere dönüşmekte. Bu durum hem halkın siyasal sürece katılımını zayıflatmakta hem de partilerin temsil gücünü azaltmaktadır.

Dördüncüsü, ekonomik eşitsizlik ve umutsuzluk. Gelir adaletsizliği, özellikle orta ve alt gelir gruplarında ciddi bir geçim sıkıntısına yol açmaktadır. Ailesini geçindirme derdine düşen insanların siyasal sürece ilgisini azaltmaktadır. Ekonomik sıkıntı yalnızca maddi olmamakta, geleceğe dair umudu da zedelemekte, demokratik sistemin taşıdığı güven ve anlamı erozyona uğratmaktadır. Halbuki ülkenin geleceği açısından, siyaset kurumunun dikkat etmesi gereken bu umudu diri tutmaktır.

Beşincisi, dijital dezenformasyon. Dijital medyada yayılan yanlış bilgiler, halkın bilgiye sağlıklı erişimini engellemekte ve demokratik bilinç üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Doğruluğu tartışmalı içerikler ve kutuplaştırıcı medya dili, demokrasiye olan güveni aşındırmaktadır.

Altıncısı, güvenlik ve istikrar kaygıları. Küresel krizler, düzensiz göç ve terör gibi tehditler nedeniyle güvenlik önceliği, demokratik reformların önüne geçebilmektedir. Bazen kaygılar, reformların riskli görülmesine ve ertelenmesine yol açmaktadır. Demokrasi askıya alınmasa bile, sistemin yenilenmemesi zamanla demokratik işleyişte gerilemeye neden olmaktadır.

Bahsettiğimiz ve bunlara eklenebilecek nedenlerin ortaya çıkardığı en olumsuz sonuç, halkın gelecek tahayyülünün zayıflamasıdır. Demokrasi yalnızca oy kullanma hakkı değil, aynı zamanda umut, güven ve değişim beklentisiyle anlam kazanır. Bu tahayyül kaybolduğunda, demokratik sistemin içi de zamanla boşalır.

Demokratik Durgunluğun Dış Nedenleri

Demokratik durgunluğu yalnızca iç dinamiklerle açıklamak eksik olur. İç ve dış etkenler çoğu zaman birbirini beslemektedir. Bu bağlamda, özellikle Batı’nın -başta ABD olmak üzere- izlediği dış politika yaklaşımlarının, demokrasiye olan küresel inancı zedelediği görülmektedir. Amaç, doğrudan anti-Batıcı bir söylem üretmek değil; demokrasi kavramının uluslararası düzlemde nasıl meşruiyet kaybına uğradığını anlamaya çalışmaktır.

İlk neden, müdahaleci ve çifte standartlı demokrasi yaklaşımı. Tek kutuplu dünya düzeninde ABD ve müttefiklerinin demokrasi söylemini müdahaleci politikaların aracı haline getirmesi, bu kavrama duyulan güveni sarsmıştır. Demokrasi adına yapılan dış müdahaleler, çoğu zaman askerî operasyonlara ve rejim değişikliği projelerine dönüşmüş, bunun bedeli ise hedef ülkelerdeki halklara ödetilmiştir. Afganistan ve Irak işgalleri bu müdahaleci siyasetin en çarpıcı örnekleri olmuştur. Bu süreçlerde uluslararası kuruluşların (BM, NATO, IMF, Dünya Bankası vb.) ya sessiz kalması ya da dolaylı destek sunması, uygulanan politikaların meşrulaştırılmasına katkı sağlamıştır.

İkincisi, seçici yaklaşımlar ve çıkar odaklı politikalar. Demokrasi söyleminin inandırıcılığı, Batı’nın farklı coğrafyalardaki olaylara yaklaşımındaki çelişkiler nedeniyle zayıflamaktadır. Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’ya verilen yoğun destek ile Filistin-Gazze meselesinde savaş suçlarına karşı sessizlik, daha ötesi soykırıma açıkça verilen her türlü destek toplumların hafızasına kazınmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçlarını tehdit edenlerin ve alınan kararları uygulanmayacaklarını ilan edenlerin demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesinden bahsetmelerinin boş bir nutuk olduğunu hepimiz öğrendik. Bununla birlikte, bu politikaların tamamını Batı toplumlarına mal etmek de doğru olmaz. Çünkü halklar ve bazı ülkeler (İrlanda, İspanya vb.) bu çifte standartlara karşı duruş sergilemişlerdir.

Üçüncüsü, totaliter rejimlerle işbirliği ve darbelerin desteklenmesi. Batı’nın otoriter rejimlerle ittifak kurması veya bazı ülkelerdeki askerî darbeleri desteklemesi de demokrasi kavramına duyulan güveni aşındırmaktadır. Arap Baharı sürecinde, özellikle Mısır’da seçilmiş yönetimin devrilmesine verilen destek, Batı’nın demokrasi konusundaki çelişkili tutumları açıkça ortaya koymuştur.

Dördüncüsü, yeni nesil müdahale yöntemleri. Günümüzde askerî müdahalelerin yerini daha ‘yumuşak’ ama etkili yöntemler almıştır. Seçim süreçlerine dijital manipülasyonlar, sosyal medya üzerinden algı yönetimi, ekonomik yaptırımlar ve siber saldırılar, demokrasilere yönelik dış müdahalelerin yeni araçları haline gelmiştir. Bu tür yöntemler özellikle Batı’yla ilişkili ülkelerdeki muhalefet hareketlerini şekillendirmede kullanılmaktadır.

Beşincisi, alternatif güçlere yöneliş ve otoriterleşme riski. Batı’ya duyulan güvensizlik, bazı ülkeleri Rusya ve Çin gibi alternatif güç merkezlerine yöneltmektedir. Ancak bu aktörlerin demokrasi konusundaki sicillerinin bozukluğu ve demokratik işleyiş diye bir ajandalarının olmaması, demokratik gelişme yerine otoriter eğilimleri pekiştirmesiyle sonuçlanmaktadır.

Sonuç olarak, evrensel bir değer olan demokrasinin aşınması. Tüm bu dış dinamikler, demokrasiyi evrensel bir değer olmaktan çıkararak, güç merkezlerinin çıkarlarına göre şekillenen bir söylem haline getirmiştir. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkların demokrasiyi içselleştirme sürecini sekteye uğratmakta ve demokratik durgunluğu besleyen dışsal faktörler haline gelmektedir.

Toplumsal Katılımın Zayıflaması

Demokratik durgunluğu konuşurken halkın siyasal katılım düzeyinin azalması, sivil toplumun zayıflaması ve toplumda ortaya çıkan “etkisizleşme” hissine de değinmek gerekir. Özellikle genç nesillerin seçim süreçlerine ilgisizliği, oy verme davranışının anlamını yitirmesi, kamusal tartışmalara katılımın düşmesi gibi gelişmeler, demokrasinin yalnızca yönetenler değil, aynı zamanda yönetilenler düzeyinde de donmasına neden olmaktadır. Araştırmalar bu durumu izah edecek veriler içeriyor.

Ayrıca, sosyal medya platformlarının algoritmik yapısı, kullanıcıları benzer görüşlerle sınırlı bir çevreye hapsederken, kutuplaşmayı artırıyor ve eleştirel kamuoyu oluşumunu zayıflatıyor. Bu durum, yurttaşların yalnızca farklı düşüncelere kapalı hale gelmesine değil, aynı zamanda siyasi sürece katılım motivasyonunun da azalmasına neden oluyor. Dijitalleşmenin sağladığı görünürdeki katılım alanı, paradoksal biçimde, gerçek anlamda siyasal katılımın yerine geçmeye başlamış durumda.

Dünya Değerler Araştırması (World Values Survey) verilerine göre, gençlerin siyasete ve seçimlere ilgisi, önceki kuşaklara göre belirgin biçimde azalmış. 2020 verileri, 29 yaş altındaki gençlerin yüzde 52’sinin demokrasiyi “vazgeçilmez bir yönetim biçimi” olarak gördüğünü, yüzde 30’unun ise “güçlü bir liderin parlamentoyu devre dışı bırakmasının bazen gerekli olabileceğini” düşündüğünü gösteriyor. Avrupa’da yapılan Eurobarometer 2023 araştırmasına göre, 18-24 yaş arası gençlerin sadece yüzde 42’si “siyasi sistemin kendilerini temsil ettiğine” inanıyor.

Aslında katılım yalnızca oy vermeyle sınırlı değil. İnsanlar farklı etkinlikler (dilekçe, yerel meclis, protesto vs.) üzerinden de siyasal sürece dahil olabilirler. Sivil toplum kuruluşlarını ayrıca değerlendirmek gerekse de sivil toplumun hem katılım hem de demokrasiye katkısına olan inanç düşüyor. Ayrıca, sivil toplumun kendisi de dönüşüm geçiriyor. Geleneksel dernek ve vakıf yapılarının yerine, çevrimiçi aktivizm, anlık kampanyalar ve ağ tipi örgütlenmeler öne çıkıyor. Ancak bu yeni biçimler, kalıcılık, hesap verebilirlik ve sürdürülebilirlik açısından sorunlar barındırıyor. Bu nedenle sivil toplumun demokratik işleyişteki rolü hem biçim hem işlev açısından yeniden tanımlanma ihtiyacı taşıyor.

Toplumsal katılıma ilişkin daha ayrıntılı bilgi için World Values Survey – 2020 (Wave 7)Eurobarometer 2023 – Youth and DemocracyOECD Civil Society Participation Data 2022 ve TÜİK – Yaşam Memnuniyeti Araştırması 2023 gibi kaynaklara başvurulabilir.

Kısacası, toplumsal katılımın zayıflaması, iki yönlü bir ilişki oluşturuyor. Bir yandan siyasal elitler halkın taleplerini göz ardı ettikçe halk sistemden uzaklaşıyor, öte yandan halk sistem dışına çıktıkça, siyasal sistem kapalı bir yapıya evriliyor. Bu durum hem temsil krizini derinleştiriyor hem de demokrasinin reform üretme yeteneğini zayıflatıyor. Bahsettiğimiz denklem devam ederse demokrasi yalnızca seçimlere indirgenmiş sembolik bir düzleme sıkışır, katılımcı ve çoğulcu niteliğini yitirebilir.

Buna rağmen, bazı ülkelerde özellikle yerel yönetim düzeyinde yapılan katılımcı bütçeleme, yurttaş meclisleri, dijital demokrasi uygulamaları gibi yeni katılım biçimleri, demokrasiyi yeniden canlandırma potansiyeli taşıyabilir. Bu tür uygulamalar, demokrasinin seçimlerden ibaret olmadığını, halkın gündelik hayatta karar süreçlerine katılmasının da seçimler kadar önemli olduğunu gösterir.

Demokratik Durgunluğu Aşmak

Sonuç olarak; küresel ölçekte demokrasinin karşı karşıya olduğu durgunluk, sadece sistemsel eksikliklerden ya da dış müdahalelerden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda demokratik tahayyülün zayıflamasından, yurttaşların demokrasiden umudunu kesmesinden ve çıkar odaklı aktör söylemlerinin norm haline gelmesinden de besleniyor. Demokratik durgunluğun aşılması için hem içsel bir reform iradesi hem de dış müdahalelere karşı demokratik dayanışma ve iç konsolidasyonun geliştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, demokrasi sadece bir yönetim biçimi değil, geçmişte kalmış bir ideal olarak anılacak.

Tüm olumsuz değerlendirmelere rağmen birçok ülkede halkların demokrasi talepleri hâlâ diri. Bu da demokrasinin tamamen bastırılamadığını ama farklı bir faza geçtiğini, yön değiştirdiğini ortaya koyuyor. Bugün demokrasinin krizi sadece bir rejim krizi değil, aynı zamanda bir temsil, katılım ve güven krizi. Bu ise sadece siyasi aktörlerin değil, tüm vatandaşların ortak sorumluluğu. Sorumluluklar konusunda hassasiyet gösterilirse, demokrasiye yeniden hayat vermek ve onu sadece seçimlerden ibaret olmayan bir katılım kültürüne dönüştürmek mümkün.

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.