
Barış Üzerine
Barış süreci yalnızca müzakere masalarında değil, aynı zamanda sınıflarda, adliye koridorlarında, hastanelerde, mahalle aralarında ve sivil toplumun kat yerlerinde inşa edilmelidir.
Barış, savaşla birlikte var olmuş bir kavramdır; yani insanlık tarihi kadar eskidir. Çoğu zaman savaşın olmaması, yani çatışmasızlık hali, barış olarak düşünülür. Oysa açık şiddetin olmadığı durumlarda bile yoğun gerilimler, karşıtlıklar ve huzursuzluklar olabilir. O halde daha gerçekçi bir tanıma gereksinimimiz var. Acaba, insanların hayatı paylaştıkları her yerde -küçük bir yerleşme biriminden dünyanın bütününe kadar- ortak yaşamın koşullarını kendi aralarında anlaşarak belirledikleri, karşılıklı kabule ve saygıya dayalı adaleti ve yasa önünde eşitliği garanti eden bir güvenlik hali diyebilir miyiz, barışa?
Böyle tanımlarsak, barış hem bir hedef hem de bir süreçtir. ‘Süreç’ dediğimiz anda inşa edilen, sürekliliği sağlanması gereken bir devamlılıktan söz ediyoruz- yani bir kültürden… Bu durumda barışı sürdürmenin yolu, barış kültürünü toplumsal ilişkilerin, kolektif zihniyetin ayrılmaz bir parçası haline getirmektir.
Norveçli barış teorisyeni Johan Galtung, barışı “negatif” ve “pozitif” olmak üzere ikiye ayırır. Negatif barış, açık şiddetin ve çatışmanın yokluğudur.
Pozitif barış ise, adaletsizliklerin büyük ölçüde giderildiği (giderilebilmesi için kurumların ve usullerin işlediği), yapısal şiddetin ortadan kaldırıldığı ve insanların temel haklarına erişimin sağlandığı bir toplumsal düzendir.
Bu tanım, barışın dinamik bir süreç olduğunu, sürekli adalet, güven ve güvenlik ihtiyacının karşılanmaya çalışıldığı bir inşaat süreci olduğunu bize hatırlatır
Barış Kültürü
UNESCO’nun tanımına göre barış kültürü; “çatışmaları şiddete başvurmadan çözmeye yönelik değerlerin, tutumların ve davranışların belirlediği bir yaşam biçimidir.” Bu kültür, toplumsal yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmeli; ailede, okulda, medyada ve kamu yönetiminde etkin olmalıdır ki yerleşebilsin.
Barış kültürü şunları içerir:
Şiddetsiz iletişim ve empati;
Farklılıklara saygı;
Toplumsal adalet ve eşitlik (Bilinmelidir ki ne doğada ne toplumsal hayatta eşitlik yoktur ama toplumsal barışın sağlanması için iki alanda eşitlik mümkündür: Yasa önünde eşitlik ve fırsat eşitliği.)
İnsan haklarına ve hukukun üstünlüğüne bağlılık,
Çatışma çözümü ve uzlaşma becerileri ve bu konularda uzman kadrolar..
Barış Kültürünün İnşası: Ne Yapılmalı?
Barış kültürü kendiliğinden oluşmaz; kamu iradesinin kararlılığı ve bilinçli politikaların (uygulamaların) devreye sokulması gerekir. Söz konusu uygulamaların en etkili olacağı üç alan şunlardır:
-Eğitim: Barış kültürünün en münbit alanı ya da en çok meyve verdiği alan eğitimdir. Şiddetsiz sorun çözme, iletişim, hak temelli düşünce ve empati eğitimi (kültürel farklılıkları olağan karşılama ve saygı gösterme) çocukluk çağında verilmelidir. Finlandiya, Norveç gibi ülkeler bu konuda öne çıkan örneklerdir.
-Adalet ve Hukuk
Bir toplumda hukuk devleti tesis edilmeden barış kültürü yerleşemez. Adaletin olmadığı yerde, barış itaatkâr bir “suskunluk” haline dönüşür. Oysa bu sakinliğin ardında patlamaya hazır bir gerginlik vardır.
-Medyanın Dili, Kamunun Dili
Barışın dili her şeyden önce yatıştırıcı ve birleştirici olmalıdır. Ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı olmamalıdır. Barışı korumakla görevli siyasiler, resmî görevliler, medya mensupları, din adamları, öğretmenler ve kanı önderleri anlayışı ve uzlaşmayı öne çıkaran anlatıları desteklemeli, önyargılardan ve kışkırtıcı söylemlerden kaçınmalıdır. Özellikle medya, siyasiler ve kanı önderleri, barış kültürünün yaygınlaştırılmasında hem olumlu hem olumsuz bir rol oynayabilirler.
Barışın dili şefkatli olmak zorunda değil ama saygılı olmalıdır. Karşısındakinin/ötekinin varlığını ve var olmaktan gelen haklarının tanındığını belli etmelidir. Toplumsal kutuplaşmayı azaltmayı; öfke ve tehdit yerine anlayışı ve yoldaşlığı yansıtmalı, gruplar arasında güvene dayalı duygusal köprüler kurmalıdır.
Barış dili sadece kelimelerden oluşmaz; uzlaşmaya, birlikte yaşamın kabulüne ve ortak sorumluğa dayanan bir hayatın mümkün olduğunu çağrıştırmalıdır. Bu farklı bir dünya görüşüdür. Barışın dünyasında kamunun dili düşman yaratmaz, düşmanlığı dönüştürür. Kutuplaştırmaz; ortak zemini bulur. Üstten bakmaz, birlikte düşünmeye çağırır. Hükmedici değil, onarıcı ve işbirlikçidir. Suçlamaz, sorumluluğu paylaşır; ortaklığı vurgular.
-Barış Kültürünün İnşası Neden Çok Önemli?
Öncelikle kendi içinde kutuplaşmış, çatışan bir toplum ne huzura kavuşabilir ne de potansiyellerini harekete geçirip gelişmiş müreffeh bir toplum olabilir. Çatışan kesimlerin ürettiği öfke ve nefret, dayanışma ve bir ulus olma duygusunu zayıflatır. İnsanlar birbirlerine, sonunda bu durumu engelle(ye)meyen devlete güvenlerini yitirirler. Çatışan tarafların sınır ötesinde uzantıları varsa, onlar bir ülkenin iç işlerine karışarak uzlaşmazlığı daha da karmaşıklaştırır. Olağanüstü şartlarda yaşama durumu, olağanüstü-hâl hukuku üretir. Yönetim, hukuk devleti niteliğinden uzaklaşır, demokrasi güvenliğin ağır vesayetine girer; özgürlükler sınırlandırılır.
Barış kültürünün yerleşmediği toplumlarda çatışmalar tekrar tekrar yinelenir. Demokrasi serpilemediği için adli sistem adalet üretmez. Hukuksuzluk keyfîlik doğurur, denge ve denetim kurumları çalışmaz. Yolsuzluk, usulsüzlük ve liyakatsizlik yurttaşları düzene yabancılaştırır. Özellikle genç kuşaklar ülkeyi terk etmeye başlarlar.
-Özetle: Barış statik bir durum değil, bilinçli bir davranış biçimidir. Resmi politikayla sınırlı değil, gündelik hayatın, değerlerin ve insan ilişkilerinin içinde filizlenen, zamanla kültür haline gelen bir zihniyettir. Daha adil, daha eşit ve daha şefkatli ve uyumlu bir dünya, barışı önceleyen bireylerin ve toplumların eseridir.
Barışın, sadece savaşın, silahlı çatışmanın, şiddetin yokluğu olduğunu iddia etmenin yüzeyselliğinden söz ettik. Barışın önünde daha derin, daha sinsi ve daha kalıcı bir şiddet türü var: YAPISAL ŞİDDET.
Bu terim de Johan Galtung’a ait. Galtung’a göre yapısal şiddet, insanların temel ihtiyaçlara erişiminin sistematik biçimde engellenmesidir. Bu, bireylerin sağlık, eğitim, barınma, güvenlik ve adalet gibi yaşamsal haklara ulaşamaması anlamına gelir.
Bu şiddet türü, doğrudan bir fail gerektirmeyen; kurumlar, sistemler ve toplumsal yapılar aracılığıyla gerçekleşen bir baskı, dışlama ve hak mahrumiyeti türüdür. “Şiddetin sessiz halidir” de denebilir. Genellikle failleri, yasalar (ayırımcı hukuk sistemi), okullar (önyargılar ve dışlayıcı değerler aktaran eğitim sistemi), bürokrasinin buyurgan ve partizan tutumundan kaynaklanan kamu hizmetlerine eşitsiz erişimdir.
Yapısal şiddet, hak arayışlarını bastırır. Bunu kimi zaman susturarak, kimi zaman umutsuzluğa sürükleyerek yapar. Bu nedenle yapısal şiddet, barışın zeminini çürütür. Toplumsal güveni sarsar, yurttaşlık bağlarını koparır, yurttaş grupları arasındaki mevcut eşitsizliği, onarılamayacak düzeyde derinleştirir. Kutuplaş(tır)ma, hukuksuzluk ve ekonomik eşitsizlik, yalnızca birer siyasi sorun değil, aynı zamanda yapısal şiddetin göstergeleridir. Kültür gruplarına (etnik-dinî-mezhebî) yönelik ayırımcılık, mültecilere/sığınmacılara yönelik öfke, kadınlara baskı ve dışlama, genç işsizliği, eğitimde fırsat eşitsizliği ve kır-kent yaşam standardı eşitsizliği de yapısal şiddettin göstergeleridir. Bunların hepsi, barış arayışının önümde duran engellerdir. Bu nedenle barış süreci yalnızca müzakere masalarında değil, aynı zamanda sınıflarda, adliye koridorlarında, hastanelerde, mahalle aralarında ve sivil toplumun kat yerlerinde inşa edilmelidir. Ancak böylece barış, görünmeyen düşmanından korunabilir. Barış, sadece bir anlaşma değil, köklü bir dönüşümdür; savaşarak değil anlaşarak sağlanan… Kurumları, yasaları, zihniyetleri aşan ve yaşam tarzını belirleyen bir değişimdir. Özetle: Barış, görünmeyen şiddeti görünür kılıp ortadan kaldırmakla mümkündür.
Yineleyelim: Yapısal şiddet, çoğu zaman “şiddet” olarak adlandırılmaz. Çünkü sessizdir; kurşunlar değil yasalar, bombalar değil bürokratik engeller devrededir. Fakat sonuç aynıdır: insanların hayatları kısıtlanır, potansiyelleri bastırılır, gelecekleri çalınır. Bu durum özellikle şu alanlarda kendini gösterir:
Ekonomik eşitsizlik: Servetin çok küçük bir azınlıkta toplanması, büyük çoğunluğun yoksulluğa mahkûm edilmesi.
Eğitimde fırsat eşitsizliği: Kaliteli eğitimin sadece bazı bölgelerde ve kesimlerde erişilebilir olması.
Sağlık hizmetlerine erişim: Parası olanın hayatta kalma şansı artarken, olmayanın gözden çıkarılması.
Temsilde adaletsizlik: Azınlıkların ve ezilenlerin karar alma süreçlerinden dışlanması.
Partizanlık, kayırmacılık, cemaatçilik: İyi yetişmiş, hakkıyla okumuş, nitelikleriyle yararlı olabilecek gençlerin, iş başvurusu yaptıklarında iktidara yakın olmadıkları için elenmesi, işe girmişlerse yükselememesi; kendilerinden liyakat değil itaat beklenmesi.
Özetle: Yapısal şiddet, hak arayışlarını bastırır. Kimi zaman cezalandırarak, susturarak; kimi zaman yabancılaştırıp umutsuzluğa sürükleyerek… Bu nedenle yapısal şiddet, barışın zeminini çürütür. Toplumsal güveni sarsar, yurttaşlık bağlarını koparır, insanlar arasında derin eşitsizlik uçurumları açar.
Bugün Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, hatta refah kıtası olarak bilinen Avrupa’da bile barışı tehdit eden nedenlerin çoğu, silahlı çatışmadan çok yapısal şiddetten kaynaklanmaktadır. Mülteci krizlerinden kent içi ayrımcılığa, genç işsizliğinden eğitimde özelleştirmeye kadar pek çok sorun, toplumsal huzuru içten içe kemirmektedir.
Türkiye Örneği: Sessiz Şiddetin Yansımaları
Türkiye’de yıllardır süregelen kutuplaşma, hukuksuzluk ve ekonomik eşitsizlik, yalnızca birer siyasi sorun değil, aynı zamanda yapısal şiddet göstergeleridir. Özellikle Kürt sorunu, kadın hakları, genç işsizliği ve eğitimde ve istihdamda fırsat eşitsizliği gibi alanlarda yapısal şiddet, barış arayışını zayıflatmaktadır. Bu nedenle barış süreci yalnızca müzakere masalarında değil, aynı zamanda sınıflarda, adliye koridorlarında, hastanelerde ve mahalle aralarında inşa edilmelidir.
Nasıl Barış Yapacağız?
Yapısal şiddetle yüzleşmeden kalıcı barış sağlanamaz. Bunun için:
Sosyoekonomik reformlar gereklidir: Adil vergi sistemleri, temel gelir garantisi, kamusal sağlık ve eğitim hakları gibi politikalar bu şiddeti azaltır.
Katılımcı demokrasi güçlendirilmelidir: Yurttaşların karar alma süreçlerine katılması sağlanmalıdır.
Hukuk devleti tesisi elzemdir: Adaletin herkes için geçerli olduğu bir düzen olmadan barış, bir temenniden ibaret kalır. Yolsuzluk, usulsüzlük, kayırmacılık ve keyfîlik son bulmalıdır. Toplumsal eşitlik ve temsilde adalet sağlanmalıdır: Azınlıkların, kadınların, gençlerin, yoksulların sesi siyasal mekanizmalarda yer bulmalıdır.
Kalıcı barış, görünmeyen şiddeti görünür kılıp ortadan kaldırmakla başlar.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.