1. YAZARLAR

  2. Mensur Akgün

  3. İnsanlık ölürken…
Mensur Akgün

Mensur Akgün

İnsanlık ölürken…

A+A-

Yahya, Rakan, Ruslan, Jubran, Eve, Revan, Sayden, Luqman, Sidra; Gazze’de yaşayan ve çalışan bir doktorun, 35 yaşındaki Alaa al-Najjar’ın 10 çocuğundan dokuzunun adı. En küçüğü Sayden henüz altı aylık. Ancak hiç biri hayatta değil. Çünkü geçtiğimiz günlerde İsrail tarafından bombalanan evlerinden sağ çıkmayı başaramadılar.

Yanıp kül olmuş bedenlerini ne anneleri, ne de akrabaları tanıyabildi. Guardian muhabirleri orada olmasa ve ailelerinin dramlarını okuyucularına aktarmasaydı siz de ben de onları tanımayacak, isimlerini bilmeyecektik. Dokuz çocuk daha sayıları 54 bini bulan ölüm istatistikleri arasında kaybolup gidecekti.

En azından onlar oradaydı ve bu büyük trajediyi, Gazze’deki yıkımı, insanların açlığa ve susuzluğa mahkum edilmesini belgelediler. Yaşanan dramı kişiselleştirip okuyucularının empati duyması için ellerinden gelen en iyi şeyi yaptılar. Yaptıkları belki ülkeleri İngiltere’nin İsrail’e karşı biraz daha tedbir almasına, yaptırım uygulamasına yol açar.

Ama muhtemelen Netanyahu yönetimini, koalisyonundaki fanatikleri Gazze’yi soykırımla da olsa Gazzelilerden temizleme teşebbüsünü sona erdirmez. Onlar Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla yarattığı “fırsatı” sonuna kadar kullanmak, Avrupa ve Amerika’nın kendilerine duyduğu sempatiden, Körfez ülkelerinin İran korkusundan yararlanmak ister.

Ne Uluslararası Adalet Divanı’na ne de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne açılan davalar onları caydırdı. Mısır ve Ürdün kabul etse Gazze’yi çoktan boşaltacaklar, İsrail’in bir kez daha genişlemesini sağlayacaklardı. Fakat ikisi de direndi, Trump’ın riviyera önerisine bile karşı çıktı. Olan sonuçta Gazzelilere oldu.

Onbinlerce masum insan evlerinin altında Hamas, hastanelerinde tünel var gerekçesiyle bombalarla öldürüldü. Tüm bunlar da geçerli olmayan bir meşru müdafaa hakkına bağlandı. Cenevre Sözleşmeleri, insancıl hukukun temel normları, jus in bello’nun orantısallık ilkesi unutuldu.

Katliamlar ikincil hasar (colleteral damage) mantığına dayandırılıp meşru gösterilmeye çalışıldı. Sivil halkın evlerini terk etmeleri için uyarıldığı söylendi. Dahası BM’in yardımlarının dağıtılması engellenerek, başka yardım kuruluşlarının faaliyetleri çalışanlarının hedef alınmasıyla durdurularak insanlar açlığa ve hiçliğe mahkum edildi.

Biden yönetimi ara formül olarak kıyıya iskeleler kurmayı denedi, Trump yönetimi kendi yardım kuruluşuyla sınırlı ve ne yazık ki başarısız yardım teşebbüsünde bulundu. Arada kapılar da açıldı. Fakat bunlardan hiçbiri bebeklerin, çocukların bombalar kadar açlıktan ölmesini sonlandırmaya bugüne değin yetmedi.

Katar ve biraz da Amerika’nın savaşı durdurma teşebbüsleri de kalıcı sonuç getireceğe benzemiyor. Filistin sorunundan yorgun Arap ülkeleri ve kamuoyları Hamas’ın İran ve Hizbullah desteğiyle başlattığı bu savaşın gidişatından rahatsız ama müdahil olmaya, İsrail ve Amerika’yı ekonomik yaptırımlarıyla dahi karşılarına almaya hiç niyetli değil.

Ellerindeki tek koz bu savaş sona ererse İsrail’le barışacak, daha doğrusu barışmalarını bir üst seviyeye çıkartacak olmaları. Bunun da koz olduğunu, İsrail açısından değer ve anlam ifade ettiğini söylemek zor. Ne de olsa çoktandır barışıklar, İsrail ile her türlü iş birliğine açıklar.

Çoğu Hamas ve hatta Netanyahu sonrasından umutlu ya da umutlu olduğu izlenimi vermeye çalışıyor. 1967 sınırlarına az-çok yaklaşan bir Filistin devletinin fiziken var olabileceğini samimiyetle inananlar da tabii ki var. Ancak çoğunluk süreci yönetmekten, bu türbülanstan en karlı şekilde çıkmaktan yana.

Filistin “davası” kamuoylarının kollektif bilincine yerleşmiş bir sorun olduğu için canlı tutuluyor, zaman zaman timsah gözyaşları dökülüyor. Komşular sorunun kendileri üstünden çözülmesini, yeni bir göç dalgasının yaşanmamasını, sorunlarıyla zar zor baş ederken yeni sorunları olmamasını sağlamaya çalışıyor.

Ama olan arada Filistinlilere, Gazze’nin masum çocuklarına, kadınlarına ve sivillerine oluyor. Bir yandan bombalardan, açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan ölürken, diğer yandan en temel haklarından biri olan sığınma hakları ellerinden alınıyor. Küçük bir sahil şeridinde sağdan sola savruluyorlar.

Artık belki de gerçeğin gerçekten görülmesinin zamanı geldi. Kabul edelim ki dünyanın sadece bir Filistin sorunu yok, Filistinli sorunu da var. Ve Filistinli sorununu çözmek kısıtlı yardımlarla, etkisiz İsrail kınamalarıyla, büyükelçilerin Güvenlik Konseyi’nde döktüğü gözyaşlarıyla çözülecek gibi değil.

Arap Birliği’nin, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yeni ve yaratıcı yöntemler üstünde düşünmesinin, var olan koşullar altında en insancıl çözümü nasıl sağlayabileceklerini tartışmasının zamanı geldi. Bunun yenilgi anlamına gelmemesi, İsrail’in genişlememesi için etkin siyasi, diplomatik ve ekonomik tedbirlerin alınması mümkün. Yeter ki istensin…

Önceki ve Sonraki Yazılar