1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ocaktan

  3. Hayallerimiz hiç mi yoktu yoksa yine biz mi kandırıldık
Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Hayallerimiz hiç mi yoktu yoksa yine biz mi kandırıldık

A+A-

Bireylerin, toplumların ve ülkelerin genellikle büyük hayalleri, iddialı hedefleri olmuştur. Ama bu, her zaman hayallerimizin gerçek olacağı, bir başka deyişle gerçekleşeceği anlamına gelmiyor.

Türkiye’de yaşayan farklı aidiyetlere, inançlara ve de ideolojik mahallelere mensup insanlar olarak her birimizin, gerçekleşmesi çoğu zaman mümkün olmasa da iddialı hedeflerimiz ve hayallerimiz oldu.

Osmanlı’nın son dönemiyle birlikte başlayan modernleşme maceramız, esas itibariyle Batı’daki bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmelere paralel yürümeyi hedefleyen bir başlangıçtı. Ama ne yazık ki gerek kültürel kodlarımızın etkisi gerekse bilimsel disipline yeterince vakıf olamamamız yüzünden, modernleşmemiz hep eksik bir modernleşme olarak kalmıştır.

 Müslüman bir toplum olarak, bütün Müslüman coğrafyalarda olduğu gibi bizde de modernleşmeye karşı ciddi dirençler yaşanmış, bu yüzden de demokrasi meselesine hep mesafeli durulmuştur.

Batı’nın özellikle Müslüman ve Doğu toplumlarına yönelik emperyal hedefleri dikkate alındığında, Müslüman dünyanın modernizim karşısındaki tepkisel tavrını anlamak mümkün.

Maalesef Müslüman dünya, bu travmayı kendi içinde tedavi ederek önünde yeni ufuklar açmayı başaramadığı için, ‘hukukun üstünlüğü’, liyakat, şeffaflık, hesap verilebilirlik, özgürlükler ve insan hakları gibi değerlerle buluşma fırsatını heba etmiştir.

Meseleye Türkiye’nin siyasi tarihi açısından baktığımızda, diğer Müslüman ülkelerle kıyaslanmayacak imkanlara sahip olmamıza rağmen, kaçırdığımız fırsatları görünce doğrusu hayıflanmamak mümkün değil
Biliyoruz ki tek parti döneminin ardından, çok partili hayata geçişle birlikte Batı ile kıyaslandığında geç başlanmış olmasına rağmen, Türkiye’de çok önemli bir demokrasi tecrübesi oluşmuştur. Parlamenter sistem içinde, farklı iktidar dönemlerinde oluşan demokrasi birikimi Türkiye için önemli bir kazanım olmuştur.

Ve sonrasında AK Parti iktidarıyla birlikte Türkiye, geçmişten gelen tecrübe birikimini de arkasına alarak, demokratik imkanları zenginleştirmek açısında önemli bir fırsat yakalamıştı. Ancak ne yazık ki AK Parti, iktidar olmanın getirdiği gücü de arkasına alarak ‘tek parti’ döneminden tevarüs eden bir hastalığa yakalanmış ve giderek büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştür.

Neredeyse her yazımda ısrarla ifade etmeye çalıştığım gibi, AK Parti iktidarı, ‘hukukun üstünlüğü’nde, demokratikleşmede ve kalkınma konusunda attığı adımları ve toplumsal hafızada yarattığı umutları ve hayalleri, bugün bizzat kendi eliyle yok eder hale gelmiştir.

Düşünün ki Cumhuriyet tarihinin farklı dönemlerinde baskılar ve yanlış laiklik uygulamaları yüzünden mağduriyetler yaşayan dindar-muhafazakar kesimler, ilk ez bir iktidar fırsatı yakaladılar ama bu fırsat AK Parti iktidarının kendi yarattığı hastalıklar yüzünden heba edildi.

Ne yazık ki bugün muhalif olan herkesi ‘düşman’ parantezine alarak gazetecileri, siyasetçileri, belediye başkanlarını hiçbir hukuki dayanağı olmadan cezaevine attık.

En dramatik olanı da 28 Şubat’ın karanlık günlerinde hakları gasp edilen genç kızlarımız yüzünden haklı olarak biriktirdiğimiz öfkelerimizi kullanarak, bugün adaletin terazisini bozduğumuz için başkalarının hakkını-hukukunu yok sayarak cuntacılarla aynı paralele düşmüş olmamızdır.

Oysa ilahi kelamın bize bu konuda söylediği o kadar açık ki… “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Takvaya en yakın olan budur.” (Maide/ 8)Yani ilahi hitap bizi, sadece sizin mahalleden olanlara, sevdiklerinize değil, ‘sizden olmayanlara, hatta size düşman olanlara da adil olun’ emriyle uyarıyor.

Unutmayalım ilahi hitap da evrensel hukuk normları da hiçbir şekilde bize, öfke duyduklarımızın temel insani haklarını gasp etme imkanı vermiyor. Kısacası, hiçbir hukuk devletinde, “Dün bizi nasıl ezdilerse, biz de bugün onları aynı şekilde ezeriz” benzeri bir garabete yer olamaz.

İşte tam da bu zihniyet sapması yüzünden, dindar-muhafazakar camia yüz yılda bir yakaladığı imkanları kullanamadığı için bu tarihi sınavı kaybetmiş bulunuyor.

Ve en kötüsü de rövanşizm hevesine kapılarak herkesin kendisini güvende hissedeceği adaletli bir sistem inşa etmek yerine, baskıcı bir rejime yönelmiş olmasıdır. Doğrusu böyle bir son karşısında insan, “hayallerimiz hiç mi yoktu, yoksa yine biz mi kandırıldık” diye sormadan edemiyor…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar