Tarihteki İlk Gazze: Ashâb-ı Uhdûd

Necran hendeklerinin külleri bugün Gazze’nin göğüne savrulmaktadır: aynı vahşet, aynı körlük, aynı ittifaklar, aynı düşüş… Ama aynı direniş, aynı sabır ve aynı iman da vardır. Ukhdûd’un ateşi hiç sönmedi; Gazze’de bir kez daha harlandı. Ve tarih bir kez d

Turan Kışlakçı - Kritikbakis

Hz. İsa’dan (a.s.) sonra İsa’nın gerçek yoluna, tevhidin berrak çizgisine bağlı kalan Muvahhid Nasârâ, beş asır boyunca hem pagan Roma’nın hem de zalim bazı Yahudi yöneticilerin çok ağır zulmüne uğradı. Kur’an-ı Kerim’deki “Yoksa sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Bakara, 214) ayeti, bu bedel ödeyen tevhid ehli Hıristiyanlara yapılmış açık bir atıftı.

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Sizden önceki müminlerin başına şunlar gelmişti…” diye anlatmaya başladığı hadislerde kastettiği topluluk da yine bu ilk Hıristiyanlardı; tıpkı Aryüsçülerin uğradığı zulümler gibi… Hz. Peygamber (sav), Bizans İmparatoru Herakliyus’a gönderdiği mektupta şöyle buyuruyordu: “Müslüman ol ki selâmet bulasın. Müslüman ol ki Allah sana ecrini iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, Aryüsçülerin günahı senin üzerine olacaktır.”

Kur’an-ı Kerim’in örnek verdiği Muvahhid Nasârâ’nın en çarpıcı misallerinden biri ise Ashâb-ı Uhdûd’un kıssasıdır…

“Kahrolsun hendek sahipleri! Ateşle doldurdukları o çukurun başında oturmuş, alevlerin içinde yanan müminlere yaptıkları zulmü seyrediyorlardı.” (Bürûc / 4–7)

Kur’ân-ı Kerim’in Bürûc Sûresi’nde yankılanan bu ses, çağların derinliklerinden kopup gelen bir feryattır. Ayetler, Yemen’in kuzeyindeki Necran’da ateşe atılan müminlerin çığlığını taşır. O günün Necran’ı ile bugünün Gazze’si arasındaki kader bağı şaşırtıcıdır: Kuşatılmış bir şehir, ateş içinde kavrulan masumlar, kenardan seyreden güçler, sessiz kalan krallar ve zulmü meşrulaştıran küresel ittifaklar…

Ashâb-ı Uhdûd, yalnızca tarih sayfalarına düşmüş bir hadise değil; insanlığın alnına kazınmış bir utanç vesikasıdır. Bu olayı İbn Hişâm, Taberî, İbn Haldûn ve Yâkûbî gibi Müslüman tarihçiler kaydeder; Procopeus, Cosmos Indicopleustes, Johannes Malala ve Johannes of Ephesus gibi Bizans ve Süryânî tarihçileri de doğrular. British Museum’da muhafaza edilen Habeş belgeleri dahi bu gerçeği ortaya koyar.

Bugün Necran harabelerinde duran devasa taş yapılar, kayalara işlenmiş resimler ve yıkılmış temeller, ateşle sınanan bu şehrin suskun tanıklarıdır. Lakin suskunluk yalnız taşlaradır; zira tarih, zalimin kimliğinin değişse de zulmün biçiminin değişmediğini fısıldar. Kur’an-ı Kerim müfessirleri kıssanın miladın 6. yüzyılının başında, Peygamber Efendimiz’in (sav) doğumuna yakın bir dönemde meydana geldiğini söylerler.

O dönemin zalimi açıktır: Himyerî Yahudi kralı Yusuf Es’ar, yani Zû Nuvâs (M. 468–527). Zulmü yüzlerce kaynakta kayıtlıdır; çünkü mesele bir din meselesi değil, bir karakter meselesidir. Kur’an’ın “mü’minler” diye övdüğü Necran halkı, teslis inancını (Baba-Oğul-Ruhulkudüs üçlemesini) reddeden, Hz. İsa’nın tevhid çizgisinde “Müslüman Hristiyanlar” denilebilecek gerçek Nasarâ idi. Bu sebeple Kur’an onları yüceltmiş, “mü’minler” olarak nitelemiş ve zalimi ise lanetlemiştir.

Necran, bugünkü Suudi Arabistan’ın güneyinde Hristiyanlığın en güçlü merkezi, aynı zamanda ticaret yollarının kavşağıydı: suni ipek, deri, kumaş ve Yemen cübbesi burada üretilir; Habeşistan–Roma rekabetinin kalbi burada atardı. İbn Hişâm, Taberî ve İbn Haldûn’un bildirdiklerine göre Himyer kralı Tubân Es‘ad Ebû Kerib’in Yahudiliğe geçmesiyle başlayan süreç, oğlu Zû Nuvâs’ın tahta çıkışıyla vahşete dönüştü. Halkı Yahudiliğe zorladı; kabul etmeyenleri ateş dolu hendeklere attı. Yirmi binden kırk bine kadar masum, kadın–erkek–çocuk demeden diri diri yakıldı.

Milâdî Ekim 523’te vukû bulan “Ashâb-ı Uhdûd” olayı hakkında Süryânî tarihçisi Arethas şöyle yazar: “Zû Nuvâs Necran’ın seyyidi Hârisen’i katletti ve onun iki kızını öldürdükten sonra, kızlarının kanını içmesi için karısı Romah’ı zorladı. Sonra onu da katletti. Papaz Paul’un mezarını işçileri açtırdı ve onun cüssesini ateşe attırdı. Ateş dolu hendekler içinde kadınları, erkekleri, çocukları, papaz ve râhipleri yaktılar. Toplam 20.000 ile 40.000 arasında insan telef oldu.”

Bu satırları okurken insanın zihninde ister istemez bugünün Gazze’si belirir: yakılan evler, bombalanan kiliseler, camiler, hastaneler ve hedef alınan çocuklar… Necran o günün Gazze’siydi; Gazze bugün Necran’ın devamıdır…

Necran’daki çığlık Habeş kralı Necâşî’ye ulaştığında (Aksum Krallığı), Bizans İmparatoru I. Justinianos’un desteğiyle büyük bir ordu hazırladı. Aryât komutasındaki yirmi bin kişilik birlik Yemen’e geçti, Zû Nuvâs’ı devirdi ve onun saltanatına son verdi (M. 525).

Tarihin tuhaf cilvesine bakınız ki Habeşistan o gün mazlumları kurtarmak için ayağa kalkmıştı. Bugün ise uluslararası sistem, Gazze’nin üzerine çöken zulmün koruyucusu gibi davranıyor. O gün ateşe atılanlar için ordular yürütülmüştü; bugün ateşe atılan bir halk için dünya suskun…

Nerede insanlık?
Nerede adalet?
Nerede o günkü Habeşistan’ın vicdanı?

Bugün Gazze’de anneler çocuklarının elbiselerinden kefen yapıyor. Necran’da da anneler ve çocukları birlikte yanmış, küle dönmüş bedenler birbirine kenetlenmiş hâlde çıkarılmıştı. Hz. Peygamber’in (sav) hadislerinde geniş yer verdiği bu hadise, Süryânî kaynaklarında da aynı ürperticiliğiyle yer alır.

Gazze’nin çığlığı bugün nasıl dünyayı titretiyorsa, Necran’ın feryadı bir zamanlar Habeş kıyılarına kadar ulaşmıştı. O gün “Hendek sahipleri kahrolsun!” ayeti inmişti; bugün o ayet, tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar yankılanıyor. Çünkü hendekler artık çukurlarda değil; gökyüzünden yağan bombalarda, beton enkazların altında kalan çocuklarda, dünyanın gözlerinin önünde işlenen toplu cinayetlerde… Gazze bir hendektir bugün. Gazze, Ashâb-ı Uhdûd’un diri tutulmuş mirasıdır…

Ashâb-ı Uhdûd kıssası bize iki hakikati öğretir: Zulüm, zalimin dinine değil tabiatına bağlıdır. Mazlumun yakıldığı ateş, sonunda zalimin tahtını tutuşturur. Zû Nuvâs’ın saltanatı ateşle yükseldi; ateşle yıkıldı. Bugünün zalimleri de tarihin ateşiyle imtihan olacaklardır.

Necran hendeklerinin külleri bugün Gazze’nin göğüne savrulmaktadır: aynı vahşet, aynı körlük, aynı ittifaklar, aynı düşüş… Ama aynı direniş, aynı sabır ve aynı iman da vardır. Ukhdûd’un ateşi hiç sönmedi; Gazze’de bir kez daha harlandı. Ve tarih bir kez daha şahitlik ediyor: Allah’ın ateşi zalimi yakar; mazlumu ise aydınlatır…

TARİHTEN KESİTLER Haberleri

Darbe Günlükleri – Şili: Bombalanan Saray, Direnen Hafıza
Hüseyin’in hikayesi (1-2)
Dr. Abdurrahman Kasımlo'nun Katledilişinin Üzerinden 36 Yıl Geçti