Adalet-Eşitlik ilişkisi
Ne kadar gerçek bilmiyorum ama son zamanlarda yönetim ve yargı kurumlarının siyasal mensubiyetlere göre ayırımcılık yaptığına dair yaygın bir kanaat var. Toplumumuz, siyasetle bir şekilde ilişkisi bulunan birçok konuda olduğu gibi yönetim ve yargının âdilliği ve tarafsızlığı konusunda da son yıllarda –başka hiçbir toplumda görülemeyecek kadar- derin bir çatlama yaşamaktadır. Bu durumda yukarıdaki başlığın –her zaman önemli olmakla birlikte- günümüz Türkiye’sinde daha da önem kazandığı anlaşılmaktadır.
***
Haksızlığın her türlüsü eşitsizliktir: Müslüman düşünürlere göre eşitlik adaletle yakından ilgili bir kavramdır. Eşitlikle ilişkisi yönünden adalet, insanlara sosyal, siyasi, ekonomik… konumlarını ve aidiyetlerini dikkate almaksızın hukukun eşit davranması gerektiğini ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’in “fıtratullâh” dediği (Rûm suresi 30/30) insanın doğal sezgisinin, kamu vicdanının ve onun somutlaştırılmış ifadeleri olan veya öyle olması arzulanan yasaların adalete aykırı saydığı bütün çeşitleriyle haksız ayrımcılık, eşitlik prensibine de aykırıdır.
Eşitsizliğin her türlüsü haksızlık değilse de haksızlığın her türlüsü eşitsizliktir, dolayısıyla adaletsizliktir, zulümdür. Hak ve adalet kutsal kavramlardır; Yüce Allah’ın bir ismi “Hak”, bir ismi de “Adl”(âdil)dir. ‘Hak’tan ve ‘adalet’ten daha üstün bir kavram yoktur. Buna göre insanlara farklı muamele etmenin eşitlik ve adalet ilkelerini ihmal sayılmaması için bu muamelenin hak ihlaline yol açmaması, kamu vicdanı ve/veya âdil yasalar tarafından hakkaniyete uygun kabul edilmesi gerekir. Zira “aksine hareket etmek için haklı bir neden olmadıkça, insanlar adaletin gereği olarak eşit muameleyi hak ederler.”
Kişinin doğal yetenekleri ve bu yeteneklerini kullanarak elde ettiği toplumsal statüsüne göre, bu noktalarda kendisinden daha geride olanlardan daha çok yarar sağlaması eşitlik ve adalet ilkesini ihlal sayılmaz. Ancak Kur’an ahlakı bakımından, bir insanın doğal yetenekleri ve statüsü ne olursa olsun, zamanın şartlarına göre zorunlu ihtiyaçlarının (zaruriyyât) karşılanması her toplum için adalet ilkesinin gereğidir ve zorunludur. İslâmî literatürde bu toplumsal sorumluluk “farz-ı kifâye” terimiyle ifade edilir.
Adalet ve eşitlik konusunda günümüzde en çok kullanılan kavramlardan biri de “fırsat eşitliği”dir. Çok kullanılmasının önemli bir sebebi, hem yüksek hem de zor gerçekleştirilen bir amaç olması, ihlal edilmeye elverişli bulunmasıdır. Bununla birlikte, adalet ve eşitlik ilkeleri bakımından yüksek standartlı, kuralların âdil olduğu, bu kuralların kişiler ve kesimler bakımından iyi düzenlendiği ve işletildiği toplumlar da vardır.
***
Kanun önünde eşitlik: İnsanlığın tarihinde –aksine fiilî örnekler çok olsa da- eşit suça eşit ceza, diğer bir tabirle kanun önünde eşitlik her dönemde bir ahlak ideali olmuştur. Kur’an’ın her konuda istediği hakkaniyet kuşkusuz bu ideali de kapsar. Nisâ (4) suresinin 135. ayetinde şahitlikte adalet örneği üzerinden, yargılanan kendimiz veya anne babanız ve akrabanız da olsa, zengin de olsa yoksul da olsa adaleti mutlaka korumamız gerektiği belirtilerek kanun önünde herkesin eşitliği kesin bir dille vurgulanır.
Kur’an’da iki davacının dilinden yer alan “Aramızda hak ile hüküm ver; doğruluktan sapma” (Sâd 38/22) ifadesini ünlü müfessir Taberî (öl. miladi 923), “Aramızda adaletle hüküm ver; haksızlık yapma. Keyfî bir şekilde birimizin lehine, diğerinin aleyhine hüküm vererek adaletten sapma” şeklinde açıklamıştır.
İslam ahlak ve hukuk literatüründe özellikle Hz. Peygamber’e getirilen somut bir dava üzerinden “kanun önünde eşitlik” şeklindeki ahlak idealinin önemi vurgulanmıştır. Bu olayla ilgili rivayetlere göre, suç işlemiş olan bir kadının toplumsal statüsü yüksek (şerîf) bir kabileden olması gerekçe gösterilerek bağışlanması için Hz. Peygamber’e ricacı gönderilmişti. Peygamber’in, bu girişime büyük bir tepki gösterdiği, suçluların cezalandırılmasında soylu-zayıf ayırımı yapmanın, dolayısıyla kanun önünde eşitsizlik yapılmasının geçmişte birçok toplumun yıkılmasına sebep olduğuna dikkat çektiği anlatılır.
Hz. Peygamber’in suçluya verilen cezanın şekli üzerinde durmak yerine, suçlunun lehine haksız ayrımcılık yapılmasına tepki göstermesi ve eski toplumlardan örnek göstererek böyle bir eşitsizliğin toplumların yıkılışına yol açacağına dikkat çekmesi son derece önemlidir. Peygamber, bu tutumuyla kanun önünde eşitlik prensibinin evrensel bir ahlak ve hukuk ilkesi olduğuna dikkat çekmiştir.
Son söz: Adalet ve eşitlik prensibi tavizsiz uygulanmazsa kayırmacılık, iltimas gibi usulsüzlükler başlar; işler uzman olmayan ehliyetsiz insanlara verilir. Öyle olunca da Allah bizi depremler, yangınlar gibi doğal felaketlerle cezalandırır. Cezalandırmasının nedeni ise işleri ehliyetsiz, beceriksiz –ve belki de sahtekâr- insanlara vermek suretiyle işlediğimiz kendi günahlarımızdır.