Kitabın Ortasından

Gelin, emanete kim hıyanet ediyorsa ortaya çıkaralım. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim çalıyorsa hukuk balyozunu eline indirelim. Garip gurebanın alın teriyle, hakkı hukukuyla kim oynuyorsa tepesine hep birlikte inelim, var mısınız?

BAHADIR KURBANOĞLU - Perspektif

Sonunda Bahçeli de patladı.

İktidar ortağı “hak, hukuk” dese de aslında mesele strateji!

Ne gam! Toplum olarak, doğru stratejinin aracı kılınmış bir “hukuk”a dahi razı hale getirildik.

Yanlış stratejilerin bedelleri hukuksuzluğun faturalarını bile aştı çünkü.

Son sekiz yıl bu işin şahidi.

En nefret edilen kelime haline gelmemiş miydi “nas var”?

İktidar kitlesi de olan bitenden muzdarip.

Mademki yapılanlar siyasi değil;

Belge, bulgu bekliyor; geçmişteki skandalların ortaya dökülmesi gibi…

Belki de çıkacak, kim bilir? Belge de bulgu da bulunacak az beklense.

Çünkü bu düzenin “evliyayı bile bozduğunu” ezberledi kitleler.

Ha bu hükümet sistemi, ha belediyecilik.

Onca rant ekseni ele geçmişse eğer; e siyaset de parasız pulsuz yapılmıyorsa;

Senin kullandığın devasa aparatları, herkes kullanma hakkı görüyor bu sistemde.

Sokaktaki adam da biliyor; “hem benimle siyasi rekabete girişeceksin hem de İstanbul gibi devasa bir rant çarkını bu işte kullanacaksın, yok öyle!” diye düşündüğünü.

Yoksa mesele sadece rakip tasfiyesi olsaydı, bir diploma, bir irtikap ispatı yeter de artardı bile o tasfiyeye.

Millet zaten canından bezmiş. “Yok aslında birbirlerinden farkları” diyenlerin sayısı hiç de az değil ama gelin görün ki mesele ne tüyü bitmemiş yetimin hakkı ne de emanetin kollanması.

Siyasetin gücü ganimet bilmesi ahlaken de bir sorun oluşturmuyor.

Zira, “ben gidersem ülke mahvolur, o halde fırsat tanımamalıyım. Güç mücadelesi de ranttan devşirilen sermayesiz olmaz” anlayışı yeni de değil, taraf da tanımıyor.

Millet şunu da yakından müşahede ediyor ki, gücünü artıran da daha fazla kutuplaş(tır)maya meyyaliyet gösteriyor.

150-200 yıllık tarihsel momentleri anakronik biçimde konu edinen Saraçhane konuşmaları bunun şahidi oldu.

Neresinden tutsan elde kalan tarihi saflaşma örneklerinin garabetini gel de anlat millete.

Haklı olduğunu düşündüğün bir meseleyi hak-hukuk ekseninden çıkarıp kültürlerin çatışmasına mı taşıyorsun, yoksa bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına karşın taraftarının gözünü kulağını mı tıkıyorsun belli değil; ama soru konusu!

Bütün bunlara karşın yandaş medya dışında AK Partililerin de ikna olmadığını anketler de açık biçimde ortaya koyuyor.

“Ehven-i şer” mantığıyla desteğini sürdürenler bile şimdilerde;

“Peki AK Parti belediyeleri niye adeta dokunulmaz?” diye soruyor.

Peki “İçişleri Bakanlığı’nın el koyduğu dosyalar neden beş yıldır raflarda bekliyor?” diye soruyor.

Pandemi gibi insanlığın da toplumun da acze düştüğü bir zamanda “uğurlar olsun” diyerek gönderilen dezenfektancı bakanı soruyor!

SPK vakasını, Zehra Taşkesenlioğlu’nu soruyor.

Melih Gökçek’i soruyor.

Köprüleri, yolları soruyor.

“Nasıl oluyor da bir hafta içinde ziplenmiş bunca yolsuzluğun yargının konusu olabildiğini” soruyor.

Elbette aklıselim olan geniş kitleler kimseye kefil değil. Elbette hukuk her alanda şeksiz şüphesiz işlesin. Ama mümkünse her alanda, taraf seçmeden, milyonların maslahatına! Görür müyüz o günleri? Bu satır da dua niyetine burada dursun şimdilik…

Anladık, yeni, yepyeni bir rejim kurma derdine düştünüz.

Yeni değil ama yeni safhalara gebe siyasi mühendislik örnekleri sergilemekle meşgulsünüz; maliyetini hesaplamaktan aciz kalsanız da.

Eli kolu bağlı Hazine ve Maliye Bakanı bile artık “hak, hukuk”tan, “yapısal reformlardan” bahsetmeye başladı. Gidişine yol mu düzüyor, isyanını açık mı ediyor? İzleyip göreceğiz.

“Peki hocam din bu konuya ne diyor?” diye soranların sayısı da artıyor gün geçtikçe.

Tarih bilenler “Rüstem Paşalar ne olacak peki?” diye soruyor.

Elbette sadece, gücün ardına sığınıp da tarihin gün gelip kendilerini yazacağı Rüstem Paşalar için endişelenmiyor;

Onların hırsları yüzünden kendi geleceğinin hangi risklerle kuşandığını hesap etmeye çalışıyor.

Millet artık “kurtlu bulgur edebiyatı”nın kendi geleceğini de kurtarmaya yetmeyeceğini alttan alta fehmediyor.

Aklıselim olanlar hal diliyle şunu söylüyor:

Tabii ki sorulsun herkesten, her makamdan,

Tabii ki denetim tepeden tırnağa her yere yayılsın.

Hırsızın, rantçının, yolsuzun, hukuksuzun elbette kimliği olmaz.

Olmaz da! Bu sistemik yolsuzluk düzeni böyle devam ettiği müddetçe, bu ülkede seçim yapsanız ne olur yapmasanız ne olur?

Öyle bir vaat içinde bulunmamız gerekir ki bu millete,

Hem iktidarın bu yolsuz ve hukuksuz düzenini bitereceğini vadedebilmeli

Hem de güvenmediği alternatiflerin bu işi kotarabileceğine inanmalı!

Peki millete bu güveni hem iktidarı hem muhalefetiyle verebildik mi?

Millete “gelen gideni aratmaz” garantisi verebildik mi?

Millete gelenin daha fazla hukuk ve demokrasi getireceği kanaatini oluşturabildik mi?

Oluşturamazsak eğer; bu millet de der ki: “Bu da emanete hıyanet ediyor, gelecek olan da emanete hıyanet edecek, yok aslında birbirlerinden farkları, o halde bizim sabıkalılarla yoluma devam edeyim.”

Şimdi sormak gerek tüm siyasi çizgilere: Milleti bu hale sadece iktidar mı soktu?

Güven vermeyen, bir dış politika vizyonu olmayan,

‘Rövanşizm’ dışında yeni bir toplum görüşü bulunmayan,

En çok yol katettiği Kürt meselesinde bile, en güçlü olduğunu düşündürttüğü zamanda bile ayak sürüyen,

Hukuku kimlikler üzerinden değerlendirip sürekli kendine yontan bir siyasete bu milletin güvenmesini bekleyebilir miyiz?

“Din nereye gidiyor, dinimiz bu işlere ne diyor?” diye soranlar var demiştik.

İnsanlığı ıslah eden, devrimci kavramlara sahip olan, iyiliği emredip kötülükten nehyetme uyarıları terk edilmiş bir din ne yapsın ki!

“Nas” dedin mi milletin aklına akla ziyan ekonomi politik icraatlar geliyor.

Din “Faizden uzak durun, şeytan işi pislik” diyor; bunlar ağızlarıyla dine referans verirken, icraatlarıyla faiz lobilerinin önünü açıyorlar. Din ne yapsın?

Din, “Malı öyle bir paylaştırın ki, ta ki o sermaye, o birikim, o beytülmal, belli bir zümre arasında dönüp dolaşan bir meta haline gelmesin” buyuruyor, bunlar azınlık bir zümreyi zengin ederken, yüzde 80’i yoksullaştırıyorlar; din ne yapsın?

Din, “Düzeni ahlaklı kılın” diyor, bunlar ahlaksızlıktan güç ve iktidar devşiriyor.

Din, “Kızım Fatıma dahi olsa” diyor; bunlar rantçıları, ihalecileri kolluyor.

Din, “Gelir adaletini sağlayın” diyor; bunlar paylaşmayı bırakın, güçlüye istisnalar tanıyıp, milletin gelirini daha bankaya yatmadan kesiyor.

Din, ne buyursa bunlar tersini yapıyor; ama ağızlardan “nas” eksik olmuyor.

Nassa takla attırmakta, anlamını çarpıtmakta, nassın hikmetini yerle yeksan etmekte üstlerine yok.

Çünkü istiyorlar ki bütün rezilliklerini, bütün bu yozlaşma iklimini din de onaylasın; böylelikle milletin rızası devam etsin.

Bitti bu orta oyunu. Artık rıza mıza alamıyorsunuz!

Sandığın ve seçimli sistemin de, siyasi mühendisliğin tam aparatı haline geleceği günlerin yaklaştığı vehmini oluşturuyorsunuz icraatlarınızla.

“O kadar da olmaz” dedirtecek tek bir konu bırakmadınız.

Bakın bu milletin bir kısmı da size diyor ki:

“Yahu, temiz bir sayfa açma adına muhalif belediyelerle birlikte iktidar belediyelerini de denetledin de ben sokağa mı çıktım?”

“Kendi bakanın bürokratın dahi olsa yolsuzdan hesap sorun da, hâkimin önüne çıkardın da ben sokağa mı çıktım?”

“Siyasi ahlak yasasını Meclis’ten geçirmek için canhıraş bir uğraş içine girdin de ben sokağa mı çıktım?”

“Enflasyonla mücadeleye beni inandırdın, adımlar attın, o adımları korumak için nice tasarruf tedbirleri aldın; piyasaları bozmamak için ip üstünde cambazlık yaptın da ben sokağa mı çıktım?”

“Bu zor günlerde lüksü şatafatı terk ettin, makam arabalarını değiştirdin, uçaklarını sattın da ben sokağa mı çıktım?”

“Servet transferleriyle zengin ettiklerinizin yatına, mazotuna, pırlantasına, kazancına ciddi vergiler getirip de benim emeklimin aylığımı 30 bin lira yaptın da ben sokağa mı çıktım?”

“Nas var” diyerek ayetle indiremediğin faizleri ayetsiz 46’lara çıkarmadın da ben sokağa mı çıktım?

“Medyan utanmadan krizin faturasını, faizlerin metazori yükseltilmesini muhalefete ve bakanın ekibine yüklemeyip gerçekleri yazdı da ben sokağa mı çıktım?”

Bir de yavuz hırsız misali çalkantılardan beni suçluyorsun.

Yahu dolar 41,5’e çıktığında ben daha sokağa çıkmamıştım ki!

Borsa hızla düşerken ben daha sokağa adımımı atmamıştım!

Merkez Bankası milyarlarca dolar satarak piyasaya müdahale ederken ben de daha haberleri izliyordum!

Kamu kurumları milyarlarca liralık hisse satın alarak Borsa’daki düşüşü durdurmaya çalışırken ben sadece öfkeyle olan biteni izliyordum.

Bütün bunlar olurken, ne sokak ne de meydanlar vardı.

Bu bile, piyasaların bana değil sana, senin “siyasi değil” dediğin planlarına tepki verdiğini ortaya koymakta.

“Sen benim içimdeki radikalleri bahane ederek gösterileri kriminalize ediyorsun; peki sen içindeki yolsuz bürokratı, arsız siyasetçiyi, rantçı müteahhitti, rüşvetçi yargı mensubunu temizledin de bana dürüstlük mü taslıyorsun?”

“Sen, siyasi kriterlerle yargılananlara af çıkardın, yeniden yargılanma hakkı getirdin de ben itiraz mı ettim?”

“Siyasi kriterlerden evrensel hukuk normlarına dönüş yapıp, adil yargılamayı, lekelenmeme hakkını baş tacı ettin, içeride tuttuğun binlerce masumu tahliye ettirdin de, beraat ettirdin de ben protesto mu ettim?”

“AİHM kapılarında sürünen binlerce insanı ‘benim vatandaşım’ diyerek kucakladın ve yanlışlarından döndün de sana öfke mi kustum?”

“Bana diyorsun ki, ben her türlü hukuksuzluğa, yozlaşmaya olur versem de tahammül edeceksin!”

“Ben metal yorgunluğa düşmüş olabilirim, artık beceremiyor olabilirim. 23 yıllık iktidarı bir güç yozlaşmasına taşımış olabilir, artık rıza üretemiyor olabilirim; ama sen 2053’e kadar, 2071’e kadar sabredeceksin. Bak Rusya’ya fena mı? Oluyor işte. Ülkeler illa da demokrasiyle kalkınmıyor. Sabredersen zaten seçimlerin de yapılmasına gerek kalmayacak, yüzde 90 ile yüzde 10’un bir arada yaşayabildiği bir ülke kurabiliriz, az kaldı.”

Sen bana sürekli bunu ima etmediğin halde ben meydanlara mı döküldüm?

Yakında “Nas var, bizim hep iktidarda kalmamız lazım” dersen şaşmayacağız.

Sahi var mı “rıza” dışında öyle bir ilahi ferman!?

Böyle giderse, gizleyemediğiniz pisliklerin üzerinden kalkmamak ve asla hesap vermemek için belli ki olmasa da üretecek gibi görünüyorsunuz.

Bugün bir partinin kitlesi o ya da bu sebeplerle sokağa çıktı. Ama bilin ki yarın, size destek veren kitlelerin de ülkenin çanına ot tıkanmasın diye sokakları arşınladığını, meydanları doldurduğunu göreceksiniz.

Bugünlere bir günde, bir haftada, bir ayda gelmedik.

İnce ince örüldü başımıza bu ağlar.

İnce ince ama bir o kadar da kör göze parmak misali.

Resmî olarak bittiği ilan edilen olağanüstü hal süreçlerinin ülkemizi getirdiği yer içler acısı.

Altyapısında hukuki öngörülebilirlik olmayan,

gücü bir azınlık zümrede toplayarak her şeye tek elden müdahale eden,

kanun hükmünde kararnameler ve torba yasalarla bu gücü her alanda pekiştiren,

nepotizmin önünü alabildiğine açan,

mülakat sistemleriyle torpili yaygınlaştırıp insanların emeklerini gasp eden,

bir tweet’in bedelini topluma adaletsizlik olarak fatura eden bir sistem orta yerde duruyorken,

dostlar alışverişte görsün misali pişkince “İnsan Hakları Eylem Planları” açıklandı.

O eylem planları ilan edilirken, aynı gün “AYM kapatılsın” nidalarıyla dünya âlem inletildi.

Ülkenin Adalet Bakanı’nın her Allah’ın günü “Yargı bağımsız, gelişmeler siyasi değil adli” diye haykırmasına karşın,

siyasi yargılamalarda mahkeme heyetlerinin değiştirilmesine,

tahliye kararları verenlerin yerinden edilmesine,

hukuka uyanların sürgüne yollanmasına şahitlik ettik.

Yargının bu hale geldiği memleketten de geriye çürümüşlük ve yozlaşmışlık örnekleri kaldı.

Ülke, suç çetelerinin cenneti haline getirildi.

“Sessiz Devrim”lerin inşa edildiği günler çoktan unutuldu.

Hatta zayıflık emaresi olarak görüldü, normalleşmeye zinhar fırsat verilmek istenmedi.

“Barış ve esenlik dini” İslam’ın kadim coğrafyası olan ülkemiz çatışmanın, kutuplaşmanın diyarı haline getirildi.

Savaş mı yapıyoruz siyaset mi ediyoruz, hepsi birbirine karıştı.

Rakip mi avlıyoruz düşman mı kovalıyoruz belli değil.

Ama belli olan bir şey var ki; o da savaşın bile bir hukuku olduğu gerçeği.

Bakın bakalım o naslara, Talut kıssasına neler göreceksiniz?

Hani hep “Nas var” diyor ya devlet ricali.

İşte bu alanda da “nas var”.

Yani savaştığınızı bile iddia etseniz, savaşın da bir ahlakı, düsturu, nizamı, hukuku var!

Dinde de böyle, uluslararası hukukta da!

Velev ki güçlüler, zalimler, elitler tarafından çiğneniyor olsun, bu Âdem’den beri böyle!

Öyle “Savaşta hile mübahtır” sözünün ardına sığınıp her türlü siyasi ahlaksızlığı meşrulaştırmanın falan dinde yeri yok.

Ne dinde ne insanlıkta ne ahlakta yeri var.

O halde “tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunuyoruz” diyerek hukuku adaletsizliklerinize araç kıldığınız icraatlarınıza bir “dur” deyin artık!

Mesele hukuk ve emanete riayet ise,

kendi aileniz, çevreniz, akrabalarınız, yandaşlarınızdan başlayınız önce.

Cesaretiniz varsa, imanınız kavi ise, takvaya sarılın ve önce yargıyı rahat bırakın.

O bağımsız ve tarafsız yargının eli her yere uzanabilsin.

Kurumlar şeffaf şekilde denetlenebilsin.

Onun belediyesi, bunun gazetecisi, o bürokrat, şu bakan, falan siyasetçi demeden gerçek bir siyasi ahlak reformuyla ülkenin önünü açalım.

Hodri meydan!

Var mı cesaretiniz ve imanınız!

Var mı bu eşitliği ve adaleti ortaya çıkarabilecek takvanız!

Size ve göğüslerinizde var olduğunu ikrar ettiğiniz imanınıza sesleniyoruz!

O iman ki normal şartlarda insanlara güven verebilmeli.

Muhammed’ül Emin’in ümmeti olmak böyle olur.

Lafla değil, icraatla olur.

O güvenilir elçinin takipçiliği dilde değil, er meydanında belli olur.

Siyasi ahlakı kurumsallaştırmadıktan sonra, ahlak, ancak “ganimet ahlakı” olur.

Gücü kaybetmeme üzerine izlenen her türlü şer siyaset de o ahlakın kurumsallaşmasına engel olur.

Bugün de yaşadığımız budur.

Hadi bakalım, Allah ile ahdinizi hâlâ koruyorsanız, gelin, nerede bir çete var, nerede baronların tezgâhı var ortaya çıkaralım.

O ahde hâlâ sadıksanız, nerede hukuksuzluk var üzerine gidelim.

“Dicle’de boğulan koyunun hesabının sorulacağı” bilinciyle,

Nerede bu yozlaşma ikliminin mağduru varsa haklarını teslim ve tazmin edelim.

Bilin ki gittiğiniz yol, yol değil.

Siz saltanat süreceksiniz diye milyonların hayatıyla oynamak siyaset değil.

Milletin sofrasına çökmek, ekonomisini tarumar etmek, geleceğini çalmak devlet yönetmek değil.

Hele ki hataların karşılığında milyarlarca doları, trilyonlarca lirayı çöpe atmak ve bu yaptığından en ufak bir pişmanlık duymamak vicdan değil, ahlak değil, siyaset hiç değil!

Üstelik bütün bunları “ben gidersem her şey çok kötü olur” sanrısıyla ahlakileştirip-dinîleştirmek açık bir zulüm ve cehalet.

Bakın İbn Kayyım, yüzlerce yıl evvelinden ümmete nasıl sesleniyor.

Diyor ki;

“Siyaset öyle bir eylemdir ki, insanlar onunla yararlı olan şeylere (salih) sahip olur, zararlı (fasit) olan şeylerden de uzak dururlar… hangi yolla olursa olsun adaletin temin edilmesi dinden sayılır.”

Yani siyasetin aslı, def-i mefsedet ve celbi mesalihtir.

Siyaset, insanlar için kötü olan şeyleri defedip faydalı olanları bir araya getirebilme sanatıdır.

Hz. Ömer daha da çetin bir uyarıda bulunur.

Der ki “Faruk” lakaplı o erdemli insan;

“Emanete hıyanet edenin dini de olmaz!”

Hodri meydan!

Gelin, emanete kim hıyanet ediyorsa ortaya çıkaralım.

Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim çalıyorsa hukuk balyozunu eline indirelim.

Garip gurebanın alın teriyle, hakkı hukukuyla kim oynuyorsa tepesine hep birlikte inelim, var mısınız?

Var mısınız 40 haramilerin düzenini birlikte yerle yeksan etmeye?

Var mısınız çeteler kurup milletin hakkına hukukuna tecavüz edene haddini bildirmeye?

Var mısınız “Kızım Fatıma dahi olsa…” diyen o peygamberin izinden gitmeye?

Gelin görün ki malum zihniyet, mücadele ahlakını kuşanmadan bir mücahedenin verilemeyeceğini fehmedemiyor.

Evet; “Hepimiz Âdem’deniz ve Âdem de topraktan yaratılmıştır”, nerede olursak olalım “bir tarağın dişleri gibi eşit” kılınmış insanların birbirine zulmetmesi, yaşam hakkı başta olmak üzere haklarını gasp etmesi, Cenab-ı Hakkın “Şeytan işi” dediği kötülüklerdendir!

Bize verilen emanetin vuslat vaktinin yakın ve yakîn olduğu izahtan varestedir!

O halde din günü verilecek hesabın, bu dünyada verilmesinden kaçılan bütün hesaplardan daha çetin olacağını bir kez olsun hatırlama ve hatırlatma vaktidir!

MAKALELER Haberleri

Silah Bırakmak için “Ne Veriliyor?”
Kutuplaşmanın Ontopolitiği: Toplumun Yarılmasından Hakikatin Çöküşüne
Neo-İttihatçılık Yörüngesinde Türkiye: Devletin ve Rejimin Tecessümleri
Trump çöküşü hızlandırıyor
Sudan: “Görülmeyen” Savaşın Pençesinde