1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Cihad ve Savaş Üzerine
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Cihad ve Savaş Üzerine

A+A-

Modern zamanlarda müslümanların başına gelen en büyük felaket, şu veya bu havzanın müslümanları şu veya örf ve adetlerine ya da kendilerine özgü üslup ve tarzlarına göre medeniyetler kurmuşlarken, hepimiz için ortak olan anahtar kavramların muhtevasına olan gösterdikleri sadakatti. Şimdi ise İslam binasının ana sütunları hükmündeki terimlerin içi boşaltılıyor, tersyüz ediliyor, kendi maksatları aleyhinde anlamlarda kullanılıyorlar. Ehl-i kitabın kendi kitaplarına karşı işledikleri cürmü hatırlatan tahrifattan (5/Maide, 13) ve tahribattan biri de “cihad” kavramının maruz kaldığı “modern” müdahaledir.

Terörle veya ganimet maksatlı savaş veya fütuhatla karıştırılmaması gereken cihat sadece Allah için yapılır, “Allah yolunda (fi sebil’illâh yapılan cihad” Allah’la ticarettir; yöneldiği hedef zulme ve zalimlere karşı kesintisiz mücadeledir. C-h-d’den türeme cihad, insan ile Allah arasındaki engelleri kaldırır; savaşa katılana ya şehadeti veya gaziliği kazandırır ki, ikisi de güzelliktir; entelektüel-fikri seviyede cihada cehd; fıkhi alandakine ictihat; manevi alandakine mücahede denir.

Çağımızda müslüman dünyanın ekserisi cihattan kaçıyor; çünkü ya düşmanlarından korkuyorlar, ya zihinleri teşevvüşe uğramış veya rahatlarının/konforlarının bozulmasını istemiyorlar. Bugünün cihadı küresel emperyalizme, zorbalığa, ifsada, sömürüye, askeri ve politik tahakküme, işgallere karşı mücadele ve mukateledir, doğru tarafta yer almaktır. Ve bugünkü küresel cihadın aktif sahası Filistin ve münhasıran Gazze’dir.

Gazze’de olup bitenlere karşı suskun kaldığını gördüğümüz Müslüman çoğunluk cihattan kaçsa da, bir va’d-i sahih olarak biliriz ki kıyamete kadar dünya İslam davasını dile getiren ve mazlyum insanları savunan müslümanlardan hali kalmayacaktır. Çoğunluk sussa da doğrudan veya dolaylı yollarla Gazze yanında cihada katılanlar oldu. Katılanlar şeref kazandılar, risk aldılar, suikastlara maruz kaldılar, Amerikan ve İsrail yerleşim birimlerini bombaladı, herşey gözlerimiz önünde cereyan etti.

Peki, biz bu olayı nasıl anlamalıyız? Bu sorunun cevabını Kur’an-ı Kerim vermektedir:

Savaş, hoşunza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216)

Meşru ve adil bir savaş zaruridir. Biz istemesek de gelir bizi bulur. Savaş, normal diplomasi ve anlaşılabilir siyasetle elde edilemeyen meşru bir sonucun güç kullanılarak elde edilmesi çabasıdır, genel kabul görüldüğü üzere savaş siyasetin başka türüdür.

Meşru ve adil bir savaştan kaçmak sorumlulukların bilincinde olan insana yakışmaz. Ancak işin bir gerçeği vardır ki, o da, savaşın hiç de istenmeyen bir şey olduğu hususudur. Kur’an-ı Kerim’in bunu açıkça zikretmiş olması, insan tabiatına ilişkin gerçekçiliğe verdiği öneme işaret eder. Bu böyledir, çünkü savaş düzeni altüst eder, kişi yerinden yurdundan, ailesinden yakınlarından ayrılır; katılacağı savaşın nasıl cereyan edeceğini bilemez, sakat kalması mümkün (gazi) olduğu gibi hayatını da kaybetmesi (şehid) mümkündür.

Meşru ve adil savaşlar daha önce de yapıldı, insanlık her zaman zalimane ve haksız savaşlara başvurmuş değildir. Haksız yere saldıranlara (4/Nisa, 91 ve 22/Hac, 39); dini baskı uygulayıp fitneye başvuranlara (2/191, 217); zulüm ve baskı uygulayanlara karşı savaş meşrudur ve gereklidir. İbn-i Aşur, geçmiş tarihlerden örnekler vererek, “üzerinize farz kılındı” ibaresinin daha önce Hz. Musa’nın kavmiyle Kenanlılara karşı savaşla yükümlü tutulmalarına, içinde Hz. Davud’un yer aldığı Talut’un pukperestlere karşı giriştiği savaşa ve Zülkarneyn’in yeryüzü gezegeninin Batı yakasında zorba bir kavme karşı yaptığı savaşa atıf olduğunu söyler. Yani meşru ve adil savaş Müslümanlardan önce de mü’min gruplara emredilmişti.

Ayetin anahtar terimlerinden “kürh” ikrahtan hem hoşa gitmeyen hem kendisine zorlanan fiil demektir ki, bu tam da savaşı ifade eder. Kurtubi, “hoşunuza gitmediği halde” ibaresinin mübteda ve haber olmasından hareketle, asıl anlamının “savaş sizin için hoş değildir” olduğunu söyler. Demek ki savaşı yüceltmek gerekmez ama vaki olduğunda sabretmek ve gereken her ne ise onu yerine getirmek gerekir. Tabiatı icabı savaş hoşlanılacak bir şey değildir; fakat bağımsız ve özgür olmanın yolu, inançlarımıza, topraklarımıza, tabii kaynaklarımıza, emeğimize, namusumuza göz dikmiş bulunanlara, zayıf ve çaresiz müslümanları, hatta şu veya bu insan topluluğunu katletmeye azmetmiş  saldırganlara karşı koymamızdan geçer.

Köle ruhlar savaştan kaçar. Savaş karşıtlığı yerine göre erdemli bir protestodur, çünkü savaş karşıtı olan aynı zamanda ve en başta saldırgana, saldırganın kötü emellerine de karşı bir duruşu sergiler. Ama geçmişte ve bugün olup bitenlerden öğrendiğimize göre saldırganlar dinlemez, ihtiraslarının kurbanı olarak daha çok güç ve zenginlik için yağmaya girişir, nüfuz sahalarını genişletmek isterler. İşte bu kötü emellere karşı koymak için savaşmaktan başka seçenek yoktur. Savaşın sağladığı ilk büyük fayda (hayr), özgürlük, bağımsızlık, onurun ve Müslümanın izzetinin korunmasıdır.

Savaş sadece var olanı korumak değil, bazen ilave yarar ve imkanları da sağlar. Eskiden bu açık ganimetti, modern zamanlarda dolaylı olarak ganimettir: stratejik bölgelerin, enerji nakil hatlarının denetimi, petrol, doğalgaz veya değerli kaynakların ele geçirilmesi, yandaş yöneticilerin başa geçirilmesi gibi. Amerika ve batılılar savaşla nüfuzları altına geçirdikleri her yerden bolça ganimetler almışlardır, bugün de almaya devam etmektedirler.

Dünyevi anlamda savaş İslam’ın ve Müslümanların izzetini ayakta tutarken, savaşta yaralananlar gazi, ölenler şehid mertebesine ulaşır ki, bunun ahiretteki karşılığı Allah’ın rızası ve cennettir. Kurtubi, kendi yurdu olan Endülüs’teki Müslümanların, dünya zevklerine daldıkları ve cihattan kaçındıkları için bağımsızlıklarını ve topraklarını kaybettiklerini, çocuk ve kadınlarının esir düştüğünü ve zillet içinde İspanya’yı terk etmek zorunda olduklarını söyler. Onlar da ülkelerini ve izzetlerini koruyamadıklarından binbir türlü mazeret ve gerekçe üretmişlerdi, mazeretlerin tümü dü “reelpolitik”ti.

Gazze’de katliam, tehcir ve açlıkla cezalandırma sürerken, fiili bir şey yapmayanlar aynı durumda değil mi? Kendimize Kur’an aynasından bakmaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar