Hamaset Körlüğü

Hamaset Körlüğü

İslam dünyasında halklar, içerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak müşahede edilebileceği üzere, resmi gerçeklikle, resmi olmayan gerçeklik arasında sıkışıp kalmış durumdadır.

A+A-

Atasoy Müftüoğlu-İslamianaliz

Bugünün tarihi, fikirler/felsefeler yoluyla değil, teknolojiler yoluyla oluşturuluyor. Batılı temel/tarihsel/ideolojik, sömürgeci tüm referans sistemi etkisiz hale geliyor. "Uygarlıklar çatışması" tezi, ortada, uygarlık adına, uygarlıklar adına hiçbir şey kalmadığı için, boşlukta sallanıyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Müslümanlar olarak tarihi yeniden düşünmek, yeniden yorumlamak gibi eleştirel bir sorumluluğumuz var. Bugünün, sahte hayatlar sahte siyasetler dünyasında, insanlık, sadece biyolojik anlamda var kalma mücadelesi veriyor. İslami varoluş, tarihsel bilince ve siyasal farkındalığa dönüştürülemediği için, İslam toplumlarında İslam, otoriter iktidarların, keyfilikleri ve çıkarları doğrultusunda yorumlanıyor, hayata geçiriliyor. Güçlerini kötüye kullanan iktidarların bu keyfilikleri, hiçbir şekilde sorgulanamıyor. Toplumlarımız, ihtirasları tarafından yönlendirilen, otoriter-popülist hesapçı aklın, akılsızlıklarına ve paranoyalarına maruz kalıyor. 

İslam dünyasında halklar, içerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak müşahede edilebileceği üzere, resmi gerçeklikle, resmi olmayan gerçeklik arasında sıkışıp kalmış durumdadır. Hesap kitapçı oportünist muhafazakarlık, oportünist dindarlık ve siyaset, manipülatif gündem bombardımanlarıyla, toplumun gerçek algısını dumura uğratmaya çalışıyor. İslam toplumlarında resmi gerçekliğin birden çok daha fazla maskesi var. Resmi gerçekliğe bağımlı medya ile, her durumda karartılabilen eleştirel medya, tam ortasından ikiye bölünmüş bir toplum manzarası oluşturuyor. İçerisinde yaşadığımız toplumda dini hayat, akademik hayat, resmi gerçekliğin belirlediği sınırları aşamıyor, resmi gerçeklik dışında bağımsız bir ufuk belirleyemiyor. Müslüman kitleler, resmi gerçekler, yerli-milli çıkarlar, yerli-milli dindarlık adına, dini motiflerle her durumda hipnotize edilebiliyor. Toplumlarımızda itaat ve sadakat alışkanlığı, keyfi-otoriter yönetimleri meşrulaştırabiliyor. Halklarımız, otoriter-popülist efendilerini tebcil ve takdis eden, efendilerine hayranlık besleyen, itaatkar köleler toplumuna dönüşüyor. Bu tür toplumlarda, Türkiye’de de kalabalıkların, kitlenin tercihlerini hizip/grup/cemaat aklı belirliyor. Otoriter-popülist, sağcı iktidarlar, halkı, kendilerinden başka hiçbir ciddi seçenek olmadığına ikna etmek için, yargısal komplolara, siyasal hokkabazlıklara başvurabiliyor.

Kendilerinde insanüstü özellikler vehmettikleri halde, siyasal ölümle karşı karşıya gelen oportünist/popülist siyasal figürler, ellerinde tuttukları sınırsız iktidar tekeline rağmen iktidarlarını ve sınırsız ayrıcalıklarını kaybetmekten korktukları için, rakiplerini hapse attırarak, korkularını gizlemeye çalışıyor. Günümüz Türkiye’sinde, istisnasız bütün ilişkiler siyasal akrabalık temelinde yürütülüyor. Ahlaki duyarsızlığın toplumsallaşması, iktidar sahiplerini hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Gönüllü kulluk rejimlerinde, iktidara sadakat gösterenlerin, ehliyet ve liyakat sahibi olup olmadıklarına asla bakılmıyor. Gönüllü kulluk rejimlerinde, bireyler/topluluklar akıl yürütme yeteneklerine sahip değiller.

Günümüzde, Müslümanlar olarak, hayatımıza musallat olan sağcı/milliyetçi/muhafazakar, popülist propaganda dili ve söylemi, sömürücü bir iktidar sistemi oluşturuyor. Bu iktidar sistemi, çıkar ve ayrıcalıklarını koruyabilmek/sürdürebilmek için, kendi vicdanını/aklını ve kalbini susturabiliyor, dondurabiliyor, hissizleştirebiliyor. Otoriter popülist dilin/söylemin, gündelik hayatın, toplumsal hayatın gerçekliğiyle uzaktan, yakından ilgisi olmadığını görmek gerekir. Günümüz dünyasında, toplumlarında, yerli-milli bencillikler/çıkarlar doğrultusunda icat-inşa edilen, yapay şanlı tarih retoriği, yapay resmi-milli dindarlık, yapay yerli-milli, resmi entelektüel zincirler-duvarlar, Müslüman halkları birbirlerine yabancılaştırıyor. Yerli-milli putlar ve putperestlikler ümmet'i imkansız kılıyor.

Coğrafi bir kavram olan Batı kavramının, ideolojik ve sömürgeci projeler doğrultusunda, çok işlevli put bir sözcüğe dönüştürülmesiyle birlikte, insanın evrenselliği düşüncesi, tarihsel-antropolojik-ideolojik önyargılarla engellendi, insanlık, Doğu-Batı karşıtlığına-düşmanlığına hapsedilerek, bu evrensellik düşüncesi kirletildi. Irkçı ve ideolojik değerleri, evrensel değerler olarak dayatan modernlik, modern uygarlık ve Batı bugün çok büyük bir çöküş ve iflas yaşıyor. Gazze'de yaşanan insanlık tarihinim en büyük trajedisi karşısında dehşet verici, utanç verici, yüz kızartıcı bir sessizlik ve umursamazlık sergileyen modern dünya soykırımcı Siyonizmle suç ortaklığı yapıyor, kayıtsız şartsız bir dayanışma sergiliyor. Bu dayanışma, soykırıma uluslararası bir meşruiyet kazandırıyor. Bu dönem, Batı'nın, modernlerin, modern uygarlığın gerçek yüzünü karanlık yüzünü bütün boyutlarıyla somutlaştırdı. Günümüz İslam dünyası da bu dönemde, çok ciddi bir dönüm noktasında bulunuyor. Yerli-milli, popülist-otoriter bir hayal dünyasında yaşayan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, İslam dünyası ülkeleri, ahlaki-entelektüel yenilgiler biriktiriyor. Bu yenilgilerle ilgili olarak, Türkiye’de, popülist-otoriter hayal dünyasını paylaşan, düşünce/edebiyat/ilahiyat hayatı, hiçbir şekilde eleştirel sorgulamalar yapmıyor, yapamıyor. İslami anlamda, içerik-etki-eylem-irade üretemeyen, geçmişte yaşayan ve hep bekleyen, ne beklediğini de somut olarak bilmeyen İslam toplumları, hiçbir durumda beklemeyen Siyonist sömürgecilik de, dini temelde kendisini meşrulaştırarak, kapsamlı bir yayılma projesini hayata geçiriyor, Filistin’in demografik yapısını değiştirmek üzere acele ediyor.

Antikomünizm retoriğinin yerini "terörle savaş" retoriğinin aldığı günden bu yana, uluslararası düzen yapısal bir gerileme-düşüş yaşıyor. Narsisist ve küstah Batı söylemi, dünyayı sarsan sorunlar karşısında büyük bir çaresizlik içerisinde bulunuyor. Günümüzde Müslüman halklar, İslam ülkesi olarak anılan ülkeler, ortak kader bilincinden yoksunlukla, çok tehlikeli bir yoksunlukla malûldür. Ortak kader, ortak gelecek bilincinden yoksun olan İslam ülkeleri, emperyalist iradenin uyduları haline geldikleri için, evrensel İslami bilincin yerine, yerli-milli ve resmi bir bilinçdışını koyuyor. Emperyalist sistemin uyduları haline gelen İslam ülkeleri, İslam-ümmet üst kimliğini bir yana bırakarak, politik-etnik-mezhepçi birimler halinde parçalanıyor. Ulus-devletler bu parçalanmaları tahkim ediyor, farklılıkları aşma konusunda hiçbir çaba harcamıyor. İslam ülkelerinde, entelektüel terörizme maruz kalan Müslüman aydınlar, düşünürler, akademisyenler, yerli-milli-resmi retorikle büyülendikleri için, İslami anlamda evrensel içerik üretmeyi düşünmüyor, bu içeriğin nasıl bir içerik olabileceğini bilmiyor. Yahudi-Hıristiyan merkezli yeni haçlı seferleri karşısında, evrensel entelektüel dayanışmanın ne kadar hayati-tarihsel bir önem taşıdığını hiç konuşmuyoruz. İçerisinde yaşadığımız toplumlarda egoist-oportünist-sağcı-muhafazakar siyaset genel iyi ve iyiliklerle ilgilenmek yerine, toplumun muhalif kesimlerini düşmanlaştırarak ölümcül önyargıları, ölümcül fanatizmleri toplumsallaştırarak, çok kasvetli bir dönem oluşturmaya çalışıyor. Bu kasvetli dönemde, İslami düşünce/kültür/edebiyat hayatı, ahlaki, eleştirel, entelektüel bir duruş sergileyemiyor. Toplumun muhafazakar-sağcı kesimleri, seküler kesimlere karşı ölümcül önyargılar-düşmanlıklar üretirken, toplumun seküler kesimleri de Batı putperestliğinin ideolojik/ırkçı/mitolojik içeriği ile yüzleşmeyi hiç mi hiç aklından geçirmiyor. Batı'ya özgü ideolojik-ırkçı sistemin, nasıl, hangi yollarla bir dünya sistemine dönüştürülebildiğine ilişkin entelektüel bir özeleştiri, hesaplaşma yapılmıyor, yapılamıyor. Bu özeleştiri-hesaplaşma yapılamadığı için de Batı putu ve putperestliğini meşrulaştıran seküler felsefi dili/söylemi bilinçsizce kabul ediliyor.

İslam dünyasında entelektüel hayat, entelektüel bağımsızlığa sahip olmadığı için, dünyayı/tarihi/insanlığı, İslami anlamda algılayabilecek bir algılama sistemi oluşturamıyor. Günümüzde, içerisinde yaşadığımız toplumda da yaşandığı üzere, İslam insanının ve insanlık dünyasının geleceğini ve kaderini merak ederek, bu konuda sorumluluk almak yerine, toplum, popülist/partizan saldırgan bir gündeme hapsediliyor. Kendilerini ısrarla İslam’a nisbet eden, İslam üzerinde çok katı, çok bağnaz tekel oluşturan, İslam’ı çok ucuz, çok seviyesiz bir propaganda aracı haline getiren, narsisist bir kibirle malul otoriter popülist siyasetin, haksız, hukuksuz, adaletsiz uygulamaları, toplumun farklı kesimlerinde, İslam’a/Müslümanlara karşı bir öfke ve nefret oluşturuyor. Otoriter popülist siyaset hiçbir anlamda/bağlamda bir değer/anlam/bilgelik/estetik üretmediği gibi, mevcut değerleri de acımasızca kirletiyor, aşındırıyor.

İslam, dünyaya/tarihe girdiği, dünyayı ve tarihi şekillendirdiği dönemlerde, kendi varolma, yaşama, düşünme tarzımızı insanlığın dikkatine ve kalbine kazandırmıştı. Müslümanların bugün olduğu gibi, yerelliklere, milliliklere, geçmişe, mistik ve hurafeci bir kültüre, mistik-hurafeci bir hayat tarzına kapanmaları, onları sömürgeleştirilmeye elverişli hale getirdi. Yerellikler, hurafeler, mistik tercihler Müslümanları, İslam’ın evrensel düşünce/bilinç coğrafyasına yabancılaştırdığı için, bugün, çok derin, çok utanç verici bir entelektüel çoraklık/ kuraklık/yoksulluk ile karşı karşıya bulunuyoruz. İslam karşıtı, Batı merkezli saldırgan kimlik ideolojileri küreselleşir ve kitleselleşirken, İslam merkezli dünya görüşü, yerli-milli-mistik-resmi sınırlara hapsediliyor. Müslümanlar olarak bizleri bir araya getiren, evrensel İslami bilinç günümüzde, bütünüyle yerinden edilmiş bulunuyor. Kendilerini İslam’a nisbet eden politik topluluklar/hareketler, taşıdıkları bencillikler ve kibir sebebiyle, inşa edici İslami misyonu terk ederek, dışlayıcı bir yıkıcılığı seçiyor. Yıkıcılığı seçen topluluklar, kadrolar, hareketler, bu konumlarıyla hiçbir zaman yüzleşmek istemiyor. Kapsayıcı dil-söylem yeniden inşa ederken, dışlayıcı dil-söylem yıkıcılığa hizmet ediyor. Politik rekabet/çıkar mülahazalarıyla politik rakiplere yönelik olarak kullanılagelen küfürbazlığın, vicdansızlığın ve merhametsizliğin, politik zalimliğin, müptezel sağcılıkla, müptezel faşizmle ilgisi olabilir, ancak, hiçbir şekilde çok aziz ve çok nezih İslami inançlarla uzaktan yakından bir ilgisi olamaz.

Yerelliklere ve geçmişe kapanarak, aklı ve dünyayı küçümseyen İslam toplumları, değişen/dönüşen, değiştiren ve dönüştüren tarihsel koşulları/dinamikleri, paradigmaları takip etmedikleri için, İslami anlamda tarihsel cevaplar-süreçler üretemediler. Yerelliklere ve geçmişe kapanan ve tarihsel cevaplar süreçler üretemeyen, kendi özgün paradigmalarını hayata geçiremeyen İslam toplumları, kendi kendilerini edilgenliğe/çaresizliğe ve iradesizliğe mahkum ettiler. Bu edilgenlik sebebiyle, İslami dil-söylem bugün bir gerçekliğin ifadesi olmaktan çok, sistematik bir hamasetin ifadesi oldu. Sistematik hamaset sebebiyle İslami düşünce/kültür/ilahiyat, edebiyat hayatı, küresel fikir savaşlarına anlamlı olabilecek hiçbir katkıda bulunamıyor. İçerisinde yaşadığımız dönemde/toplumda, Müslümanlar olarak tarihsel gerçekliği yansıtmayan nostaljiler-romantizmlerle oyalanıyoruz, ölümcül yanılsamalar biriktiriyoruz. Aklın/kalbin/vicdan ve merhametin ülkesi olan İslam; hurafeler, önyargılar ülkesine dönüşüyor. Aklın/kalbin/bilincin ülkesi olmaktan çıkarılan İslam, bugün, kurumsal varlığını ve mevcudiyetini kaybetmiş bulunuyor. Eleştirel düşünceyi imkansız kılan romantik-nostaljik klişeler-retorik nedeniyle toplum/toplumlarımız, soyut idealleştirmelerle varlığını sürdürmeye çalışıyor. Romantizme, hamasete, nostaljiye, soyut idealleştirmelere, popülist propaganda söylemine maruz bırakılan toplumlar için, İslami bir gelecek olmayacağını idrak etmek gerekir. Günümüz İslam toplumlarında halklar, yerel tiranlarla ilgili, çok abartılı-temelsiz romantik kahramanlık öyküleri üretirken, bu tiranların, aynı zamanda emperyalist faşist otorite ve iradenin sadık dostları olduklarını, maruz kaldıkları hamaset körlüğü sebebiyle göremiyor. 

Sömürgeci-ırkçı geleneğin, faşizm şeklinde yeniden hayata geçirildiği, Yahudiliğin yeniden Batılı değer sistemine dahil edildiği, İslam’ın olumsuz özelliklerle, Batı dünyasının olumlu özelliklerle yorumlandığı, İslami direnişin "terörizm" olarak aşağılandığı, eşi ve benzeri görülmemiş ırkçı/soykırımcı Siyonist vahşet ve canavarlık dalgalarının Filistin ve Gazze'yi insansızlaştırmaya çalıştığı bir dönemde, oportünist muhafazakarlıklar, dindarlıklar ve siyaset, tarihte bir benzeri görülmeyen, çok utanç verici ikiyüzlülükler/sahtelikler sergileyerek, hem Filistin sorununu politik propaganda konusu yapıyor, hem de, İsrail’le diplomatik ve ekonomik ilişkilerini normal seyri içerisinde sürdürüyor. Oportünist muhafazakarlık, dindarlık ve siyaset aziz İslam'a onarılması, telafi edilmesi çok güç zararlar verdi, vermeye de devam ediyor. Oportünist muhafazakarlığın, dindarlığın ve siyasetin entelektüel değişimi, yeniden inşa'yı imkansız kıldığını görmek gerekir.

Türkiye gibi, konformist kültürün ve konformist din algısının belirleyici olduğu toplumlarda, eleştirel entelektüel uyanışı gerçekleştirebilecek, yirmi birinci yüzyıl için entelektüel paradigmalar üretebilecek kadrolar yetişmiyor. Günümüz dünyasında, entelektüel konumumuz, ne yazık ki, hurafe/hamaset/ kehanet üretme yeteneği ile sınırlı hale gelmiştir. Kehanet kültürü, İslam toplumlarında her zaman gerçek olmayan sahte beklentilere neden olmuştu, bugün de aynı şekilde sahte beklentiler oluşturmaya devam ediyor. Günümüzde, Müslüman halklar, aklın/ kalbin/bilincin ülkesi olan İslam’ı terk ederek, hurafeler-kehanetler ülkesi haline getirilen mistik/batini bir İslam’a yöneliyor.

İslami direniş ve bağımsızlık mücadeleleri/hareketleri olmasaydı, Müslüman halklar/toplumlar/ülkeler, utanç verici topyekûn teslimiyetçiliği bir hayat tarzı haline getirmiş olacaklardı. Direniş mücadeleleri, İslami bağımsızlık ve direniş onurunu çok ağır bedeller ödeyerek, temsil ve tecrübe etmek suretiyle, İslami bir gelecek için, yeni umutlar üretiyor. Emperyalist/faşist otorite ve irade ile dostluğu tercih eden, yerli-milli-bağımlı rejimler ise, bu tercihleriyle, bağımsız bir İslami tarih inşa edilemeyeceğini kanıtlıyor. Emperyalist politik kültürel derin vesayeti içselleştiren toplumlar/rejimler için hiçbir zaman siyasal-kültürel bağımsızlığın söz konusu olamayacağını idrak etmek gerekir.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.