Savaşa Hazırlık Hükmünün Anlamı

Beşeri gerçek bu olmakla beraber Müslümanlar, her zaman hak ve hakikat, iyilik ve doğruluk, karşılıklı ihtiram ve anlaşmalara sadakat içinde yaşamakla yükümlüdürler, Müslümanlar beşeri hayatın orman kanununa göre sürmesine rıza gösteremezler.

Ali Bulaç - Mirathaber

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.” (8/Enfal, 60)

İnsanlar tarih boyunca birbirleriyle savaşmıştır. İstenmeyen, kişilere ve toplumlara ağır gelen bir şey olsa da savaş tarihin acı realitelerinden biridir. Savaşa yol açan sebepler her zaman haklı olmaz, çoğu zaman başkalarının topraklarına, zenginliklerine göz koyanlar bir takım bahaneler uydurarak savaş çıkarırlar. Güçlü olanlar kuzuya “suyumu bulandırdın” diyen kurt misali kendisinden zayıf bulduğu ülkeleri hegemonyası altında tutmak isteyebilir.

Beşeri gerçek bu olmakla beraber Müslümanlar, her zaman hak ve hakikat, iyilik ve doğruluk, karşılıklı ihtiram ve anlaşmalara sadakat içinde yaşamakla yükümlüdürler, Müslümanlar beşeri hayatın orman kanununa göre sürmesine rıza gösteremezler. Ancak bu ahlaki bağlılıklar çoğu zaman onları düşmanlarının husumetlerinden, zarar ve saldırılarından kurtarmaya yetmez. Böyle durumlarda savaş hali ortaya çıkar. Savaş hayatın bir realitesi olduğuna göre, Müslümanların da varlıklarını, topraklarını, zenginliklerini, bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini koruyabilmek için sürekli teyakkuz hali içinde bulunma mecburiyetleri vardır.

Ayet-i kerime (8/60), Müslümanlara güçlerinin yettiği oranda ve donanımda saldırgan düşmana karşı hazırlık yapmalarını, gerekli askeri ve lojistik tedbirler almalarını emretmektedir. Bu demektir ki, barış zamanında, savaş tehdidinin olmadığı durumlarda, muhtemel bir savaş için gerekli hazırlıkların yapılması icap eder (Bkz. 4/Nisa, 71). Hazırlıksız olarak bir saldırıya maruz kalanın topraklarını ve bağımsızlığını koruması zordur.

İbareden açıkça anlaşılacağı üzere “gücünüzün yettiği kadar”, ifadesi savaşın mali finansmanına işaret etmektedir. Savaş hazırlığı silah tedariki, doğru strateji tespiti, stratejiye uygun taktik ve operasyonlar, iş görecek araç-gereç, teknoloji, yüksek donanım, lojistik destek, istihbarat, hareket kabiliyetinin arttırılması, iletişim ve ulaşım hızı, askeri eğitim, sabit ve geçici personel istihdamı, silah altında asker bulundurulması, askerin moralinin yüksek tutulması vb. çok yönlü bir etkinliği gerektirir. Müslümanlar elbette bu hazırlığı ve muhtemel bir savaşı kamu bütçesinden finanse edeceklerdir.

Ancak bunun “gücünüzün yettiği kadar” olmasının iki anlamı vardır. Biri işi ciddiye almak, imkânlar nispetinde hazırlık yapmak, askeri işleri uzmanlarına, ehil ve liyakat sahibi kimselere emanet etmek ve belki en çok dikkat edilecek konu, askerin kendi asli konusu dışında başka hiçbir şeyle, mesela iç siyasetle ilgilenmesinin önüne geçmek. Diğeri, kamu bütçesini ağır borç veya altından kalkılamayacak harcamalarla karşı karşıya bırakmaktan kaçınmak. Tabiatıyla bu ikinci husus, fiili bir saldırının vuku bulması durumunda söz konusu olmaz, zira böylesi bir durumda saldırıya maruz kalan varını yoğunu, canını ortaya koyar.

Savaş hazırlığı “kuvvet” oluşturmaktır. “Kuvvet”in ne olduğunu Hz. Peygamber (s.a.) üç defa tekrar ederek vuzuha kavuşturmuştur: “Kuvvet atmaktır” (Müslim, İmare, 167; Ebu Davud, Cihad, 23). Atış, tahrip gücüdür. Tahrip gücünü temin edip arttıran her şey kuvvet tanımına girer. “Keşşaf”ın sahibi Zemahşeri de kuvvetin savaş için gerekli, işe yarar her türlü tedbir, hazırlık ve tedarik olduğunu söyler.

Savaş hazırlığı çerçevesinde kuvvetin bir çeşidi olarak “besili atlar” zikredilmiştir. Ayetin indiği tarihsel ortamda ve yakın zamanlara kadar at savaşın önemli unsurlarından biriydi. “Min kuvvetin” dendiği gibi “min ribati’l-hayl denmiştir. Yani “atlardan savaşta işe yarar olanlar”ı besleyin, elinizin altında tutun demektir. Hz. Peygamber (s.a.)’den atın faydalarıyla ilgili çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Ancak bilinmesi gereken şu ki, “at besleme” emri, tarihin her döneminde savaşa atla çıkılacağı anlamına gelmez, bu hükmün illetini ve maksadını göz ardı eden lafzi/literal bir okumadır. At da insan gibi canlıdır, gelişen teknolojik silahlarla kolayca öldürülebilir. Zamana ve yerine göre atış gücünü sağlayan her araç bu kapsamda ele alınabilir. Top, tüfek, uçak-helikopter,  tank, savaş gemisi, orta ve uzak menzilli füzeler vs.

Burada soru teşkil edecek nokta şudur:

Acaba düşman nükleer gücü caydırıcı bir silah olarak bulundurur ve yerine göre kullanırken, Müslümanlar asker-sivil ayrımı yapmadan bu silahı da edinmeli ve yerine göre kullanmalı mı? Hz. Peygamber’in tesis ettiği savaş hukukuna göre, siviller öldürülemez, bugünkü savaşlar ise ağırlıklı olarak sivilleri öldürmek üzere kurgulanırlar, daha ilk saldırıda ağır bombardıman uçakları, uzak menzilli füzelerle sivil yerleşim birimleri, şehirler hedef alınmaktadırlar. Müslümanlar da mukabele-i bi’lmisil fetvasınca aynı şeyi yapabilirler mi? Bazı çağdaş bilginler “zorunlu ise Müslümanların da kitle imha silahını, atom bombasını kullanabileceklerini” iddia etmektedirler. “Dehşet dengesi”nin barışı zorunlu olarak koruyucu imkânlarından yararlanmak üzere nükleer silah bulundurmak ile bu silahı kullanıp yüzbinlerce masum sivilin ölümüne sebebiyet vermek tabii ki ayrı ayrı şeylerdir. 1945-1989 yılları arasında Doğu ile Batı blokları arasında süren soğuk savaş döneminde barışı sağlayan faktör, her iki tarafın dünyayı birkaç kez imha edebilecek kapasiteye sahip yüksek düzeyde kitle imha silahına sahip olmalarıydı. Bu ve benzeri çok sayıda soru, müçtehit bilginler tarafından ele alınmayı beklemektedir.

Müfessirler, mesela İsmail Hakkı Bursevi, atların üç kısım olduğunu kaydeder: Allah yolunda kullanılmak üzere edinilen at; insanın geçimini temin ederken kullandığı at ve şeytan için kullanılan at. Sonuncusu bahse tutuşup kumar oynanan attır.

Savaş hazırlığının sebebi “Allah’ın düşmanları”nı yani doğrudan din ve vicdan özgürlüğünü hedef alan, husumeti İslam dinine karşı olan düşmanların saldırı ihtimalidir. Diğeri şu veya bu sebepten dolayı ihtilaf halinde olunan “Sizin düşmanlarınız” yani Müslüman bir ülkenin hasımlarıdır. Bir de “Bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanlar)” var ki, bunlar dışarıda dost gibi görünüp içten içe Müslümanlara karşı kin ve husumet besleyenler, komşu veya uzak ülkeler; bir de münafıkça Müslümanların içinde yaşayıp da fırsatını bulduklarında iç isyan veya ayaklanma yapmayı planlayan “iç düşmanlar”. (Bkz.3/Al-i İmran, 101). Klasik müfessirler bu çerçevede “münafıklar”ı, o günün kitap ehlini, hatta bir bölümü “cin taifesi” işaret etmişlerdir. Kısaca savaş hazırlığının gerekçesi sayılan muhtemel düşmanların korkutulup ne zaman vuku bulacağı bilinmeyen bir saldırıdan vazgeçirilmesi, caydırılmasıdır. Bir başka deyişle ciddiye alınan bir savaş hazırlığı, muhtemel bir savaşı önler.

Savaş hazırlığına katılmak amacıyla yapılan infak ve harcamalar Allah tarafından eksiksizce ödenir (2/Bakara, 261), söz konusu hazırlığa herkesin kendi imkânlarıyla katılması görevdir ki, modern zamanlarda bu kamu bütçesinden savunmaya ayrılan harcama kalemi teşkil etmektedir.

Şimdi bu ayetler ışığında kitle imha silahları veya nükleer silah kullanımıyla ilgili realiteye bakmak lazım.

MAKALELER Haberleri

Hesaplı İhanetler
Anlamayanlar ve Uzlaşamayanlar: Siyasetin İki Büyük Hastalığı
Sloganlarda yaşayanlar
Kimlik: Bireyi, toplumu ve siyaseti şekillendiren görünmez doku
Faşizmin Maskesini Düşürmek