1. HABERLER

  2. EKONOMİ

  3. WSJ: Dolar bir kez daha dünya genelinde dominasyonunu kaybedebilir
WSJ: Dolar bir kez daha dünya genelinde dominasyonunu kaybedebilir

WSJ: Dolar bir kez daha dünya genelinde dominasyonunu kaybedebilir

Tarih gösteriyor ki doların küresel üstünlüğü ebedi değil. ABD doları hala dünya ekonomisinin merkezi, ama yanlış politikalar onu sarsabilir

A+A-

ABD dolarının rezerv para olma gücü sarsılıyor mu? Bazıları öyle düşünüyor. Bu görüşü savunanlar, Başkan Trump’ın tarifelerine, Amerika’nın büyüyen borç yüküne ve finansal yaptırımları dış politika aracı olarak kullanmasına işaret ediyor. 2022’de doları kullanması yasaklanan Rusya, uluslararası işlemlerinde Çin’in yuanına yöneldi.

Wall Street Journal'a göre başka ülkeler de alternatif arayışında; zira ABD’nin küresel ekonomiye olağanüstü ölçekteki katılımının son bulabileceği ve borç nedeniyle Fed’in faizleri düşük tutmaya mecbur kalacağı, bunun da enflasyonu ve doların değer kaybını tetikleyeceği endişesi yayılıyor.

Öte yandan, birçok kişiye göre bu iddialar hayli uzak ihtimal. ABD ekonomisinin büyüklüğü ve doların dünya genelinde yaygın kullanımı, doların uluslararası rolünü güvence altına alıyor.

Ancak bu “her şey yolunda” perspektifini savunanlar, doların bir kez daha önce de tahtını kaybettiğini unutuyor. Bu, yeniden anlatılmaya değer bir hikâye.

Doların yükselişi

I. Dünya Savaşı öncesine kadar dolar uluslararası alanda neredeyse hiç kullanılmıyordu; o dönemde dünyanın para birimi İngiltere’nin sterliniydi. ABD bankalarının yurt dışında şube açmasına izin verilmiyor, ülkede finansal piyasaları destekleyecek bir merkez bankası bulunmuyordu.

1913’te Federal Reserve Yasası’nın kabulüyle bu durum değişti. Yasa, merkez bankasını (Fed) kurdu ve Amerikan ticari bankalarının yurtdışında şube açmasına izin verdi.

Fed’in kurucularının farklı motivasyonları vardı. Virginia’dan Temsilciler Meclisi üyesi Carter Glass, özellikle Güney eyaletlerinde krediye erişimi olmayan kesimlere destek olacak, adem-i merkeziyetçi bir banka sistemi istiyordu. Senato Maliye Komitesi’nin güçlü başkanı Rhode Islandlı Nelson Aldrich ise, İngiltere Merkez Bankası ya da Alman Reichsbank gibi Avrupa tarzı bir merkez bankasından yanaydı.

Alman kökenli Amerikalı banker Paul Warburg ise ABD’nin sterline bağımlılığını rekabet dezavantajı olarak görüyordu. Çünkü bu durum, Amerikan ihracatçılarını yurtdışında kredi bulmaya ve kur riski üstlenmeye zorluyordu. Warburg, dolar üzerinden ticaret kredisi sağlayacak bir merkez bankası talep etti.

Banka, “ticari kabul” (trade acceptance) denilen kısa vadeli ödeme senetlerini sabit bir fiyattan satın alarak piyasada istikrar sağlayacak, böylece ithalat ve ihracat dolar üzerinden finanse edilebilecekti.

Warburg, Aldrich’le birlikte 1910’da Georgia kıyısındaki Jekyll Adası’nda yapılan gizli toplantıya katıldı. Burada önde gelen bankerlerle birlikte Fed Yasası’nın temelleri atıldı. Başkan Woodrow Wilson, Warburg’u Fed Yönetim Kurulu’na atadı.

Warburg buradan, Fed’in dolar kredi piyasasını desteklemesi için çalıştı. Ayrıca 1919’da Amerikan Kabul Konseyi’ni, 1921’de Uluslararası Kabul Bankası’nı kurarak dolar üzerinden dış ticaretin finansmanını güçlendirdi.

1920’lerin sonunda New York, ticaret kredisi için dünyanın en önemli merkezi haline geldi ve dolar, sterlini tahtından indirdi. Bu yükseliş tesadüf değildi: ABD 1880’den beri dünyanın en büyük ekonomisiydi, 1913’te en büyük ihracatçı olmuştu, I. Dünya Savaşı sonrasında ise hem en geniş finans piyasalarına hem de en büyük dış kredi hacmine sahipti.

Doların düşüşü

Ancak kazanılan mevki kaybedilebilir. 1929’da Büyük Buhran’la birlikte ABD’nin ithalat ve ihracatı çöktü. Smoot-Hawley tarifeleri ve misilleme önlemleri ticareti daha da daralttı. Peş peşe gelen üç büyük finansal kriz, ABD bankacılık sistemine güveni sarstı.

O dönemde ABD bankalarının ve Fed’in elinde tuttuğu dolar senetlerinin üçte biri yurt dışından, özellikle Almanya’dan kaynaklanıyordu. 1920’lerdeki hiperenflasyonun ardından Alman halkı yerel bankalara güvenmiyor, bu nedenle Amerikan bankaları Almanlara yüksek faizle kredi sağlıyordu. Ancak krizin patlamasıyla birlikte Amerikan bankaları kredileri kesti. Almanya borçlarına moratoryum ilan etti. ABD bankaları ve Fed, değersizleşen kağıtlarla baş başa kaldı.

Fed piyasaya müdahale etmedi. Rezerv Bankaları dolar kabul piyasasındaki alımlarını azalttıkça, senetlerin değeri de düştü. 1934’e gelindiğinde dolar senetlerinin değeri sterlininkinin yarısına gerilemişti.

Bunun birkaç nedeni vardı:

Kadro değişimi:Fed New York Başkanı Benjamin Strong, Warburg’un yakın dostu ve uluslararasıcı bir isimdi. 1928’de öldü. Yerine gelen George Harrison, dolar piyasasını destekleme konusunda aynı duyarlılığa sahip değildi.
Siyaset:Carter Glass artık Senato’da güçlü bir isimdi ve Warburg’un politikalarını, Wall Street’teki spekülasyon ve çöküşün sorumlusu olarak görüyordu. Fed’i yalnızca “gerçek mallarla teminatlandırılmış” ticaret senetlerini kabul etmeye zorladı.

Bu baskılar altında Fed geri adım attı, bankalar da piyasaya güvenini kaybetti. ABD Büyük Buhran’dan çıktı ama doların uluslararası kredi piyasasındaki rolü geri gelmedi.

Doların ikinci yükselişi

Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında, ayakta kalan tek büyük ekonomi ABD olunca dolar tekrar küresel para haline geldi. Bu kez Fed, geçmişten ders alarak “son çare kreditörü” rolünü üstlendi ve doların uluslararası gücünü destekledi. Sonraki çeyrek yüzyıl, görece bir finansal istikrar dönemi oldu.

Bugün için dersler net; doların küresel üstünlüğü ebedi değil. Bu üstünlüğün sürmesi için aktif olarak desteklenmesi, liyakatli kadrolarca korunması gerekiyor. Deneyimli bir Fed başkanı kritik önemde. Siyasilerin müdahalesi ise bu konum için tehlike arz ediyor.

Kaynak: Gazete Oksijen

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.