1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ocaktan

  3. Ahlakı kaybedince adaleti de vicdanımızı da kaybediyoruz
Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Ahlakı kaybedince adaleti de vicdanımızı da kaybediyoruz

A+A-

Görsel ritüellerle dinin özünü gölgelediğimiz, ahlakı sadece süslü kelimelere indirgediğimiz günden bu yana, bütün değerlerimizin içini boşaltmış bulunuyoruz.

Talihsizlik o ki dindarların iktidar olduğu bir dönemde, dindarlar İslam’ın özünü oluşturan ahlakı kaybettiler. Çünkü günümüzün dindarları, dinin önerdiği hikmeti, ahlakı değil, ideolojik mahallelerini güçlendirecek ve de siyasi getirisi yüksek bir hayatı tercih ediyorlar.

Ne yazık ki dini de ahlakı da siyasetin bir aracı haline dönüştürdüğümüz için, ilahi kelamın mesajı günümüz Müslümanları nezdinde hiçbir anlam ifade etmiyor.

Oysa ahlaki değerler Ali Bardakoğlu Hoca’nın da ifade ettiği gibi, toplumun ortak değerleridir. Bunlar, kişilerin bireysel inisiyatifleriyle, zorlamalarıyla, sübjektif değerlendirmeleriyle tanımlanabilecek kadar sade, yalın ve köksüz değildir. İşte burada din önemli bir katkı sağlamakta; toplumun tarihten süzülüp gelen, insan olmanın özüyle bağlantılı, ortak ahlaki değerleri teyit ederek ahlaka güç ve manevi bir temel kazandırmaktadır. (Yüzleşme, s.44)

Maalesef dindarlar ahlakı kaybettikleri için adil olmayı, temel insan haklarına riayet etmeyi, kul hakkının korunması konusundaki dini duyarlığı, kadın ve çocuk haklarını koruma bilincini, hesap verilebilir olmayı, şeffaflığı ve liyakati de kaybettiler.

Bu yüzden de bizim mahalleye yan bakan, muhalif düşünceleri dillendiren, iktidarımızı beğenmeyen herkesi gözaltına alarak tutuklayıp hapse atmayı adeta dindar olmanın bir vecibesi gibi görmeye başladık.

Oysa dindarlığı da ahlakı da bize böyle öğretmemişlerdi. İlahi kelamın öncelikle adaletli olmayı, kul hakkına riayet etmeyi, kimseye zulmetmemeyi emrettiğini, başkalarını itibarsızlaştırmayı Allah’ın kesinlikle men ettiğini öğrenmiştik.

Ama artık biz, ilahi hitabın özü olan ‘iyi insan’ olma, ‘sırat-ı müstakim’ üzere olma özelliğini değil, din adına uydurduğumuz ‘davamız’ adına insan olmanın erdemiyle bağdaşmayan gayrı ahlaki eylemleri bile kendimize hak olarak görüyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki günümüzün dindarları kendilerine başka bir din icat etmişler. Bu yüzden de kendileri dışındaki herkesle öfke diliyle konuşmayı, ötekileştirmeyi ve düşmanlaştırmayı bir meziyet olarak görüyorlar.

Oysa Kur’an’ın mesajı o kadar açık ki: “Ey iman edenler! Allah için adaleti yerine getirmekte örnek olun, bir ulusa olan düşmanlığınız, adaletli olmanızı engellemesin. Adaletli olun, bu saygın olmaya daha çok yaraşır. Allah’a saygılı olun. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (maide/8)

Ayet-i Kerime sevmediğimiz, düşman olduğumuz kimseye bile adil olmayı önermekle, insanlığın en üst ahlak ilkesini önümüze koymaktadır. Düşmana karşı adil olmak, düşman suçlu ise onu korumak anlamında değildir. Suçlu ise suçu kadar ceza vermek, adaletin gereğidir.

Maturidi Maide Suresinin 8. Ayetini yorumlarken, ayetin tanıklık konusuna yoğunlaşmış olduğunu söylemektedir. Tanıklık, Allah için yapılır ve Allah’a özgü kılınırsa, adaletin gerçekleşmesinde kimsenin hatırı, kızgınlığı, vs. engel olarak görülmez. (Hüseyin Atay, Maturidi’nin Düşünce Dünyası, s.364)

Galiba günümüz dindarlarının esas problemi, dinin özünü oluşturan hukuk-adalet, özgürlük, şeffaflık ve hesap verilebilir olmak gibi temel değerlerin hikmetini kavramak yerine, yaşadığımız çağdaki siyasi mücadeleyi bir dindarlık ödevi gibi görüyor olmak.

Bu anlayış, özellikle 20. Yüzyılda dindarların siyasi mücadelenin içinde yer alması sanki ‘farz-ı kifaye’ymiş gibi bir algıyı da beraberinde getirdi. Bu tarz, doğal olarak siyasi mücadeleyi dini zemine taşımış oldu.

İşte esas tehlike de bu noktada başladı, zira dinden beslenen bir siyaset anlayışının giderek totaliter ve de kıyıcı bir üsluba evrilmesi kaçınılmaz hale geldi.

Bugünkü Türkiye atmosferinde, özellikle siyaset bağlamında eleştirdiğimiz olumsuzluklara bu zaviyeden bakarsak, dini siyasetin tasallutundan kurtarmanın elzem hale geldiğini daha iyi anlarız.

Mesela AK Parti iktidarı 2002 yılında yola çıkarken din eksenli bir siyaset yapmayacağını, hukukun üstünlüğünü ve özgürlükleri esas alan bir siyaset yapacağını vadetmişti. Kısacası, hukuk dedi, adalet dedi, bireylerin özgürlük ve haysiyetini en üst seviyede tutacağını söyledi. Ama sonunda hukukun buharlaştığı, adalete güvenin yok olduğu, yoksulluğun arttığı bir Türkiye’ye gelmiş bulunuyoruz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar