Ruh ve ruhun ‘üç itidal’ mertebesi
İslam dini bakış açısından “ruh” mahiyeti itibarıyla bilinemez bir şeydir.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e yöneltilen 13 sorudan biri “ruh”la ilgilidir. “Ruh nedir?” sorusu Kur’an’da şöyle yer almıştır: “Sana ruh’tan sorarlar; de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir; size ilimden az bir şey verilmiştir.” (17/İsrâ, 85)
Bu ayetten, ruhun ontolojik mahiyeti hakkında kesin bilgi sahibi olamayacağımızı; kökeninin ilahi, insanla ilişkisinin ise ilahi bir iş/emir olduğunu anlıyoruz.
Ontolojik mahiyeti hakkında kesin bilgi sahibi olmasak da varlıklarla, özellikle insanla ilişkisi ve fonksiyonu konusunda bazı bilgilere sahip olabiliriz. Bunları da şöyle sıralamak mümkündür:
a) Allah’tan elçilere/peygamberlere bilgi ve haber getiren en büyük melek Cebrail’e Kur’an’da “Güvenilir Ruh (Rûhu’l-Emin)” (26/Şuarâ, 192-194) denmiştir.
Bir hadiste de “Rûhu’l-Emin” terkibi kullanılmıştır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 276). “Kutsal Ruh (Rûhu’l-Kudüs)” ise Kur’an’da Hz. İsa için üç yerde (2/Bakara, 87, 253; 5/Mâide, 110), bir yerde de Cebrail için (16/Nahl, 102) kullanılmıştır.
b) Bunun dışında Kur’an-ı Kerim’de “ilahi üfleme” manasında “Nefha-i Ruh” terkibi kullanılmaktadır: “Biz ona (insana) ruhumuzdan üfledik.” (21/Enbiyâ, 91)
c) Kur’an’da ruhla ilişkili olarak “nefs” kavramı kullanılmaktadır ki, ruhsal sağlık söz konusu olduğunda “ruh” yerine “nefs” kavramını kullanmak daha doğrudur.
Arapça’da “nefs” kelimesi “nefes”le aynı köktendir. Varlık âlemi Allah’ın “Ol (Kün)” emri olduğundan evren “Rahman’ın nefesi”dir.
d) Kökeni ilahi olan ruhun çeşitli türevleri vardır. Bunların başında akıl, duygusal ve duyusal hayatımızı yönlendiren tüm motivasyonlar ve faktörler gelir.
Bu nedenle İbn Sina ve diğer İslam filozofları ruh yerine “nefs” kelimesini kullanmayı tercih etmiş ve bugün psikolojik olay ve bozukluklarla ilgilenen psikolojiye “Nefsin çeşitli hâllerinin bilgisi” anlamında “İlmü’n-Nefs” adını vermişlerdir.
Esasında kadim Yunan filozofları da psyche (ruh) ve logia (bilgi) kelimelerinden “psikoloji”yi türetmişlerdi ki onlar da ruhun mahiyetini araştırmaktan çok ruhsal davranışlar üzerinde durmuşlardır.
Bu durumda, ontolojik mayası hakkında tam bilgiye sahip olamadığımız ruhun üç boyutu olduğunu düşünebiliriz. Eğer bir “ruh sağlığı”ndan söz etmek gerekirse, sağlığı veya bozukluğu/hastalığı bu üç boyutta ve bu boyutların birbirleriyle olan ilişkilerinde aramak gerekir.
Bunlar:
1. Akıl-zihin veya entelektüel boyut
2. Duygular boyutu
3. Duyular boyutu
Bu üçü birer kuvvettir; biri arızalandığında diğer ikisi de sağlığını kaybeder. Şu hâlde bu üç boyut arasında bir ahenk, uyum ve denge olması icap eder.
Doğru düşünme (akıl-zihin), mutedil duygular ve beden sağlığı (duyular), ruhsal sağlık veya mutluluk için şarttır.
Örneğin, insanda üç temel eğilim gözlenmektedir.
Bunların başında fizyolojik hayatını ve türünü devam ettirmesini sağlayan “iştah ve şehvet” gelir. Her ikisi de insanı derinden ve kuvvetli şekilde motive eder, eyleme sevk eder. İnsan bunlar sayesinde fizyolojik hayatını devam ettirir. Gıdaya iştah olmasa açlıktan bitap düşer, sonunda ölür.
Her iki kuvvet bedensel olup haz verir; insan tabiatı icabı kendisine acı ve ıstırap veren şeylerden kaçınmak, lezzet, zevk ve haz veren şeylere erişmek ister. Lakin yemeğe aşırı düşkünlük çeşitli hastalıklara sebep olur. Şehvet olmasa insan neslini devam ettiremez, ancak şehveti merkeze almak fısk ve fücura, fuhuş ve sefahete yol açar.
İştahı da şehveti de dengede tutmak gerekir. Aksi hâlde bu kuvvetler dizginlenmez veya sınırları belli olmaksızın faaliyet hâlinde olursa (yemekte oburluk, dizginsiz cinsellik) yıkıcı olurlar.
Bu iki asli eğilimin itidal mertebesi “iffet”tir. İffeti besleyen haya ve edep, koruyan ise huduttur. Afif; yemeğe karşı mesafeli olan, iffetini ve edebini muhafaza eden haya sahibi erkek ve kadına denir.
İnsan, Aristoteles’in dediği gibi “bittabi bilmek ister”; ama Aristoteles’in ve onu bu konuda takip eden Francis Bacon’un (öl. 1624) düşündüğünün aksine bilgiyi güç elde etmek amacıyla edinirse bilgi yıkıcı olur.
Bacon’a göre bilgi, hakikatin ortaya çıkarılması için değil, tabiata ve başkalarına hükmetmek için kullanılan bir silahtır. Bilginin bu tanımı, Aydınlanma çağının baskın karakteri olunca bugün sorunlar yumağı hâline gelen modern dünya ortaya çıkmıştır.
Oysa bilgi, vahyin ışığında faaliyet gösteren selim aklın yardımıyla tabiata ma‘rifet gözüyle bakmak, düşünmek, gözlemek (nazar ve temaşa) ve araştırma yapmaktır. (Konuyla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Bilgi Neyi Bilmektir?, 5. Baskı, Çıra Yay., İstanbul, 2011.)
Bu çerçevede bilgi edinmenin itidal mertebesi “hikmet”tir. Bilgiyi hakikate yönelten ve her şeye faydalı hâle getiren hikmete dayalı karakteridir.
Öfke temel bir olgudur; cesaret ve şecaati gerektirir. Buna “gazap” olgusu da diyebiliriz.
Gazap, güç kullanmayı gerektirir. Güç yani kudret, Allah’ın el-Kadir isminden bizim aldığımız paydır. Bu kudret sayesinde muktedir olur, hayatımızı idame ettiririz. Ancak iki durumda güç kullanımı bizi ve çevremizi helake götürür: Gücü tamamen kendimizden bilip kaynağını unutmamız ve Allah’ın bahşettiği kudreti keyfî biçimde, İlahi Şeriat’ın normlarını dikkate almadan kullanmamız.
Bu durum güç ve iktidarın zulüm üretmesine yol açar. Kısaca, güç (kudret ve iktidar) ahlaki normlar ve hukuk kurallarıyla sınırlandırılmazsa yıkıcı olur, zulüm ve ıstırap getirir. Gücün itidal mertebesi “adalet”tir. Adaletin diğer türevleri “kıst” ve “mizan”dır.
Şu hâlde bizi manevi ve ahlaki kemâl yolculuğunda ilerletecek olan üç asli değer hikmet, iffet ve adalettir.


