Medyanın Hakim Güçleri
Medya basit manada bir haberleşme veya iletişim aracı değildir, toplumsal bir değişim faktörü olması onun paha biçilemez girift bir güce sahip olduğunun göstermektedir.
Bu gücün kaynakları ve imkanları nelerdir?
Medyayı büyük ölçüde büyük ekonomik güçler (tröstler, karteller, holdingler) kullanır. Medyayı araçsal bir güç olarak kullananlar da devletlerdir. Özellikle Dışişleri, Ticaret ve İçişleri bakanlıkları, istihbarat birimleri medyanın kullanımında etkilidirler. Mesela diyelim ki Türkiye ile Fransa arasında bir sorun yaşandı, Fransa medyası gecikmeden aleyhte bir kampanya başlatır, etnik, mezhebi veya sosyal bir sorunu gündeme getirir, abartarak günlerce gündemde tutar. Neden şimdi, diye düşündüğümüz zaman, şunu görürüz: Fransa Türkiye’den bir ihale almak istemiş, fakat Türkiye ihaleyi İtalya’ya vermiştir. Burada belli ki Fransız medyasının Ticaret Bakanlığı veya Dışişleri Bakanlığı ile ilişkisi vardır, Fransız medyası durup dururken böylesine bir karalama kampanyasına girişmez.
Medya hiçbir zaman nötr veya başka bir deyişle tamamen tarafsız, iddia edildiği gibi objektif değildir, varlık aleminde nötr alan yoktur ki, medya nötr olsun. İfade özgürlüğünün tam veya kısmen korunduğu her ülkede neredeyse her çevrenin kendine göre bir medyası vardır. Demokrasilerde yönetimi, karar süreçlerini ve karar mekanizmalarını etkilemek isteyen baskı ve çıkar gruplarının kullandığı silahlardan biri medyadır.
Bu biraz da zaruridir çünkü kamuoyunun oluşumunu tek bir mecraya bırakmak tehlikelidir, alternatif mecralar olmalı ki, gerçeği arayanlar, mecralar arası mukayeseler yaparak, gerçek hakkında iyi kötü bir kanaate sahip olsun.
Sosyolojik olarak toplum medyanın manipülasyonuna açıktır. Bazan toplum kitlesel olarak yönlendirilir, hatta determine edilir. Bireylerin veya muhalif küçük grupların etkili medya araçları yoksa, seslerini duyurmaları mümkün değildir; kulakları sağır eden gürültünün olduğu yerde kısık sesler duyulmaz.
Bu yüzden hep sorulagelmiştir: Toplumu manipülatif medya taarruzlarına karşı ne ile korumak gerekir?
Bence yüz yüze sohbetler, görüşmeler önemlidir. İrili ufaklı sahih cemaatler oluşturmak da öyledir. Bunun yanında mukabil bir medyamız televizyonumuz, gazetemiz, dergilerimiz olsun ama asıl kuvvetli direnç safları sıklaştırmak, sohbet kültürünü yaygınlaştırmak ve mü’minlerin birbirleri arasında güveni sağlamakla harici zihin karışıklığına karşı alınabilecek iyi tedbirlerden biridir.
Medyanın sosyal değişimdeki rolü büyük oranda medya aktörlerinin kurdukları dil üzerinden gerçekleşmektedir. Genel olarak medyada dil bir manipülasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Dili şiddet yanlısı, ayrıştırıcı çatıştırıcı ya da birleştirici bir unsur olarak kurmak da doğal olarak medya aktörlerinin tercihine ve insafına kalıyor.
Siyasi rekabetin hukuk ve ahlak dairesinin dışında cepheleşmeye, ayrışmaya ve çatışmaya dayandırılıyor olması en büyük tehlikedir. İki şekilde siyaset yapabilirsiniz: Bir rakibinizi kötüleyerek, şeytanlaştırarak onun tehlikeli olduğunu ortaya koymaya çalışarak. İkincisi rakibinizi önemsemezsiniz, siz ne yapmak istediğinizi söylersiniz. Mesela siyasetçiyseniz Türkiye, İslam alemi veya dünyanın sorunları söz konularında kendi düşüncenizi, tahayyülünüzü, projelerinizi anlatmakla yetinirsiniz. Eğer bu yolu seçer de insanları ikna ederseniz, size destek verenler hizmet bekleyecek, vaadinizi yerine getirmenizi isteyecekler. Fakat çatışmacı dilini seçerseniz, yani rakibinizi doğru yanlış kötüleyip şeytanlaştırdığınız için size destek gelmişse, size destek verenler rakibinizi taşlayacak, imha etmek isteyecek, şiddete yönelecektir.
Maalesef şimdilerde çatışmacı siyaset geçerli, siyasette şeytan icad ediliyor, rakip bir nefret objesi şeklinde tasvir ediliyor, bu işlemde medya etkili bir araç olarak kullanılıyor. Bu durum sadece dindarlar ile laikler arasında cereyan etmiyor, dindarlar arasında yaşanıyor.
Siyasi mücadelede şiddet dilini ortadan kaldırmanın yolu siyaseti ahlak ve hukuk üzerine oturtmaktan geçer. At terbiyecisi “seyis”ten gelen syaset yönetme sanatıdır, bu sanat bilgi, beceri ve meşru maksadı hedeflar. Siyaset kısaca belli kurallar dahilinde iktidar ilişkisini düzenler. İslam nokta-i nazarında yönetme sanatını ” ihsan” yani estetik/güzellik ve hukuk içerisinde icra etmek lazım. Siyasetçi iseniz statüleri ve beşeri-maddi kaynakları dağıtacaksınız. Kaynakları adaletle dağıttığınız zaman iyi siyasetçi, kendi yandaşlarınıza verdiğiniz zaman kötü siyasetçi olursunuz. Adaletin arkasında hukuk var. Hukuk ahlaktan, ahlak dinden besleniyor, bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Medya dolayısıyla yaşanan sorunlar sadece binden ibaret de değil. Din, ahlak ve hukuk arasında varolan/varolması gereken ilişki sosyal hayatın devamı ve istikrarı için de zorunludur.
Uzun zamandır gazetelerin üçüncü sahife haberleri ulusal televizyon kanallarının ana haberlerinin konusu oldu. Her yerde şiddet, patlamaya hazır öfke, cinayetler, akla gelmedik dolandırıcı marifeti vs. Artık toplumun kanıksamaya başladığı suç fiilleri artarak devam ediyor.
Söz konusu iç karartıcı olayların arkasında birden fazla sebep var, bu sebeplerden biri takip edilen liberal politikalardır. Liberal politikaların, liberal iktisat ve sosyal politikaların uygulandığı ülkelerde benzer sorunlar yaşanıyor. Sağlam ahlaki ve hukuki kurallarla denetlenmediği zaman liberal politikalar ölümcül rekabete dayalı sürüyor. Medya, sinema ve televizyon dizileri aracılığıyla suçlar normalize , günahlar estetize ediliyor; bundan da küçük bir zümre, Kur’an’ın deyimiyle (mele’ ve mütref azınlık) kazançlı çıkıyor. Bu konuda medya hiçbir kural, sınır tanımıyor ama olan toplumun zihnen müstaz’af kitleye oluyor. Muhammed İkbal bir şiirinde şöyle diyor:
“Bir ördek söyle dedi:
-Hızır Divanından bir ferman çıktı, bundan sonra bütün sular serbesttir
-Bir timsah ona cevap verdi.
-Unutma ki benim için de serbesttir.”
Liberal iktisat liberal sosyal politikası timsahlar la ördeklerin serbest sularda yüzmesidir. Bu serbest sularda timsahlar her zaman ördekleri yutacaktır.