Büyük sorun: İsrail nasıl durdurulacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis’in açılışındaki konuşmasında “İsrail’in Türkiye için tehdit olduğunu” söylerken boşuna konuşmuş olamaz, değil mi? Bu kanaat devletin güvenlik birimlerinde çok önceden ele alınmış olmalıdır ve böyle önemli bir günde millet ile paylaşılmasında yarar görülmüş olmalıdır.
“İsrail’in Türkiye için tehdit olduğu” görüşü daha sonra Cumhur İttifakı paydaşı sayın Devlet Bahçeli tarafından da seslendirilmiştir. Bahçeli, en son İran’ın İsrail tarafından vurulmasını, önemli devlet yetkililerinin nokta atışı ile katledilmesini “Türkiye’ye de mesaj” niteliğinde okumuştur.
Cumhurbaşkanı’nın da Devlet Bahçeli’nin de olmayan tehdidi varmış gibi göstererek “düşman çoğaltmayacakları” muhakkaktır.
Gazze 7 Ekim 2023’ten beri açık kıyıma maruz. Hakan Fidan BM Güvenlik Konseyi’nde “Dünya 80 yıl sonra bir kere daha toplama kampı gerçeğini yaşıyor” demiş. Bu defa Nazi rolünü Netanyahu yönetimindeki İsrail üstlenmiş durumda.
Gazze yandı, yıkıldı, çocuklar can verdi, kadınlar can verdi, hastaneler bombalandı… Bir Netanyahu vahşetini durduramadı dünya… BM de aciz kaldı, tüm insanlık da… Gazze kıyımı devam ediyor.
Netanyahu öte yandan Batı Şeria’yı kemiriyor. Önümüzdeki dönemde ortada nasıl bir Filistin kalacak, bilinmiyor.
İsrail İran’ı vurdu, Lübnan’da Hizbullah’ı vurdu, Esed yönetiminin devrildiği gün Suriye’nin tüm askeri alt yapısını imha etti…
Ve Suriye’yi vurmaya devam ediyor. En son Suriye’nin genelkurmay başkanlığını bombaladı, Başkanlık Sarayı’nı hedefleri arasına koydu.
Gazze ile, kendi vatan parçamız gibi ilgilendik. Tamam, o arada gemiler İsrail’e stratejik maddeler dahil ticaret seferleri düzenledi ama, Gazze çığlığını en çok duyan ülkelerden biri olduk.
Evet, Gazze’yi de “İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdidi”nin işareti olarak gördük, ama yüksek tonlu tepki göstermekten öte bir şey de yapmadık.
Ne yapabilirdik, sorusu hazır.
Bu soru şu anda da gündemde olan soru. Çünkü “tehdid”i açık açık algılıyoruz, ama sanki “Ne yapılabilir?” sorusu noktasında bir tıkanma bulunuyor.
İsrail, Türkiye tarafından tehdit olarak algılandığını görmüş olmalı, değil, gördü. Hatta kimi İsrailli bakanlar üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil, Türk yetkililere çirkin tepkilerde de bulundular.
Yani iki ülke ilişkileri en gergin iklimi yaşıyor.
En son Suriye eklendi bu gerginliğe… İsrail Suriye’nin bir bölgesini işgal etmiş durumda zaten. Ama sanki gözü Suriye’nin üzerinde, aklına esen yeri bombalamaya devam ediyor. Buna en son genelkurmay başkanlığı binası ve Cumhurbaşkanlığı Sarayının yakını eklendi.
Suriye, Türkiye’nin de hassas olduğu bir komşu ülke. Esed’in devrilmesi ve yerine Şara’nın getirilmesi herhalde bir yandan ABD’nin bilgisi içinde olduysa diğer yandan da Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleşti. Suriye’nin istikrarı Türkiye için hayati önemde. Bir yandan da SDG olayı, Türkiye’deki süreçle birebir alakalı.
Türkiye, barışı gerçekleştirmiş bir ülke istiyor komşu coğrafyada… Esed yönetimi sorunluydu, HTŞ lideri Şara’yı ABD de Türkiye de, yeni bir hüviyet içinde barışı sağlayacak lider konumunda gördü.
Ancak zor bir toplumsal yapısı da var Suriye’nin. Farklı mezhepler, etnisiteler… Belli ki İsrail zayıf, kontrol edilebilir bir Suriye istiyor. Onun için de Dürzileri Suriye içinde kendi çıkarına işleyen bir “gurka” haline getirme hesabında. Suriye’de gerçekleştirdiği askeri harekâtların Türkiye’yi rahatsız edeceğini bilmiyor olamaz. Ama bunu bile bile askeri harekâta devam ediyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan BM Güvenlik Konseyi’nde “İsrail’in bölgede istikrarsızlık kaynağı olduğunu” belirtti ve “Durdurulması gerektiği”ni söyledi.
Fidan, İsrail’in saldırı stratejisi kontrol altına alınmazsa, daha geniş çaplı bir istikrarsızlık riskinin ortaya çıkacağına değinerek, “Suriye’de tam da bu yaşanıyor. İsrail’in saldırganlığı, Suriye halkının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kırılgan barışı tehdit ediyor.” diye konuştu.
Fidan’ın BM Güvenlik Konseyi’ndeki şu cümleleri de çok net:
“Bu, artık kolektif insanlığımızın derin bir sınavıdır. Bu sınavı ya birlikte geçeriz ya da hep birlikte başarısız oluruz. Yapılması gerekenler çok açık; İsrail’in savaş makinesini durdurmak. Cezasızlığı durdurmak. Derhal ve kalıcı bir ateşkes, şimdi. Engelsiz insani yardım, şimdi. İki devletli çözüme yönelik yenilenmiş ve acil bir taahhüt, şimdi.”
Bundan sonra ne olur, herhalde kimse bilmiyor.
İsrail, meselâ İran’a yönelik saldırıları “preemptive strik e- Önceden vuruş” mantığı ile gerçekleştirdi. Bush yönetimlerinin uyguladığı bir yöntem. “Tehdidi kaynağında yok etmek…” Belli ki Suriye’deki operasyonları da aynı mantıkla yapıyor. Evet yapıyor…
Türkiye’nin Milli Güvenlik Stratejisinde “tehdidi yerinde yok etmek” gibi bir “Önceden vuruş” ilkesi var. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan zaman zaman “terörle mücadele” bağlamında hatırlatıyor.
İsrail İran’a karşı kullandığı “preemptive stire” yöntemini Türkiye’ye karşı da kullanır mı?
Ya da Türkiye, hangi boyutta “İsrail tehdidi”ni önceden ve yerinde önlenmesi gereken bir tehdit olarak görür?
Bunlar henüz çok tehlikeli sorular olarak görülüyor. Muhtemel ki, Amerika da iki ülke ilişkilerindeki gerilime bakarak işlerin nereye doğru gittiğini not ediyordur.
Henüz İsrail’in adım adım ilerlediği, Türkiye’nin de “tehlikeye dikkat çektiği” bir süreç yaşanıyor. Güncel soru “İsrail nereye kadar ilerleyecek, Türkiye nereye kadar sabredecek?” sorusu gibi geliyor bana…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.