
Kur’an’la cihat
Cihat, İslam ile insan arasındaki engellerin kaldırılması için harcanan çaba ise; fikrî, felsefî/kelamî, sosyal–beşerî ve pozitif ilimler ve sanat, edebiyat vb. alanlardaki gayretler de bu kapsama girer.
Adil ve haklı bir savaşın dinî–manevî ismi cihattır.
Cihat olarak tanımlayabileceğimiz savaşın, her hâlükârda Allah için yapılması gerekir; başka bir ifadeyle ganimet, toprak işgali, askerî veya siyasi nüfuz ve hâkimiyet amacıyla yapılması doğru değildir.
Kur’an-ı Kerim, bu niteliklere sahip cihadı şöyle tarif etmektedir:
“Allah adına gerektiği gibi cihat edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir; atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi. O (Allah), bundan önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. Sizin Mevlânız O’dur. Ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır.” (Hac, 22/78)
Bu ayet, “Allah adına gerektiği gibi cihat edilmesini” emreder. Peki bu ne anlama gelir?
Burada cihadın iki önemli tarafına vurgu yapılmaktadır:
Birincisi, cihat mutlaka Allah için yapılmalıdır. Cihat emrinin geçtiği ayetlerde “Allah yolunda” (fî sebîlillah) ibaresi daima yer alır. Demek oluyor ki, ganimet veya jeopolitik hâkimiyet amacıyla yapılan savaşlar cihat değildir; talan ve yağma hedefleyen çatışmalar bu kapsama girmez.
Nitekim Ömer bin Abdülaziz hilafete gelir gelmez fetihleri durdurmuş, esir pazarlarında satılan köle ve cariyelerin serbest bırakılmasını emretmiştir. Çünkü ona göre fetihler artık Allah rızası ve i’lây-ı kelimetullah için değil, ganimet için yapılır hâle gelmişti. Bu sebeple Bizans kuşatmasını kaldırmış; Ermenistan ve Azerbaycan’a gönderilen orduları geri çağırmıştır.
İkincisi; cihat “gerektiği gibi” yapılmalıdır. Cihadın bilinen ve değiştirilmesi mümkün olmayan anlamı, Allah yolunda savaşmak yani kıtaldir.
Kıtal ve mukatele, karşılıklı savaşta öldürme ve ölme hâlidir. Ancak buradaki cihat kavramının daha geniş tutulduğu anlaşılabilir.
Savaşın yanında zihnî çaba, nefisle mücadele ve toplumsal sorunların çözümü için harcanan dikkatli ve çok yönlü çaba da genel cihat kapsamında değerlendirilebilir.
Fıkhın temeli olan içtihat, zihnî cehdin esas alındığı kelam ve nefisle mücadelenin temel alındığı tasavvuf bu geniş çerçeveye dahildir; fakat her üçü de savaş anlamındaki cihadı iptal edecek bir nitelikte olmamalıdır. Müslümanların içinde bulunduğu atalete, yoksulluğa, sefalete ve tembelliğe karşı mücadele etmek de bu kapsama girer.
“Cihat”ın savaş anlamını geçersiz kılmadığı sürece kavramın geniş tutulmasında sakınca yoktur.
Bir Müslümanın dini için; işgal edilmiş topraklarını, yurdunu kurtarmak ya da canı, malı ve ırzını korumak amacıyla savaşması cihattır ve farzdır. Bunun yanında “zorba yöneticiye karşı hak sözü söylemek” (Müsned, V, 251; Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Nesâî, Bey’at, 37; İbn Mâce, Fiten, 20), yani baskıcı yönetimlere karşı mücadele etmek ve gerektiğinde savaşmak da cihattır.
Bir sahabî, seçildiğinde Hz. Ömer’e, yoldan sapması durumunda onu eğri kılıçlarıyla düzelteceklerini söylemiş; Hz. Ömer de bu cesur söz karşısında Allah’a şükretmiştir.
İslam evrensel bir misyondur. Tevhid ilkesini esas alır, hakikat tebliğini görev bilir ve yeryüzünde adaleti tesis etmeyi, yüksek ahlaki bir yaşamı bireysel ve kurumsal bir karakter haline getirmeyi hedefler.
Adlî ve sosyal adaletin sağlanmadığı, Müslim–gayrimüslim herkese özgürlüklerin tanınmadığı bir yönetim “İslami” vasfı kazanamaz.
Bu dine rızasıyla dahil olan herkes bu misyona ortak olur. Bu noktada beyaz–siyah, Arap–Arap olmayan arasında fark yoktur. Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez. Elbette bazı dinî yükümlülükler zordur—örneğin hac ibadeti gibi—fakat her hüküm sonuç itibarıyla insanın kaldırabileceği kadardır (bkz. Bakara, 2/286).
Bir anlam ve yol haritası olarak Kur’an-ı Kerim, en etkili cihadın yine kendisiyle, yani Kur’an’la yapılabileceğini bildirir. “Kur’an’la cihat” son derece anlamlı bir uyarıdır:
“Andolsun, öğüt alsınlar diye bunu onların arasında çeşitli şekillerde açıkladık. Ancak insanların çoğu nankörlük edip direndiler. Eğer dilemiş olsaydık, her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik. Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı (Kur’an’la) büyük bir mücadele ver.” (Furkan, 25/50–52)
Allah, kudret ve fiillerini varlık âleminden, içinde yaşadığımız tabiatın somut örnekleriyle anlatır. Basiret sahibi kim nereye baksa harikulade olaylarla karşılaşır; bunları tefekkür ettiğinde hepsinin yüce bir Yaratıcı’nın eseri olduğunu anlar. Ancak insanların çoğu hakkı ve hakikati kabul etmez, inat ve cehalette ısrar eder.
Üzerinde durulması gereken 52. ayetin motamot tercümesi şöyledir: “Sen, kâfirlere karşı büyük bir cihatla cihad et.”
Geçmişte farklı toplumlara peygamberler gönderilmiş ve uyarılarda bulunulmuştur. Başlangıçta insanlar tek bir ümmetti; sonra ihtilafa düşüp dağıldılar (bkz. Yunus, 10/19). Bunun da bir hikmeti vardır.
Son peygamberin gelişinden sonra yeni bir peygambere ihtiyaç kalmamıştır; o bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ona tabi olanlar mesajını tüm dünyaya ulaştıracak, insanları doğru yola, adalete, hakkaniyete ve erdemli bir hayata çağıracaklardır.
Hz. Peygamber’in asli görevi, inkârcılara karşı var gücüyle cihat etmektir. Bu cihadı Kur’an’la yapmıştır ve görevini tamamlayarak bu dünyadan ayrılmıştır. Şimdi görev ümmetine düşmektedir. Kıtal anlamına gelmeyen bu cihadın en etkili aracı Kur’an-ı Kerim’dir.
Şu halde cihat, İslam ile insan arasındaki engellerin kaldırılması için harcanan çaba ise; fikrî, felsefî/kelamî, sosyal–beşerî ve pozitif ilimler ve sanat, edebiyat vb. alanlardaki gayretler de bu kapsama girer.
Tarihte kelam, fıkıh ve irfan alanında yürütülen çabaların ortak amacı insanı Kur’an’ın işaret ettiği hakikatle buluşturmak değil midir? Bu sayede insanlık Kur’an’a çağrılacak, beşeriyete Kur’an perspektifi kazandırılacak, hayatın Kur’an’ın gösterdiği ilkeler çerçevesinde şekillenmesi için cehd ve mücahede edilecektir.


HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.