1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Meal ve tefsir üzerine
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Meal ve tefsir üzerine

A+A-

Bu konu basit bir düzenlemenin ötesinde ciddi bir tehdit oluşturduğundan, hem meal hem tefsir yazmış biri olarak bana göre fazlasıyla üzerinde durmayı hak eder. Kamu otoritesinin neden böyle bir yasak koymaya lüzum hissettiğini anlamaktan önce “meal ve tefsir”in ne olduğuna bakmak lazım.

Türkçe’de kullandığımız meal kelimesi belki başka dillerde karşılığı olmayan ve Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasıyla ilgili “yaklaşık mana, yakın tercüme” demektir. Aslında bir tercüme teşebbüsüne meal denmesinin sebebi, ilahi murada hiç kimsenin tam olarak ulaşamayacağına ilişkin yerleşik kanaattir, bundan hareketle meal yapmaya kalkışan biri, iki dile ve İslami literatüre ne kadar vakıf olursa olsun,  teeddüben bir ihtiyat payı bırakır. Demek ister ki, ben elimden geleni yaptım lakin Kur’an-ı Kerim’i orijinali Arapça’dankonuştuğum dile tamı tamına tercüme ettiğimi iddia edemem. Bence tercümeye meal denmesi güzel bir gelenektir ve bilebildiğim kadarıyla 200’e yakın olduğu söylenen piyasada kimse mealine “Kur’an tercümesi/çevirisi” dememiştir.

Eğer yapılanlar meal ise, bu demektir ki her meal a. Eksiktir b. Meal sahibinin kudretini, birikimini, cehd ve anlama çabasını yansıtır. Bu iki gerçek, kendinde meal kudreti bulan kişinin sadece liberal acıdan değil, İslami öncüller açısından da bilgi edinme, bilgiyi aktarma, düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğünün korunması anlamına gelir ki, bu özgürlüğü kısıtlamak temel bir prensibi yok saymak demektir. Kamu otoritesinin demokratik bir seçimde, çoğunluğun desteğini almış olması bu türden yasaklar koymasının meşru gerekçesi değildir.

Her Müslümanın Kur’an’ı dinleme, okuma, anlama, anlatma ve yaşama vazifesi vardır. Gerek kendisi gerekse başkaları için söz konusu beş görevden biri “anlatma” görevine talip olan, aslında meal yapmakla Kur’an’ı tefsir etmeye çalışır. Bu açıdan bakıldığında meal en kısa tefsir sayılır, Kur’an’ı tefsir de bir sorumluluktur, iyi niyeti/ihlası, birikimi, meşru ve doğru maksadı gerektirir. (Tefsir ile Meal arasındaki ilişki için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, Çıra y, İst. 2016, I, 25-37.)

Yukarıda zikrettiğimiz ihtiyat faktörünü göz önüne alan “Te’vilatü’l Kur’an”ın sahibi Ebu Mansur el Maturidi (öl. 333/944), “tefsir” ile “te’vil” arasında ayırım yapar. Maturudi’ye göre tefsir sahabenin Kur’an’ı anlama çabası ve hasılasıdır; te’vil ise sahabe olmayanların yani alimlerinanlamasıdır. Sahabenin bu konuda ayrıcalığı/faikiyeti söz konusudur, çünkü onlar bir çeşitli meclislerde bulunmuş,,birçok olaya şahit olmuşlardır. Sahabe ayetlerin hangi sebeple indiğini biliyorlardı. Bu yüzden tefsir işi büyük dikkat ve gayreti gerektirir.

Te’vil ise öyle değildir. Te’vil kelimesi, anlamın varacağı nihai yere yöneltir, bu da kelimeyi türediği ilk anlama (evveline) irca eder. Te’vile konu olacak kelime birden fazla anlama gelebilir, tefsirde olduğu gibi olabildiğince sakınmak gerekmez, zira te’vilde Allah adına konuşmak, açıklama yapmak söz konusu değildir, herkes kendi anlayışı ve çabası oranında bir sonuca varır, bunda sakınca yoktur

Maturidi’nin bu ayrımına dikkatlice bakıldığında Ebu Hanife’nin “Sahabe kavli”ni Kur’an ve Sünnet’ten sonra üçüncü sıraya yerleştirmesini çağrıştırır, Ebu Hanife, kıyası dördüncü, icmaı beşinci sıraya koyar.

Fıkıh söz konusu olduğunda Ebu Hanife’nin tasnifi isabetli, Maturidi’nin iki anahtar terim (tefsir ve te’vil) arasında yaptığı ayırım pek doğru gözükmüyor, zira Ebu Hanife, her ne kadar Kur’an ve Sünnet ile kıyas ve icma arasına Sahabe kavlini yerleştiriyorsa da, “Sahabe kavline itibar ederim ama içlerinden birini bırakma veya tercih etme hakkım var” der ki, konuya Ebu Hanife’nin usulünden baktığımızda Maturudi’ninbizler için te’vil dediği şey aslında tefsirden başkası değildir, çünkü bizler de meal veya tefsir yaparken Sahabe kavilleri arasında tercihler yaparız, bazılarını isabetli bulur, bazılarını bulmayız, bu Kur’an’ın anlaşılması çabasına halel getirmez.

Peki, bu durumda tefsir nedir? 

Ben tefsiri hitapta ilahi muradı, hükümde maksadı anlama, araştırma ve ortaya çıkarma çabası olarak tarif ediyorum. İlahi muradı araştırıp bulma, alet ve diğer ilimlere dair donanım sahip olmak yanında yüksek düzeyde zihni-entelektüel ve ruhsal bir çaba gerekli olduğundan bu çaba Kelam, Felsefe ve Tasavvuf alanına girer, hükümlerde maksadı bulup çıkarma çabası ise Fıkıh usulü ve fFkıh disiplinin işidir.  

İslam tarihi muazzam bir zenginliğe sahiptir, neredeyse gelişen disiplinler ve yazılan binlerce kitap tek bir Kitab’ıntefsiri veya te’vili çabasıdır. Esasında Kitap yanında peygambere indirilen ve ilim erbabına verilmiş bulunan hikmet (4/Nisa, 113), ilahi vahyi kavrama, anlama ve ifade etme yetisidir ki, bunu en yüksek düzeyde gerçekleştiren vahiy alan peygamberdir. İşte bu hikmet tefsirin bilgi ve usul zeminini oluşturmuştur. 

Burada dikkatten kaçmaması gereken husus şu ki, Kur’an’ıhikmet yetisini kullanarak tefsir veya te’vil etme gayretine girişmiş olanların, aralarında az usul/yöntem farkı da olsa, farklı perspektiflerden hareketle Kur’an’ı tefsir etmiş olmalarıdır, söz konusu farklılık belli bir ekole işaret eder. Mesela Zemhşeri’nin ‘el Keşşaf”ı, Mutezile’nin, İbn Kesir Selefilerin itibar ettiği tefsirlerdir, Fahreddin Razi kelam ve felsefeyi yakınlaştırarak Mefatihu’l gayb’ı yazdı , Kurtubi, ahkama (fıkıhi), Kuşayri tasavvufun enfüsi dünyasına ilgi duydu, Allame Tabatabai’nin el Mizan’ı Şia bakış açısının tefsiridir vs. Zeydi Şevkani’nin Fethu’l Kadir’i hala elimizin elinde bulundurduğumuz değerli bir kaynaktır. Modern zamanlarda Muhammed Abduh-M. Reşid Rıza’ın el Menar’ı, Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eseri, Seyyid Kutup’un Fi Zilali’l Kur’an’ı, Mevdudi’ninTefhimü’l Kur’an’ı, İzzet Derveze, Süleyman Ateş ve diğerlerinin yazdığı tefsirlerin her biri kendi alanında yüksek kıymete sahiptirler. İbadilerin tefsiri olduğu gibi Zeydilerin de tefsiri var ki, en önemli olanı Şevkani’nin Fethu’l Kadir’idir.

Eğer tarihte devletler resmi tefsir ilan edecek olsalardı –bu musibet cürmü Abbasiler ve Mutezile işledi ama tam başaramadılar-, bu alanda söz konusu eserler yazılmaz, resmi görüş doğrultusunda bilgi üretme, düşünme ve anlatma yetisi dumura uğratılırdı. Esasında bizim çöküş, inhitat tarihimiz de devletlerin ilim ve düşünce hayatına müdahalesiyle başlamıştır.

Haftaya bugün hükümetin hangi saik ve gerekçelerle meal toplatmak istediği konusuna bakmaya çalışalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar