Hedefsiz bir ülkenin eriyen yıllarla imtihanı
Bir ülke düşünün, ekonomiden eğitime, üretimden dış politikaya kadar bütün alanlarda ağır problemler yaşıyor. Bunları çözmek ve üstesinden gelmek yerine de güç kavgasının şehvetine esir olmuş, gidiyor. Yıllar geçiyor, fırsatlar kaçıyor ve sonunda elde iktidarı asla bırakmamaktan başka hedef kalmıyor. Ülkenin gerçek ve can yakıcı problemleri iktidar mücadelesinin gölgesinde unutuluyor.
Unutuldukça derinleşiyor, derinleştikçe unutuluyor.
Böylesine büyük potansiyeli olan bir ülkenin hala ekonomik kriz, yoksulluk, ağır gelir dağılımı adaletsizliği yaşaması akıl almaz ama bu şartlarda akıl bunu da alıyor. Siyaset, kalkınmaya, refaha, demokrasiyi geliştirmeye, eğitime, hukuka, üretime mesai harcayacağına enerjisini gücü elde tutmaya sevkettikçe tablo daha da umutsuz hale geliyor.
Büyük imkanlar üzerine oturan koskoca bir ülke böylece hergün daha azıyla yetinmeye razı oluyor…
Dünya gelişirken, ticaret hacmi büyürken, dolaşımdaki para geometrik artarken küresel pastadan aldığmız pay düştükçe düşüyor. Birkaç yıl önce arkamızda olan ülkeler alıp başını gidiyor. Biz büyük laflarla, iddialı sözlerle, mangalda kül bırakmayan sloganlarla kendimizi avuturken dünya birkaç tur değişiyor. Her değişimde aradaki mesafe biraz daha açılıyor. Gerçek belirsiz hali geliyor, toplumun aslında neyi hak ettiği bilgisi zihinlerden siliniyor. O kadar ki Türkiye, 12 yıl öncesinin milli gelir rakamlarına ulaşınca mutlu oluyor. Kimse, bugün o rakamın en az iki katını kolaylıkla kazanabilecekken sadece kötü yönetim yüzünden bunun yarısına mahkum olduğunu düşünemiyor.
Sanayiden teknolojiye, dijital devrimden yapay zekaya kadar; insanlığın kaderini tayin eden süreçler bizi alakadar etmiyormuş gibi rahat rahat yılları heba ediyoruz. Iskalamadığımız tek bir devrim, fırsatını heba etmediğimiz tek bir küresel kriz yoktur. Çünkü, hiçbirisi için analiz ve hazırlık yoktur.
Oysa herhangi bir ülke, kafaya taktığında, istediğinde, hedefe kilitlendiğinde ve gereğini yaptığında sadece bir on yılda kalkınabilir. Kalkınmak, büyümek, gelişmek, geleceği garanti altına almak bütün komplo teorilerinin iddiasının aksine hiç zor değildir. Buna ne dış güçler, ne karanlık odaklar ne de uzayılar mani olabilir! Sadece plan, bilgi, tecrübe, sabır, tutarlılık ve iyi niyet ister. Biz ise bir on yılı, sonra bir on yılı daha; varsa yoksa gücü elde tutmak için sabah popülizm akşam kavga gürültüyle heba edip harcadık. Geldi üçüncü on yıl, yapmakta olduğumuz yine aynısıdır.
Uğruna demokrasi, hukuk, temel haklar dahil ne kadar değer varsa heba edilen iktidarın ürettiği tabloya bakalım…
Aynı anda hem dünyanın en yüksek enflasyon ve faiz oranlarına sahip ülkelerinden biri, hem en kötü eğitim rakamları, hem en berbat şeffaflık değerleri, hem de en kötü hukuk ve ifade özgürlüğü istatistikleri bir arada halay çekiyor! Bu tabloya, en yüksek iş kazaları, en düşük asgari ücret, en az akademik makale, en zayıf teknoloji üretimi ve depreme karşı en hazırlıksız ülke payesi de eşlik ediyor.
Gençlerin geleceklerini Avrupa’da aramaları, pasaportumuzun değerinin hergün biraz daha erimesi boşuna değildir. Gazze için sadece nutuk atıp sıra savmak da öyle…
Demokrasi yoksa, hukuk askıdaysa, eğitim hayattan kopmuşsa, liyakat ve ehliyet kovulmuşsa, ülkede iktidar hesabından gayrı hedef kalmamışsa başka türlüsü de mümkün değildir. Bileşik kaplar böyle çalışır, suyun seviyesi her ünitede aynıdır.
Büyüklük taslamak, slogan atmak, tutmayan hedeflerin üzerine bir yüz yıl daha koymak gerçeği değiştirmez. Sadece kaybolan yıllara yenileri eklenir