Terörsüz Türkiye: Barışın ve Gerçeğin İzinde -1

Türkiye, 40 yılı aşkın süredir binlerce can mal olan, milyonları etkileyen ve toplumsal hafızda derin yaralar açan bir meseleyi geride bırakmaya hazırlanıyor. “Terörsüz Türkiye: Barışın ve Gerçeğin İzinde” başlıklı soruşturmamızın ilk bölümüne, süreci yak

Mülakat: Cihat Arpacık

Haritasının bir köşesine kırmızı kalemle dağlar çizilmiş bir ülke düşünün. “Dağlar”ın anlamının farklı olduğu, 40 yıllık bir kan davasının bütün enerjisini yok ettiği bir ülke. 

Neydi bu yük? Bir terör örgütünün silahlı varlığı mı sadece? Diğer bütün meseleleri konuşabilmemiz için önce silahların susması gerekiyordu. Türkiye, 40 yılı aşkın süredir binlerce can mal olan, milyonları etkileyen ve toplumsal hafızda derin yaralar açan bir meseleyi geride bırakmaya hazırlanıyor. 

Pek çok isim, bu acı döngünün son düzlüğüne girdiğimizi söylüyor. Artık ezberlerin ötesine geçiliyor. Sadece güvenlik ekseninde değil tarihsel, toplumsal ve duygusal perspektifler de belirleyici oluyor. “Terörsüz Türkiye” bir ütopya değil belki. Ama önce anlamak gerekiyor.  Çünkü değişim ancak anlamakla başlayabiliyor. Barış ise önce kelimelerde, sonra zihinlerde, en sonunda da gerçek hayatta inşa edilen bir şey. 

Perspektif, sorumluluk duyan hemen herkesin sözlerini kuyumcu kantarında tartarak söylediği bu süreci, çözümü en yakından takip eden isimlerle konuştu. “Ne oldu”, “ne olacak” ve “nasıl olmalı” sorusunun peşine düştü.

“Terörsüz Türkiye: Barışın ve Gerçeğin İzinde” başlıklı soruşturmamızın ilk bölümünde Sinan Hakan, Yıldıray Oğur, Cengiz Çandar ve Süleyman İrvan var.

Sinan Hakan - Araştırmacı-Yazar

DEVLET ARTIK ÇOK TECRÜBELİ, O TECRÜBENİN YANKISI SAHADA HİSSEDİLİYOR

PKK’nın silah bırakma kararı kalıcı bir barışın başlangıcı olur mu? Mevcut süreçte, öncekiler gibi bir “kırılganlık hali” var mı?

Bir kırılganlık hali olduğunu düşünmüyorum. Önceki süreçten elde edilen çok ciddi bir devlet tecrübesi var. Siyaset, partiler ama özellikle devlet kurumu dediğimiz yapı çok ciddi bir tecrübe biriktirdi. O tecrübe kapsamında her şeyin çok planlı yapıldığı, kamuoyu ile paylaşılmadan önce üzerinde ciddi şekilde çalışılan hususlar olduğu kanaatindeyim. Bu iş kurumsal aklın yönettiği bir perspektifle yürüdü, dolayısıyla bir kırılma beklemiyorum. 

Cumhurbaşkanlığı ya da başkanlık sistemi gündeme geldiğinde çok tartışma yapıldı. Eksiği-fazlası mutlaka vardır. Belki reforme edilmesi gereken yerleri de vardır. Ama 50 yıllık bir çatışma halinin, artık uluslararasılaşan bir meselenin çözümünde Ankara merkezli bir proje hazırlamak ve bunu tatbik edebilmek, muhatapların bunu kabul etmesi sağlamak noktasında Türkiye’nin sistemsel anlamda da iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum.

Özellikle Devlet Bahçeli’nin sürece sahip çıkmasının, siyasetin önemli ölçüde üzerine düşeni yaptığına işaret ettiği belirtiliyor. Peki sivil toplumun bu süreçte nasıl bir rol üstlenmesi beklenmeli?

Birinci çözüm sürecinde iş biraz tersten yürüdü. Çok fazla siyasi aktör vardı, ortada çok fazla siyasi söylem vardı. Akiller heyeti vardı. Ama bence ondan elde edilen bir tecrübeyle bu kez işin ana hatları kurumsal düzeyde yürüdü ve neticeye vardı. Bu saatten sonra bunun topluma anlatılması, toplumla paylaşılması, tabana yayılması, yeni sürecin ruhuna uygun bir kamuoyu oluşturulması noktasında elbette ki bütün sivil toplum örgütleri işin içinde olacaklardır. Bununla ilgili bir çalışma olacağı kanaatindeyim. Bunu bilgi değil sadece bir hissiyat olarak söyleyeyim. Toplumun bütün kesimleri bir şekilde ortaklaştığımız bu barış havasına katkı sunacaklardır. Bunu önümüzdeki günlerde mutlaka göreceğiz ama en önemli mesele PKK’nın fesih kararını şeffaf bir beyanname ile dile getirmesiydi. Bu, hepimiz açısından çok büyük bir kazanım oldu. Sonrasını önümüzdeki günlerde daha net görme imkânı bulacağız.

Nasıl bir yöntem ve iletişim dili kurgulanmalı burada?

Şu an bunları konuşmak için biraz erken. Öncelikli beklenti PKK’nın silah bırakmasıydı. Şimdi silahların teslimi aşaması var. Bu da beraberinde bir yumuşama getirecektir. Bunu, çatışmalara katılmayan örgüt üyelerinin, Diyarbakır annelerinin evlatlarının yurda getirilmesi takip edecektir. Yumuşama da normalleşme iklimini getirecektir. Bugünden sivil toplumun bu işe dahil olup inisiyatif alması biraz erken gibi geliyor bana.

PKK’NIN KÜRT DAMARINDAN MARJİNAL BİR ÇIKIŞ BEKLEMİYORUM

İrlanda Cumhuriyetçi Kurtuluş Ordusu (IRA) kendini feshettikten sonra ana yapıdan Real-IRA adında yeni bir örgüt çıktı. Daha sert ve çözüme yanaşmayan bir tarzı vardı. Benzer bir durum PKK açısından da vücuda gelir mi?

PKK içindeki Kürt damardan böyle bir şey beklemiyorum, fakat PKK’nın son dönemlerde farklı fraksiyonların da içinde neşvünema bulduğu, daha sosyalist, eylemselliğe yakın grupların yer aldığı bir yapı görüntüsü vardı. Onlardan belki marjinal bir çıkış olabilir ama örgütün Kürt kanadı ve Kürt toplumu açısından böyle bir tehlike olduğunu düşünmüyorum.

Yumuşama havasının daha da tahkim edileceğinden bahsettiniz. Bu kapsamda psikolojik, siyasi, yargısal bazı adımların da atılabileceği konuşuluyor. Bu konuda neler beklemeliyiz?

Silahların teslimi ve suça karışmayanların dağdan inmesiyle oluşacak iklimde Türkiye’de konuşulmayacak, siyaseten tartışılmayacak herhangi bir konu kalmamış olacak. Yasal düzenlemelerin de sadece olabileceğini düşünmüyorum, aynı zamanda olması gerektiğine de inanıyorum. Tarafların, ifade özgürlüğüyle ilgili daha demokratik bir siyaset inşasına yönelik taleplerinin, o barış ve yumuşama iklimi dahilinde hayata geçebileceğini düşünüyorum. Bütün bunlar emin olun teferruat gibi kalacak. Türkiye en zoru başardı. Tarihi bir adımdı.

Yıldıray Oğur - Gazeteci-Yazar

TÜRKİYE’NİN SOĞUK SAVAŞ’I BİTTİ

Terörsüz Türkiye olarak ifade edilen sürecin ilk meyvelerinden biri PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi oldu. Peki Türkiye, toplumuyla ve siyasetiyle yeni döneme hazır mı?

Bu sadece meyvelerinden biri değil bence. Bu önemli bir tarih karar anı. Çünkü PKK 1978’de herhangi bir kimse onu zorladığı için değil, ideolojik olarak silahlı mücadeleyi seçmiş bir örgüt. Daha sonra çeşitli değişimler geçirdi ama silahlı mücadeleden vazgeçmedi. Ancak geldiğimiz aşamada askerî olarak bir silahlı mücadeleyle Türkiye’de herhangi bir kazanım elde edemeyeceğini göstermesiyle, Kürt toplumunun sosyolojik değişimi ve silahlı mücadeleye desteğini çekmesiyle, siyasetin güçlenmesiyle, son olarak da Suriye’de yaşananlar ve bölgesel şartların değişimiyle artık bu sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. 2013’lerden beri bu kararda olan Abdullah Öcalan da bu defa örgütüne net bir çağrı yaptı ve silahlı mücadeleyi gönüllü olarak bırakmalarını istedi. Örgüt de niye silahlı mücadeleye giriştiklerini Lozan’dan itibaren anlatıp bundan gönüllü olarak vazgeçtiklerini, artık siyasi alanda faaliyet göstereceklerini ve PKK’yı feshedeceklerini açıkladı. Bu çok önemli. “Asıl bundan sonrası önemli, bu bir başlangıç” deniyor, evet öyle ama silahın aradan çekilmesi zaten esas amaçtı. Tabii ki siyasi mücadeleler devam edecek, fikir farklılıkları sürecek. Türkiye’deki sorunlar bitmiyor. Fakat bütün bunlar yapılırken artık silah bir enstrüman olarak kullanılmayacak. Bu bizim Türkiye’de hiç alışık olmadığımız bir durum. Biz 50 yıldır bununla yaşıyoruz. “Terör örgütü”, “silahlı mücadele”, “direniş”, “gerillalar”… herkes kendi meşrebince bir şeyler söylüyor. Bu, bütün siyasetin sınırlarını, devletin güvenlik anlayışını ve hukuku terörle mücadele yasalarıyla belirleyen, bütün seçimlerde etkili olan bir mesele. Bu yüzden 1999’da Ecevit dirildi ve seçim kazandı; bu yüzden 2023 seçimlerinde bu bir malzeme olarak kullanıldı. Bütün siyaseti ve hukuku belirlemiş bir meselenin, silahın aradan çıkmasından bahsediyoruz. Bu, bir anlamda Türkiye’deki Soğuk Savaş’ın bitişi aslında. Bu örgütler aslında Soğuk Savaş döneminin ürünleriydi. Avrupa’da Soğuk Savaş çok önce bitti ama Türkiye’nin Soğuk Savaş’ı daha uzun sürdü. Suriye’nin Soğuk Savaş’ı da yeni bitti ve Sovyet destekli diktatörlük rejimi yıkıldı. Türkiye’deki Soğuk Savaş’ın son kalıntısı olan bir silahlı örgüt de aradan çekilmiş oldu. Aslında çok daha önceden yapılması gereken bir şeydi. Filipinler ve Kolombiya bile bu meseleleri çözdü. Türkiye maalesef bunu çözmeyi başaramamıştı. Şu anda işte bu başarıldı. O anlamda olayın kendisi, bundan sonra ne yaşanacağından daha önemli bence.

Siyasal denklem bu durumdan nasıl etkilenecek sizce?

Bu, iktidar için büyük bir zafer anı. Çünkü 50 yıllık terör meselesini bitirmek siyaseten çok kullanılacak bir şey. Büyük bir riskti de bu. 7 Haziran’da tam tersi bir etkiye neden olmuştu. Ve Çözüm Süreci’ndeki başarısızlık yüzünden AK Parti ilk defa çoğunluğu kaybetmişti. Yine başarısız olabilir ve çok daha kötü sonuçlar verebilirdi. Bu riski aldılar ve bunu tamamladılar. O anlamda “Terörü biz bitirdik” diye ellerinde artık sallanacak bir bayrak var. Bu, aynı zamanda Kürtlerle iktidar arasındaki mesafenin kapanacağı bir durum yaratabilir. Özellikle muhalefetin böyle bir sürece karşı ideolojik ve ontolojik olarak karşı çıkma ya da iktidarın işine yarıyor diye sürece soğuk bakma hali devam ederse bu fark daha da kapanabilir. Yani iktidarla Kürtler arasında, özellikle 2015’ten sonra açılan uçurum kapanabilir. En azından Kürtler açısından sürecin devamında “her şeyden daha kötü olan, şeytani iktidara karşı herkesle ittifak yapılması gerekiyor” denilen denklem ortadan kalkar. Çünkü muhalefet açısından en önemli şey kendi gündemi. O yüzden buna gündemin çalınması olarak bakıyorlar. Yani CHP sürece destek veriyor ama gündemin buraya kaymasından memnun değil. Ancak 50 yıllık hayati bir mesele çözülürse Türkiye’nin gündemi bu olur ve bu, siyaseti belirler. Eğer muhalefet bunu görmezden gelirse ki şu anki halleri biraz öyle, Kürtlerin muhalefet blokundan uzaklaşma hızı artar. Bundan sonra Kürt siyaseti de rahatlayacaktır. Bir askeri vesayet odağı üzerlerinden kalkınca daha çeşitli, daha kaliteli bir Kürt siyaseti görebiliriz. Bu tabii onların oylarını da artıracaktır. Belki muhalefete payanda olan, sürekli ittifaklar kuran bir tarz yerine üçüncü yolu güçlendiren, kendi siyasetini yapan bir Kürt siyaseti görebiliriz. Bundan sonra muhalefetin vereceği tepkiler de biraz bu süreci belirleyecek.

PKK OLMASAYDI BU KRİMİNALİZASYON BU KADAR KOLAY YAPILAMAZDI

PKK’nın silah bırakmış olması Kürt sorununun çözümü anlamına gelmiyor. PKK’sız, silahın konuşmadığı bir ortamda Kürt meselesi nasıl el alınacak?

Kürt meselesi çok büyük bir paket. Tarihi bir mesele. İçinde onlarca farklı mesele var ve bunlarla ilgili Kürt toplumunun da farklı fikirleri ve talepleri var. Bunların zaten herhangi bir anlaşmayla bir anda çözülmesi mümkün değildi. Hiçbir zaman da mümkün değildi. Ancak Kürt meselesinin konuşulacağı meşru bir siyasi zemin ortaya çıktı. Artık bunun taşıyıcısı olan bir siyaset olacak. Bu siyaset ittifaklarla, pazarlıklarla, toplumu ve başka partileri ikna ederek, iktidarlarla ilişkiler kurarak Kürt meselesinin çeşitli başlıklarını çeşitli alternatiflerle çözmeye çalışacak. Siyaset yapacak aslında. Öte yandan “PKK meselesi çözüldü ama Kürt meselesi çözülmedi” mantığı PKK meselesini çok küçümsemek olur. Liberaller, demokratlar haklı olarak PKK’nın Kürt meselesinin bir sonucu olduğunu söylüyorlardı. Ama PKK meselesi çok uzun yıllardır sadece bir sonuç değil, Kürt meselesinin sebeplerinden de biri haline geldi. Şiddetin varlığı Kürtlerin şu anda yaşadığı tutuklamaların, kayyumların, kriminalize edilmesinin sebebi haline gelmişti. PKK olmasaydı bu kriminalizasyon bu kadar kolay yapılamazdı. Bu anlamda PKK gölgesinin Kürt meselesi üzerinden kalkması, Kürtlerin acil olarak çözmek istediği meselelerin doğal akışında çözülebileceği bir zemini de mümkün kılacak. Kürt siyaseti, Kürtçe ile mevcut iktidar ve bundan sonraki alternatif iktidarlarla görüşüp, siyasi gücünü kullanıp bu sorunlarda mesafe almaya çalışacak.

“Terörsüz Türkiye” ismi ilk duyanda güvenlikçi bir yaklaşımın eseri olduğu algısı uyandırıyor. Bu süreç güvenlikçi bir yaklaşımla mı ele alınıyor sizce yoksa bir zihniyet dönüşümünün eseri mi?

Sonuçta esas olarak bu bir PKK meselesi. O anlamda tabii bir güvenlik meselesi. Tabii o yüzden MİT yürütüyor bunu. Fakat bunun siyasi ve hukuki sonuçları olmak zorunda. Yani hiçbir devlet, kendisiyle savaşan bir örgüte silah bıraktırdıktan sonra o örgütün mensuplarının bulundukları alanlarda kalmasını istemez. Bu, süreci zorlaştıran bir şey olur. Herkes ‘Devlet adım atamaz, çünkü bunlar zaten otoriter’ diye düşünüyor. Oysa bu süreci yürütenlerin esas yapmak isteyeceği şey güvenlik açısından PKK’lıların sivil hayata adapte edilmesi olmalı. Bunun için bir kapı açılması lazım. Zaten müzakerenin bir parçasıdır bu. PKK’nın silah bırakmasından sonra devletin ‘Biz hiçbir şey yapmayalım’ demesi mümkün mü? Maalesef baştan beri bu meselede bazı demokrat insanlar, iktidarın diğer performanslarına da bakarak bir şey yapmayacağını, böyle bir demokratik anlayışı olmayacağını düşünüyor. Ama böyle bakınca muhatabımızı çok küçümsemiş oluruz. Bu süreci buraya kadar getirerek bir risk alanlar hukuki olarak atılması gereken adımları atmayı düşünmüştür. Zaten Devlet Bahçeli, hiç kimsenin aklında değilken, hiç kimse bunu telaffuz edemezken, aklına getirenin bile unutmaya çalıştığı umut hakkını telaffuz etti. Süreci başlatanlar, bundan sonra ne olacağını da düşünmüşlerdir.

Cengiz Çandar - DEM Parti Milletvekili

CUMHURİYET TARİHİNİN SON KÜRT İSYANI BİTTİ

Siz çok uzun süredir bu meseleyi takip ediyorsunuz. Hatta bu ülkenin cumhurbaşkanına danışmanlık yaptınız. Yurt dışı aktörlerle temasınız oldu. Ve çözüm arayışlarını da biliyorsunuz. Eski çözüm arayışlarıyla bugünkü arasında ne fark vardı da süreç bugün silah bırakma ve feshe ulaştı?

Öncelikle dönem farkı var. Görünürde yine PKK duruyor, Abdullah Öcalan lideri olarak mevcut. Cumhurbaşkanı, bir dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan var. Türkiye’deki milliyetçiliğin en önemli siyasi temsilcisi olarak Devlet Bahçeli yine eskisi gibi yine sahnede. Bütün bunlara baktığınız zaman sabit unsurlar var gibi. Değişken unsur ise dönem. Dönemin şartları farklı. Dolayısıyla daha önce gerçekleşmemiş olan, aktörler aynı da olsa farklı bir dönemde şartlar farklı olunca gerçekleşebilir hale geliyor. Sorun çözümlerinde genellikle tümevarıma gidilir. Bugüne kadar birçok ülkedeki tecrübe bunu böyle ifade ediyor. Yani önce görüşüyorsunuz, soruna yaklaşıyorsunuz. En sonunda iş bir anlaşma noktasına gelince silahların bırakılmasına ulaşıyor. Bu kez böyle bir şablon olmadı. Önce silahlar bırakılacak, silahları taşıyan örgüt kendini feshedecek ve ondan sonra ne olacaksa olacak. İşin en başından itibaren devlet çevrelerinden “Müzakere-pazarlık yok. Bu 2013’ün, 2015’in tekrarı değildir” sözünün ciddiye alınması gerektiğini savunuyordum. Silahların bırakılması için gizli bile olsa arka planda böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, önce silahın bırakılacağını ondan sonra konuşulacağını, dolayısıyla bunun çözüm süreci değil, çözüm sürecini başlatacak kapının aralanması olduğunu düşünüyordum. Nitekim öyle de oldu. Bunu DEM Parti’nin çeşitli toplantılarında da, Erbil’deki Rudaw Forum’da da, kulislerde de, mikrofonun arkasında da açıkça dile getirdim. 

Geldiğimiz noktayı şöyle okumak gerekir: Bu, Cumhuriyet tarihindeki son Kürt isyanının sona ermesidir. Terörsüz Türkiye diye kavramsallaştırılmak istenen şeyi 50 yıl sonra tarihçiler ele aldığı zaman, “Kürt isyanının sonu” olarak ifade edecekler. Türkiye Cumhuriyet tarihinde Şeyh Said isyanıyla başlayan bir dizi Kürt isyanının sonuncusu, en uzunu, en güçlüsü, en kalıcısı ve en yaygını olan Kürt isyanının sona ermesidir. Ve bunun diğer isyanlardan çok temel bir farkı var: Tarihi bir karakteristiği de ifade ediyor. Daha önceki Kürt isyanları bastırıldı, ezildi. Ve bütün lider kadroları imha edildi. Mezarlarını bile bilmiyoruz. Bu isyan, bizzat başlatıcıları tarafından bitiriliyor. Yani bir bastırılma, ezilme, yok edilme ve bütün yöneticilerin imha edilmesi söz konusu değil. Tam tersine başlatıcısı ve yöneticisi sona erdiriyor. Öcalan’ın yaptığı bir öneri değildi, bir talimat verdi. Örgütü de o talimatı yerine getirmiş oluyor. Bu kendi başına çok önemli bir noktadır. Çünkü bundan sonra sorunun çözümüne meşru bir dayanak sağlayacaktır. Fakat şunu söyleyelim: Kürt sorunu çözülmedi. Türkiye’deki Kürt isyanı sona erdi ama Kürt talepleri, Kürt haklarının tanımı, bununla ilgili mücadele alanı ortadan kalkmış değil. Yeni bir döneme giriyoruz. İş bitmiş değil. İşin yöntemi, şekli-şemaili değişmiş oluyor. Çok daha girift, çok daha zor bir dönem bir bakıma. Yani silahlı mücadele son derece acı sonuçlar veren, kan davaları yaratan, toplumda yarılmalara sebep olan, toplumu tüketen, yoran, kaynaklarını tüketen, son derece olumsuz yanları olmakla birlikte yöntem olarak daha kolaydı. Netice itibarıyla ölmeyi göze alıp öldürme güdüsüyle dağlara çıkarsınız. Öbürü her gün yeniden siyaset üretmek, esneklik, kıvraklık, ittifak kurmak, koalisyon kurmak, proje sahibi olmak, vizyon sahibi olmak, bir sürü şey beraberine getirir. Çok da kolay bir iş değildir.

SÜRECİN BUGÜNKÜ NOKTAYA EVRİLMESİ BAHÇELİ SAYESİNDE OLDU

Kamuoyu bu sürecin ilk önemli işaret fişeğini Devlet Bahçeli’den duydu. Yani hiç de beklemeyeceğimiz bir aktördü ve siyasi de bir risk alarak çok üst perdeden bir başlangıç yaptı. Devlet Bahçeli’nin aldığı bu inisiyatifi nasıl değerlendirmeliyiz?

Zaten bugün vardığımız sonucun güvencesi oydu. “Barışı savaşan taraflar yapar” derler. Dostlarla barış yapmazsın. Zaten siz aynı saftasınızdır. Devlet Bahçeli’yi elbette düşman kavramına yerleştirmiyorum ama anlaşılması bakımından, yani bir Kürt isyanının barışçıl bir şekilde sona erdirilmesinin önünde en büyük engel olarak mütalaa edilebilecek olan ve bugüne kadar, daha öncesindeki çeşitli çözüm girişimlerinin önünde en enerjik bir şekilde dikilen ve 2013-2015 sürecinin başını çektiği varsayılan Tayyip Erdoğan’a en ağır sözleri sarf eden Devlet Bahçeli, özellikle 22 Ekim 2024 talihli o ünlü çıkışıyla vardığımız sonucun varılabilecek bir sonuç olduğunu, bunun mümkün olduğunu ve kendisinin de bunun güvencesi olduğunu ortaya koydu. Bu çok tayin edici bir şeydi ve süreç açık söyleyeyim Devlet Bahçeli’nin bu tutumu ve aldığı pozisyon sayesinde bugünkü noktaya evrilebildi.

Siz bölgeyi de yakından takip eden bir isimsiniz. Mesela Irak, Suriye ve belki de İran’daki dinamiklerin bu süreci etkisi nasıl olur?

Aslında bu sürecin oradaki dinamiklere etkisi daha kuvvetli olur. Yani tersten okuyarak gidelim. Dünyadaki Kürt nüfusunun yarıdan fazlası Türkiye’de yaşıyor. Yani İran, Suriye, Irak ve diasporanın toplamı ne kadarsa Türkiye’de o kadar yaşıyor. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz İran harici Osmanlı coğrafyasında, Kürtler aynı devletin egemenlik alanında, aynı coğrafi alanda yaşıyorlardı. Dolayısıyla oradan Türkiye’ye gelecek etkiden ziyade Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili gelişmelerin oralarda çok daha kuvvetli bir etki yaratacağı şüphesizdir. Her ne kadar “PYD ile PJAK PKK’nin kollarıdır” deniyorsa da PYD’nin ya da PJAK’ın feshedilmesiyle Türkiye’deki şiddet ortamının ortadan kalkacağı ya da Türkiye’nin Kürt sorununun çözülmüş olduğu sonucuna varılamaz. Ama PKK’nin feshedilmesi, Türkiye’de şiddet ortamının durması etkisini İran’a, Suriye’ye, Irak’a kendiliğinden yayacak sonuçlar üretir. Bu gelişmeyle birlikte Suriye’de, Şam’daki yönetimle Kürt unsurunun hükmettiği alan arasında zaten 10 Mart tarihinde Ahmet El Şar’a ve Mazlum Abdi arasında varılmış olan mutabakatın hayata geçebilmesinin şartları daha da güçlenmiş olacaktır. Zaten 10 Mart mutabakatı dikkat ederseniz 27 Şubat tarihli Abdullah Öcalan çağrısının içeriğinin ruhunu taşıyor. O yüzden belirleyici olan Türkiye’deki durumdur. 

SÜRECE ANLAM KATMAK İÇİN ENTEGRASYON ŞART

Sürecin belki de en duygusal yansımalarından bir tanesi dağlarda bir şekilde yaşayanların dağdan inmesi olacak. Peki bir dönem silahlı faaliyet gösteren örgüt mensupları açısından nasıl bir rehabilitasyon ve entegrasyon politikaları geliştirilebilir? Ya da geliştirilmeli mi?

Şüphesiz. Yani bu olmadan olmaz. İngilizcede şöyle bir var: Demobilizasyon, disarmament, rehabilitation. Bir yandan silahları terk etmek, savaş durumundan çıkmak topluma tekrar entegre olmak. Toplumun onları kabul edeceği, kendilerinin topluma adapte olacağı bir mesele çok ciddi çalışmaları icap ettiriyor. Bu başarılı olduğu zaman, 20-25 yaşında insanların toplumda etkili, işlevsel insanlar olacağını görebilirsiniz. Onların bir zamanlar dağlarda ve kimilerince terörist damgası yemiş olduğuna inanmayabilirsiniz. Seçimle gelmiş bir temsilcidir, esnaftır, fabrikada üreticidir, çiftçidir… Toplumu var eden unsurlardır. Bu adamın 20 yıl dağlarda ateş ettiği aklınıza bile gelmez. Gördüğünüz normal ve kendinizden biridir. Bu, oraya dönüşmeden olmaz. Geldiğimiz noktaya anlam kazandıramazsınız.

Genel Türkiye siyaseti yeni sürece ne kadar hazır?

“İktidarın işine yarar, bunun arkasında anayasa değiştirip, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın görev süresini uzatma hesabı var. Dolayısıyla bu oyuna gelmeyelim. Kürtler bu oyuna getirilmek isteniyor” vesaire gibi birtakım sesler duyuluyor. Bu argümanlarla çok da hevesli gözükmeyen kesimler var. Bir de tabii şiddetle karşı koyan İYİ Parti ve Zafer Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin bazı kesimlerinde ifadesini bulan muhalefet unsurları da var. Yani mesafeli duran var, bir de şiddetle karşı olanlar var. Fakat ben toplumun ezici çoğunluğunun bundan yana olduğuna dair hiçbir kuşku taşımıyorum. Bunun en kuvvetli ifadesine Sırrı Süreyya Önder’in cenazesinde şahit olduk. O cenaze Türkiye’deki bu duygunun, bir anlamda konsensüsün, bu işin artık şiddetten arındırılacak bir ortamda ele alınması dürtüsünün mikro bir ifadesiydi. Türkiye toplumunun bütün uzuvlarının adeta ortak duygularını yansıtan bir yönü vardı. Çok sahici bir şeydi. Hiçbir organizasyonu olan bir cenaze değildi. Ve on binlerce insan İstanbul’a aktı. Sırrı Süreyya Önder için bu kadar insanın seferber olmasının gerekçesi ne? Bu popülaritesinin nedeni toplumdaki bir ortak duygunun onda simgelenmesiydi. Ve o nedenle ben Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğunun bu işten yana olduğu kanısındayım ve o bakımdan gayet de iyimserim.

Süleyman İrvan - Akademisyen

MEDYA, BARIŞ DİLİ KULLANMALI

Medya, “Terörsüz Türkiye” gibi toplumsal ve siyasi meselelere yönelik geliştirilen çözüm projelerini haberleştirirken nasıl bir dil kullanmalı?

Geleneksel gazetecilik sorun ve savaş gazeteciliği dilini kullanmayı seviyor. Medyanın sorunlara odaklanması elbette beklenen bir şey ancak sürekli olarak sorunlara odaklanmak çözüme katkı sunmuyor. Savaş gazeteciliği diye adlandırdığımız gazetecilik pratiği de yangına körükle gitmeyi, çatışmayı alevlendirmeyi tercih ediyor. Oysa hem çözüm gazeteciliği perspektifi hem de barış gazeteciliği anlayışı farklı bir bakış açısının olabileceğini söylüyor bize. “Terörsüz Türkiye” diye adlandırılan süreç de bu anlamda bir çözüm sunuyor. Medya bu sürece barış gazeteciliği dilini kullanarak katkıda bulunabilir ve hatta bulunmalıdır. Barış gazeteciliği dili, şiddet dilini reddeden, “biz” ve “onlar” karşıtlığını kullanmayan, nefret söylemine yer vermeyen bir dildir. Ancak gazetecilere, “Haydi bugünden itibaren barış gazeteciliği dili kullanın” demek yeterli değildir. Bu dilin nasıl olması gerektiği konusunda meslek içi eğitimler verilmelidir. 

Özgürlük-güvenlik ikileminin benzer bir boyutu da medya açısından var. Çözüm süreçlerinde medyanın kamuoyunu bilgilendirme görevi ile “sürece” zarar vermeme sorumluluğu arasında nasıl bir denge kurulmalıdır?

Çok güzel bir soru. Bu türden kritik süreçlerde medya kamuoyunu sağlıklı biçimde bilgilendirme görevini asla ihmal etmemelidir. Barış gazeteciliği, sürece zarar vermemek adına bazı olumsuz gelişmeleri görmezden gelmek değildir. Öyle yaptığında habercilik değil propaganda yapmış olur. Tam tersine, süreç şeffaf biçimde ele alınmalı, gelişmeler doğru biçimde aktarılmalıdır. Sadece, medyanın sansasyonel haberler kovalamaktan vazgeçmesi, süreci soğukkanlı biçimde izlemesi, barış sürecine olumlu anlamda katkı koyan aktörleri daha görünür kılması gerekir.  

Türkiye’de mevcut medya yapılanması göz önüne alındığında, çözüm gibi girişimlerin medyada sağlıklı şekilde yer bulabilmesi mümkün mü?

Daha önce 2012 yılında başlayıp 2015 yılında sona erdirilen Çözüm Süreci’nde medyanın rolünü bir öğrencim doktora tezinde incelemişti. Bu süreçte gördük ki medya eğer yeterli koşullar oluşmuşsa barış gazeteciliği dilini kullanabiliyor. Türkiye’de eğer siyasal iktidar ve muhalefet sürece olumlu yaklaşıyorsa medya da kolay uyum sağlıyor. Türkiye’nin şansı, iktidar medyası olarak adlandırdığımız medyanın dışında kalan eleştirel medyanın önemli bir kısmının barış gazeteciliği anlayışına daha yakın olmasıdır. Siyasal iktidar süreci bitirme kararı almadıkça iktidar medyası sürece destek verecektir. Eleştirel medyanın da barış gazeteciliği perspektifiyle sürece katkı koyacağını umuyorum.

Kaynak: Perspektif

RÖPORTAJ Haberleri

“‘Derin Güçlerin’ Sürece Operasyon Yapma Kabiliyetleri Artık Yok”
"CHP seyirci kalamaz, aktif olmalı"
"Öcalan kültürel haklar konusundaki taleplerden de vazgeçin diyor"
İslam’ın Hikâyesi Ramazanla Başladı
"Demokraside düzeltme olmadığı sürece Kürt sorununda mesafe alınmaz"