‘Dönülmez akşamın ufkundayız’ ve şimdi sıra ‘barış yasası’nda…
Terörsüz Türkiye yürüyüşünde en son, AK Parti-MHP ve DEM partili vekillerden oluşan üç kişilik heyetin kaçak-gök gittikleri Öcalan ziyaretinin ardından, sürecin akıbeti ile ilgili negatif yorumlar yapıldı ve doğal olarak bazı soru işaretleri gündeme geldi.
Esas itibariyle AK Parti, özellikle Öcalan görüşmesinin çok fazla gündem olmasından pek mutlu değildi, bu yüzden de mahcup bir görüntü sergiliyordu ve doğal olarak çözüm konusunda çok istekli bir görüntü sergilemiyordu.
Kuşkusuz bu, AK Parti’nin sürece karşı olduğu anlamına gelmiyor. Her vesileyle gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gerekse parti temsilcileri terörün bitmesi konusunda net mesajlar veriyorlar. Ancak İmralı’nın ve Kandil’in demokratik siyaset ve yasal düzenleme talepleri konusunda iktidarın bazı endişeleri var.
Çünkü bu adımların atılması durumunda, oluşması muhtemel toplumsal tepkilerin sonuçlarını öngöremiyor. Bu yüzden de AK Parti, sürece hep vites küçülterek dahil olmaya çalıştı. Ama artık Yahya Kemal’in dizelerinde olduğu gibi ‘dönülmez akşamın ufkundayız’ ve süreç yeni bir merhaleye geçiyor.
Nitekim, geçtiğimiz hafta MHP lideri Devlet Bahçeli ile DEM Parti İmralı Heyeti Meclis’te bir araya geldi ve görüşme sonrasında Pervin Buldan sürecin ikinci aşamaya geçtiğini ve “barış yasası”na ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Bahçeli ise Buldan’ın açıklamalarına “İmzamı atıyorum” diyerek destek verdi.
Gördüğünüz gibi süreç ilerliyor, adımlar da hızlanıyor. Bu çerçevede DEM Parti’nin Meclis komisyonuna sunduğu 99 sayfalık raporda, Kürt meselesinin çözümüne yönelik kapsamlı siyasi siyasi ve hukuki öneriler yer alıyor. Raporda ayrıca Öcalan için “fiziki özgürlük” çağrısı yapılırken, silah bırakan PKK mensuplarına ilişkin düzenlemelerde “suç işleyen–işlemeyen” ayrımı yapılmaması gerektiği vurgulandı.
Rapordaki Öcalan’la ilgili şu ifadeler önemli: “Öcalan, sürecin gereklilikleri ve barışın toplumsallaşması açısından dilediği heyetlerle, kişilerle ve basın mensuplarıyla görüşebilmelidir. Bu aşamada ve umut ilkesi hayata geçirilinceye kadar özgür çalışma, erişim, barınma ve iletişim koşullarının sağlanması gereklidir.”
İşte esas süreç şimdi başlıyor… Şu saatten sonra iktidarın işi yavaşlatma ve bahaneler üretme gibi bir şansı bulunmamaktadır. Aslında sürecin başladığı ilk günden bu yana, iktidar dahil herkes işin bu noktaya geleceğini biliyordu.
Hatırlayalım, Bahçeli 22 Ekim 2024’te Öcalan’a yaptığı çağrıda, PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi halinde yasal adımların atılacağı vaadinde bulunmuştu.
MHP liderinin kararlı tutumu dikkate alındığında, iktidarın da bu adımları atmaktan başka bir seçeneğinin olmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla iktidar hiç zaman kaybetmeden çıkmalı ve terörün bitmesi için bu yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini, hiç öyle gizli-saklı yollara sapmadan açık yüreklilikle topluma anlatmalıdır.
Süreç başarıyla sonuçlandığında bile nasıl toplumsal sonuçlar üreteceğini, elbette şimdiden kestirmek mümkün değil. Ama dünya örneklerinden de biliyoruz ki bu tür büyük terör örgütlerini bitirmek için güçlü bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır.
Evet terörü bitirip başarılı olursunuz ama öyle bir dalga oluşur ki siyaseten kaybedebilirsiniz de… Ama unutmamak gerekiyor ki ülkeyi terör belasından kurtarmak her şeye bedeldir.
Şu anda iktidarın verdiği görüntüye bakarak söylemek gerekirse, sürecin bundan sonraki en kritik noktalarından birisi de SDG meselesi…
Milli Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklamalar, bu konuda bir sorun olduğuna işaret ediyor. MSB, SDG’nin 10 Mart Mutabakatı kapsamında Suriye ordusuna bireysel entegrasyon dışında bir seçeneğin kabul edilmeyeceğini ve örgütün “zaman kazanma çabalarının sonuç vermeyeceğini” açıkladı.
Geçen hafta Reurers’e yaptığı açıklamada, “Hiçbir ülkede iki ordu olamaz” diyen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da örgütten gelen sinyallerin anlaşmayı uygulama niyetinde olmadığını, aksine bunu aşmaya çalıştığını söyledi.
Anlaşılan o ki Türkiye, SDG’nin de kendisini feshederek kayıtsız-şartsız Suriye ordusuna katılmasını istiyor. Yani Ankara, Suriye’de bir üniter yapının oluşmasını talep ediyor.
Bir kere hemen hatırlatalım, Suriye’nin demokrafik ve toplumsal yapısı dikkate alındığında, bu ülkede üniter bir devlet yapısının oluşması asla mümkün değildir.
Unutmayalım SDG, doğrudan Türkiye’nin içini ilgilendiren bir mesele değil, çünkü o Suriye’nin bir parçası. Dolayısıyla silah bırakıp-bırakmaması kararını Suriye yönetimiyle birlikte almak zorundalar, ortada bizi doğrudan ilgilendiren bir durum yok, bırakalım nasıl bir Suriye oluşturacaklarına kendileri karar versin.
Eğer süreci akamete uğratmak gibi bir niyetimiz yoksa, SDG konusunda ayağı yere basmayan adımlar atmaktan imtina etmek durumundayız. Aksi taktirde işler o kadar karışık bir hal alır ki birileri gelir ve bize rağmen racon kesmeye başlar.


