1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Algı ve Olgu Arasında Medya
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Algı ve Olgu Arasında Medya

A+A-

Medya bağlamında iki anahtar terim üzerinde duracağız: Algı ve olgu

Algı herhangi bir gerçeklik/hakikat değeri olmayan kanaat, fikir, yargı veya zandır; olgu ise ister fiziki ister sosyal veya psikolojik olsun, belli bir gerçekliğe, hakikate dayanır.

Bugün insan bu ikisi yani algı ile olgu arasında şaşırmış vaziyette sağa sola savrulup duruyor, söz konusu savrulmada medya önemli rol oynuyor.

Savrulmada birinci amilin devletten kaynaklandığı düşünülür, bu doğrudur ama modern zamanlarda kitleler sadece resmi kurumlara değil, medyaya da maruz kalıyorlar, medyanın etkin rol oynadığı bu süreçte kitleler inşa edilen, üretilen bir nesnedir. “Kitle” kelimesini kullanıyorum çünkü kitle “toplum veya halk” olma özelliğinden uzak beşeri yığıntıdan ibaret. Dolayısıyla kolayca yönlendirilen,  manipüle edilen, hatta determine edilen insan yığınlarına “kitle” demek daha yerinde olur.

Devletlerin resmi kurumları gibi sivil alanda faaliyet gösteren medya karşısında da zihin hamdır. Baudrillard, medya karşısında kitleleri süngere benzetir. 24 saat boyunca televizyonlar, radyolar, gazeteler, internet siteleri, sosyal medya vesaire kitlelere durmaksızın su pompalandığını düşünelim. Edilgen kitleler kendilerine pompalanan şeyleri alıyorlar. Bunların çoğu çöp kutusuna atılacak şeylerdir, mesela magazin programları, sporla ilgili haberler ve yorumlar vs.. Bu haber ve iletileri beyin sünger gibi emiyor, gece yatarken de yine sünger gibi sıkıp atıyor. Hani süngeri sıktığınızda suyu atarsınız ya, kitleler de öyle yapar ve uyur fakat yine de günboyu emilen  suda tortular vardır, tortular kalır ve zaman içinde  süngerde kalan tortular katılaşır, taşlaşır.  İşte modern toplumun pek övündüıü kültürü bu sayede oluşur.

Devletler zihinleri biçimlendirmek üzere muazzam bütçeler aracılığıyla, eğitime, öğretime büyük önem verirler. Hakikt-i halde eğitim ve eğitim kurumları baştan sona propagandadan ibarettir. Lulu, meşhur kitabı “Teknoloji”de modern devletin, eğitim üzerinden sadece propaganda yaptığını söyler. Çocuğu küçük yaştan, hatta okul öncesi dönemde alır, üniversiteden mezun edinceye kadar 16-20 sene eğitir. Eğitmek demek, insanı bir işlemden geçirmek, eğip-bükmek demektir. Eğitim insanın onuruna hakarettir, zira insan eğitilmez, insana öğretilir (ta’lim). İnsana dil öğretebilirsiniz, matematik veya başka ders verirsiniz ama eğitmeye kalkıştığınızda insan sizin önünüzde ya hayvan gibi olur veya eğitime muhtaç embesil gibi durur.

Deneysel olarak biliyoruz ki,  okula bir kapıdan giren, eğitim sürecini bitirip diğer kapıdan çıkınca artık, o insan eski şahıs  değildir, bir başkasıdır. Türkiye Cumhuriyeti için eğitim en önemli devlet faaliyetidir. Onlarca bakaanlığıa sadece ikisinin başına “milli” sıfatı koymuştur: Milli Savunma Bakanlığı-Milli Eğitim Bakanlığı. Bunun tabii ki bir anlamı var.

Resmi veya özel eğitime “örgün eğitim” diyoruz, peki “yaygın eğitim” nedir? Eğitimin yaygın biçimini medya üstlenir, devletlerin üstlendiği işlev kadar medya da önemli işlevler görür. Kısaca kitleler resmi eğitim kurumları üzerinden devlete maruz kaldığı gibi, medya üzerinden de belli bir bilgi ve zihinsel işleme maruz kalıyor. Medya aynı şeyi yapıyor. Bu o kadar şeytani ve sistematik yapılıyor ki siz bunun farkına varamazsınız. Günlük bir gazeteden örnek verelim.

Gazete çalışanları genellikle sabah saat 10’da genel yayın yönetmeni başkanlığında editörler toplanır, yayın yönetmeni gündemi sorar. Her bir editör konusuyla ilgili ilk bilgi verir. Belli bir müzakereden sonra hangi haberler öne çıkarılacak, buna karar verilir ve editörler akşama belirledikleri konularla ilgili haberleri toplamak üzere dağılır, muhbirleri sahaya gönderir. Diyelim ki haber ajanslarından ortalama 100-200 arası haber geldiğini düşünelim, içlerinden birkaçı seçilecek ve bir kaçından biri manşete çıkarılacak.  Seçmek politik bir tercihtir. Neden bu haberi değil de öbür haberi? Editör seçtiği haberi nereye yerleştirecek? Birinci sayfadan mı verecek, içeride mi verecek, haberi ne kadar görecek? Peki seçtiği haberleri nasıl öne çıkaracak, hangi cümleleri kullanacak, yorumlayarak mı verecek, yoksa mümkün mertebe nesnel bir dil kullanıp mı verecek? Karşı olduğu şahısların resmini kullanacaksa şahsın sevimsiz resmini koyacak. Bütün bunlar politik tercihlerdir.  Politik tercihler medyanın bütün mecraları için aynıdır.

Halk bütün bunların farkında değil. Halkın zihni kodlanıyor. Lakin sıradan insanlar neler olduğunu, bilgi ve haberlerin hangi işlemden geçtiklerini bilmiyor, medyanın verdiği haberi doğru kabul ediyor.

Aslında bu, insanın Allah’ın kendisine bağışladığı hür iradesiyle tercihte bulunma, seçme, üzerine tefekkür etme melekesini elinden alan bir işlem.  Kur’an-ı Kerim, “Fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar savaşın” (2/Bakara, 193) diye buyuruyor. Bu ayette kullanılan fitne baskı anlamındadır. Vicdanlar ve zihinler üzerinde baskı kurulmuşsa, onlar hür iradeleriyle Allah’ı tercih veya başka bir şeyi tercih edinceye kadar o baskıdan kurtulmaları lazım. Hz. İbrahim, putları kırdığında kavminin zihni üzerindeki blokajları yıkmayı hedeflemişti. Kişinin illa da İslamiyet’i seçmesi gerekmez, başka bir şeyi de seçebilirler. Ama neyi seçecekse  bilerek ve hür iradesiyle seçsin ki, sorumlu olsun.

Bugünkü medya hür seçime izin vermiyor, zihin üzerinde blokaj kuruyor. Buna şu şimdilerde “algı yönetimi” diyoruz. Algının başka, gerçeğin başka olması önemli değil, kişinin veya kitlelerin nasıl algıladığı önemli. Algının bir hakikati var mı? Yok! Putun bir hakikati var mı? Onun da yok, ona atfedilen kutsiyet veya ilahi misyon algıdan ibaret. Gerçek olan taştan, demirden veya tahtadan yapılmış putun, heykelin basit bir nesneden ibaret olması.

İşte İbrahim Aleyhiselam’ın putları kırması -onun bir sıfatı da putkırıcıdır- böyle bir hadisedir, bütün peygamberler kitleleri yanlış algıdan kurtarıp hakikatle yüz yüze getirme mücadelesini vermişlerdir. Peygamberler zihin üzerindeki blokajı kaldırıyor, zihni özgürleştiriyorlar. Özgürleşmiş zihin ya Hk’kı seçer veya batılı. Bu artık onun bileceği şeydir.

Önemli soru şu;

Algının derin etkisinde çalışan zihni özgürleştirmek için ne yapmalı?

Önceki ve Sonraki Yazılar