İyi yönetimi hak ediyor muyuz
Türkiye’nin cennet köşelerini küle çeviren yangınlar çok büyük bir felaket. Ülkenin akciğerleri yanıyor, bizim de millet olarak duyduğumuz ızdıraptan yüreğimiz yanıyor. Ama bir başka acı daha var içimizi yakan: Böylesi krizlere karşı hazırlıksızlığımız.
Orman yangınları kaçınılmaz bir realite maalesef. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde aşırı sıcaklara bağlı doğal sebepler yanında kasıtlı çıkarılan veya insan hatasına bağlı olarak başlayan orman yangınları ciddi bir problem. Bu hususta yapılabilecek tek şey tedbirli ve hazırlıklı olmak. Bunu da ilgili devlet kurumları yapacak.
Ne var ki her yaz aynı rutini yaşıyoruz biz: Orman yangınları yaşanıyor, hazırlıksızlıklar veya donanımsızlıklar ortaya çıkıyor, kamuoyundan tepki ve eleştiriler yükseliyor, yetkililer bir sonraki yaza daha hazırlıklı olunacağını, yangın söndürme uçağı filosu alınacağını vs. açıklıyorlar… Bir yıl daha geçiyor ve aynı hadiseler sırayla yeniden yaşanıyor.
Burada yanlış giden bir şey yok mu?
Birkaç gün önce Eskişehir’de çıkan orman yangınına müdahale etmeye çalışırken şehit düşen görevlilere gerekli eğitimin verilmemiş olduğu, üzerlerinde özel yangın teçhizatı olmaksızın söndürme çalışmasına gönderildikleri ortaya çıktı. Dahası, önceki dönemde orman yangınıyla mücadele eğitimi verilen iki önemli merkezin geçtiğimiz yıllarda kapatıldığı, bunlardan birinin arsasının da imar planı değişikliğiyle otel arazisi yapıldığı öğrenildi.
Burada da mı yanlış giden bir şey yok?
Maalesef milletin yüreğini yakan tek facia orman yangınları da değil. Son dönemde üst üste çok sayıda facia yaşadık. En büyüğü 2023 başında gerçekleşen büyük depremdi. Yaklaşık 50 bin insanımızı kaybettiğimiz bu büyük felaketin acısını ağırlaştıran her zamanki “ihmal, tedbirsizlik, donanımsızlık” üçlemesiydi. Ancak bu konuda tüm sorumluluk yalnızca birkaç müteahhide yüklendi.
Soma’da ve Ermenek’te yaşanan maden facialarında veya Çorlu tren kazası olayında da kamuoyu vicdanını tatmin edecek bir sonuç göremedik.
Bu ayın başında Irak’ın kuzeyindeki bir mağarada 12 asker metan gazı zehirlenmesi yüzünden şehit oldu. Yine ihmal, yine tedbirsizlik, yine donanımsızlık çıktı karşımıza.
Geçtiğimiz günlerde İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı’nda ‘eğitim çalışmasından’ sonra fenalaştığı açıklanan yedi mehmetçikten ikisinin hayatını kaybetmesinde ise bu üçlüden hangisinin veya hangilerinin rol oynadığı şimdilik meçhul görünüyor.
Daha birkaç ay önce Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel yangını faciasında 78 canımız gitti. Kestirmeden söyleyelim, birilerinin görevlerini doğru düzgün yapmaması yüzünden öldü bu insanlar. Zira bugünkü düzende hiç kimsenin işini düzgün yapması gerekmiyor. Çünkü belirli görevleri üstlenecek kişilerde ehliyet veya liyakat aranmıyor, yalnızca sadakat aranıyor. Bu yüzden de hasbelkader bir makama gelmiş olanların yerlerini korumaları için salavat getirir gibi her fırsatta “Sayın Cumhurbaşkanımızın” adını anmaları yetiyor.
Bilhassa son on yıldır kurumlar etkisizleştirildiği için de kurumsal kararlar alınamıyor. Hiçbir yönetici inisiyatif kullanamıyor. Yukarıdan talimat gelmedikçe hiçbir konuda parmaklarını kıpırdatmıyorlar.
Dolayısıyla bu tablo karşısında “İlgili kurumlarımızın başında kimler var, bu işin sorumluları kimler” diye bir soru sormanın manası da bulunmuyor artık.
Bu problemler dile getirildiğinde sorumlu makamların siyasi savunma hattına çekilmeleri de çok nahoş bir tablo oluşturuyor.
“Eskiden de vardı böyle şeyler, biz icat etmedik. Yolsuzluk da vardı, adam kayırma da vardı, partizanlık da vardı, beceriksizlik de vardı... Bunları biz yapınca mı suç oldu!” diye savunma olur mu? Oluyor işte…
Yanlışların dile getirilmesini ve bunların düzeltilmesi için yapılan uyarıları iktidarlarına zarar verme amacına matuf saldırılar olarak gören bir siyasi zihniyet var karşımızda.
Gerçekte iktidarlarına asıl zararı bahsettiğimiz yanlışların verdiğini anlamak istemiyorlar, bu yanlışlara sahip çıkmanın neye yol açtığını görmüyorlar.