
Bütünlük Bilincini Kaybetmek
Çok aziz ve mükerrem İslama musallat olan etnik-mezhepçi/mistik fanatizm, İslami bütünü, bütünlüğü hiç bir şekilde umursamıyor, bütünlük bilincine ihanet edebiliyor. Müslüman olmanın evrensel insan olmak olduğu gerçeği hiçbir şekilde dikkate alınmıyor.
Atasoy Müftüoğlu - İslamianaliz
İslam dünyası ülkelerinde, halklar, hamaset kültürü, kahramanlık ve fütuhat öyküleriyle aptallaştırıldıkları için, siyasal bilince bütünüyle yabancılaştılar, kendilerini yöneten iktidarların, Amerikan emperyalizmiyle iş birliği içerisinde bulunuyor olmasını varoluşsal bir mesele olarak görmediler, bir onur ve özgürlük meselesi olarak yorumlamadılar, yapısal edilgenliği, aşağılanmayı, nesneleştirilmeyi, teslimiyetçiliği bağımlılığı bir kader gibi yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Çok iğrenç çok aşağılık nesneleştirilmelere maruz kalan, bu nesneleştirilmelere katlanan, tahammül edebilen toplumlarımızın utanç verici bağımlılıkları bir kader gibi içselleştirmiş bulunmaları, tarihin dışında kalmayı da içselleştirdikleri anlamı taşır.
Yerli-milli-muhafazakar-sağcı-mistik bir hayat tarzı içerisinde, evrensel İslami dünya görüşünü, hayat tarzını temsil ve tecrübe etmek mümkün olmadığı için, İslam dünyası ulus-devletleri Haçlı emperyalizmine karşı mücadeleyi düşünmüyor, Haçlı emperyalizminin himaye ve dostuluğuna mazhar olabilmek için onur kırıcı tavizler vermeye devam ediyor. Hamaset/kahramanlık/fütuhat kültürünün bir hayat tarzına dönüştüğü toplumlarda, düşünce/tefekkür/felsefe/estetik çok büyük bir ilgisizliğe/kayıtsızlığa mahkum ediliyor. Toplumlarımıza hakim olan tekdüze bir zihniyet dünyası, kitlesel aidiyeti, bayağı popülizmleri kışkırttığı için, kitleler düşünmekten, tefekkür etmekten feragat edebiliyor. Günümüz Türkiyesinde, oportunist muhafazakarlık/dindarlık ve siyaset çok yoğun bir biçimde, güncel/pratik/pragmatik sorunlara kapandıgı için, varoluşsal eleştiriler yapamıyor, varoluşsal bir tavır/tarz/duruş ve tercih sahibi olamıyor. İçerisinde yaşadığımız toplum, eksiksiz bir şekilde demagoglar ve oportünistler toplumuna dönüştürüldüğü için, toplumsal düzeysizlikler, kültürel bayağılıklar derinleşiyor. Pragmatik meseleler, bir tahakküm patolojisi içerisinde, utanç verici nesneleştirmelere neden olabiliyor. İktidar çıkarları için icat edilen hukuki ve ahlaki ayrımcılıklar normalleşebiliyor.
Çok aziz ve mükerrem İslama musallat olan etnik-mezhepçi/mistik fanatizm, İslami bütünü, bütünlüğü hiç bir şekilde umursamıyor, bütünlük bilincine ihanet edebiliyor. Müslüman olmanın evrensel insan olmak olduğu gerçeği hiçbir şekilde dikkate alınmıyor. Toplumlarımız, otoriter popülizmin çıkmaz sokaklarında, resmi propagandacılığın manipülasyonlarıyla çıkışsızlığa sürükleniyor. Propagandacılığın nesneleri/aparatçikleri, tekdüzeliğin/birörnekliğin neden olduğu körlükleri sıradanlaştırıyor. "Beyaz Adamın misyonu" ideolojisini-ırkçılığını, ilahi bir takdir olarak algılayan, bu nedenle de, sömürgeciliği meşrulaştıran, şiddet/tahakküm/keyfilik temelinde varlığını sürdüren sömürgecilik-modernlik-uygarlık, Nazizm ve faşizmi üreterek, sözü geçen misyonun ilahi takdirle bir ilgisi olmadığını, bunun ideolojik bir propaganda söylemi olduğunu gösterdi. Sömürgecilik/modernlik ve uygarlık, bugün de, Filistin'de yaşandığı üzere, soykırım üreterek, insani bir insanlık tarihinin mümkün olmayacağanı ilan ediyor. Yeni bir insanlık yaklaşımını, insan haysiyetini ve tarihini İslami devrim ve direniş mücadeleleri oluşturuyor. Filistin-Gazze dayanışması, bugün, somut olarak, evrensel bir söyleme/dayanışmaya/direnişe ve bilince dönüşüyor. Modernlik/uygarlık/bilim-teknoloji, biütün bir yeryüzünü, korkunç bir çöle dönüştürürken, insani-ahlaki ilişkileri, adalet va hakkaniyet duygularını da çöle dönüştürüyor. Sağcı/muhafazakar körlük, evrensel eylem-dayanışma karşısında, büyük bir hissizlik-duyarsızlık ve kayıtsızlık sergiliyor.
Geçmişin, geleneğin, yerelliğin ve otoriter-oportünist iktidarların baskısı altında yaşayan toplumların, kültürlerin, bugünü ve geleceği dönüştürmeleri, inşa etmeleri beklenemez. Toplumlarımızda, evrensel bir dönüşüm için, etki ve yankı uyandırabilecek düşünürler, eylem adamları yetiştirmek bugün, hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir. Bugün, düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, İslami meşruiyet ve otorite kaybının nedenlerini bütün boyutlarıyla konuşmaya/tartışmaya cesaret edemiyor, bu konuda çok boyutlu sorgulamalar, çözümlemeler, hesaplaşmalar, yüzleşmeler yapılması gerektiğini idrak edemiyor. Bu nedenledir ki, seküler ontolojik/epistemolojik kavramsallaştırmaları, içerikleri işlevsiz kılamıyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, toplumlarımız, entelektüel-ahlaki-ilkesel bir belirsizlik içerisinde yaşıyor. Bu belirsizlikler sebebiyle, toplumlarımızda yerli-milli-resmi-mistik retoriğin yirmi birinci yüzyıla ve insanlığa, İslami bütünlük bilincine söyleyebilecekleri anlamlı bir sözü yok.
Haçlı emperyalizminin, Filistin'e, Gazze'ye, Lübnan'a yünelik, çok yönlü, çok boyutlu, çok korkunç soykırım uygulamaları karşısında, direniş mücadelelerini utanç verici bir yalnızlığa terkederek, soykırımı destekleyen emperyalist dünyanın yanında yer alan, İslam dünyası ulus-devletlerinin, yüzyıllardır kitleleri kontrol etmek üzere kullanageldikleri, kitleler üzerinde uyuşturucu etkisi bırakan hamaset kültürünün içi boş, içeriksiz, işlevsiz bir aldatmacadan ibaret olduğu görüldü. Eski ve yeni Haçlı seferleri karşısında, hamasetin sefaleti bu ölçüde derin, bu ölçüde kapsamlı, bu ölçüde onur kırıcı olmamıştı. Direnisçi/devrimci ufkun/sorumluluğun/bilincin hiçbir etnik ve mezhepçi gelenekle sınırla olmadığı, Gazze ve Lübnan'da yaşanan direniş mücadeleleriyle kanıtlanmıştır. İslamın konusu eyy Türkler, eyy Araplar, eyy Farslar vb. değil, eyy insanlardır. İslam, bütün insanlıkla ilgilendiği, bütün insanlığa, ahlaki/insani/vicdani değerler/ilkeler kazandırmaya çalıştığı için, kendisine karşı düşmanlık beslemeyen, bütün halklara, insani bütünlüğün vazgeçilemez bir parçası olarak bakar. Medeniyetler/kültürler arası karşıtlıklar, düşmanlıklar, ötekileştirmeler, sömürgeciliği kolaylaştırmak, kalıcı ve etkili kılmak için icat edilen karşıtlıklardır.
İslam dünyası toplumları/kültürleri, ırkçı modernliğin, ırkçı uygarlığın, ırkça dünya sisteminin seküler değerlerini aşamamaları, içerisinde yaşadığımız durumun vahemetiyle yüzleşememeleri sebebiyle, rencide edici bir teslimiyetçilikle bütünleşmiş bulunuyor. Toplumlarımız, bugün, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere başlarına neler geldiğini farketmeyen romantik yanılsamalar, masallar dünyasında yaşıyor, neyi beklediklerini bilmeden beklemeye devam ediyor. Hakikat söyleminin yerini, propaganda söylemi aldığı günden bu yana, toplumlarımızda, muhafazakar/dindar kesimler, çok zorlama, çok talihsiz iyimserlikler içerisinde bulunuyor. Bu kesimler kimi saatleri, kimi günleri ya da dönemleri, idealist bir ruh hali içerisinde yaşarlarken; kimi saatleri, kimi günleri ve kimi dönemleri pragmatist olarak yaşamak suretiyle eşi ve benzeri görülmemiş çelişkiler sergiliyor. Sözünü ettiğimiz ideallerle, pragmatizmler arasında çok derin uçurumlar var. Bu kesimler, bir yanda teorik aidiyetleri, bağlılıkları savunurlarken, bir diğer yanda da pratik ihanetler sergileyebiliyor. Mistik kültür ve geleneklerin Müslümanları gerçek dünyaya, siyasal dünyaya, siyasal bilince sorumluluklara yabancılaştırdığı günden bu yana Müslümanlar duygusal bir körlük içerisindeler.
İçerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak takip edilebileceği üzere, yüzeyde yaşayan toplumlar, yüzeyde yaşayan bireyler, yüzeyde faaliyet gösteren düşünce/kültür hayatı, bu yüzeysellikler/patolojiler ve varoluşsal tutarsızlıklar sebebiyle, Şii devrim ve direniş mücadelelerine/hareketlerine, Haçlı emperyalizminin ırkçı-ideolojik bakışları/görüşleri/yorumları doğrultusunda yaklaşarak, İslami bütünlük bilincine ihaneti sıradanlaştırıyor, emperyalist yoruma bağımlılığı meşrulaştırıyor. Yüzeylerde yaşayan toplumlarda, propaganda/hamaset ve gösteri ne kadar yoğunsa, bunlarla örtbas edilen sefalet de o ölçüde yoğundur. Bu toplumlarda, propaganda/hamaset/gösteri "imaj" üretimi için seferber edilir. Kendileriyle yüzleşmeyen varoluşlar, hiçliğe doğru ilerler. Eyleme dönüşmeyen bilgi gevezelik ve ukalalıktan ibarettir. Teslimiyetçiliği/bağımlılığı bir hayat tarzına dönüştüren topluluklar, varoluşsal bir duruş sergilemenin onurundan yoksundur. Hangi toplumda olursa olsun, yerlilik-millilik saplantısı, tek yönlü düşünmeyi dayatır. Evrensel İslam, çok yönlü bir düşünsel/entelektüel iklim oluşturur.
İslam dünyası toplumlarında, otokratik/keyfi yönetim biçimlerinin kurumsallaşması/normalleşmesi, ilgili toplumlarda siyasal bilincin/kültürün gelişmesini imkansız kılıyor. Yüzeylerde yaşayan toplumlarda, hiç bir zaman yapısal bir değişim/dönüşüm mümkün olmuyor. Türkiye örneğinde yaşandığı üzere, Türkiye, baskıcı laik rejimden, ancak, baskıcı muhafazakar/milliyetçi bir rejime geçebiliyor. Psikolojik manipülasyon çağında, kitleler "hayır" deme haklarını kullanamıyor. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, konformizme direnmek, konformist kültürle hesaplaşmak yerine, konformist kültürü ve konjonktürel hassasiyetleri yaşatmak için yoğun çabalar harcıyor. Yerli-milli-resmi kanona dahil olan düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat adamları, bir şekilde ödüllendirilirken, muhalifler/eleştirel/marjinal sesler resmi kanonun semtine bile yaklaştırılmıyor. Yerli-milli-resmi kanona dahil olan unsurlar, toplumsal patolojileri sorgulamak yerine, bu patolojileri görmezden gelmeye devam edebiliyor. Bütün bu nedenlerle, ahlaki-entelektüel-eleştirel niteliklerle/sahiciliklerle/tutarlılıklarla/ ilkeselliklerle karşılaşmak hiçbir şekilde mümkün olmuyor. Oportünist muhafazakarlığın, oportünist sağcılığın, oportünist milliyetçiliklerin varoluşsal tutarlılıklar sergilediği görülmemiş, duyulmamıştır. İslam dünyası toplumlarında, ahlaki/ilkesel cesaretleri olmayan, ihtirasları tarafanden kirletilen, narsisit bir kibirle malul bulunan, otoriter/popülist/oportünist siyaset tarzını seçen politik kadrolar, sözünü ettiğimiz zaafları sebebiyle, Haçlu Emperyalizmiyle işbirliğini seçiyor.
İçerisinde yaşadığamız toplumda, İslami-muhafazakar kesimlerde dini hayat, bilgi koleksiyonculuğu yaparak, daha çok niceliksel entelektüel ilgiler içerisinde bulunduğu için, nite- liksel entelektüeller yetiştirmeyi başaramıyor. Bugün, gerek eğitim hayatında, gerekse akademik hayatta, halen, entelektüel emperyalizmin dayattığı ölçütler belirleyici olmaya devam ediyor. Nitelikli-eleştirel entellektüellere sahip olmadığımız için, toplum, otoriter/oportünist/popülist siyaset/iktidar tarzını sorgulayamıyor, sorgulamak bir yana, bu tarzı gönüllü olarak savunabiliyor. Bu nedenle de, iktidarlar, iktidarlarını güçlerini tahkim edebilmek için her zaman günah keçilerine ihtiyaç duyuyor, bunun için de, sahte-temelsiz gerekçeler/iddialar üretebiliyor. Yine, varoluşsal hesaplaşmalar yapabilecek nitelikli kadrolar olmadığı için, insani/anlaki/politik krizlerin, belirsizliklerin, anormalliklerin, her şey mubah zihniyetinin meşrulaştırılabildiği günümüzde, kişisel/yerel/küresel kimi çıkarlar/ihtiraslar adına, şimdiye kadar azılı terörist muamelesi gören teröristler birdenbire "kurucu lider", "cumhurbaşkanı" mertebesine tayin edilerek, ödüllendirilebiliyor. Psikolojik kimi süreçler yoluyla güdümlenebilen, koşullandırılabilen, kontrol edilebilen toplumlarda, toplum, kitlesel büyü-hipnoz etkisi oluşturan propaganda teknikleriyle-kampanyalarıyla, bütünüyle duygusal bir iklime hapsedilerek baskılanabiliyor. Hipnofil topluluklar, mistik telkinler yoluyla gerçek dünyadan uzaklaştırılabiliyor.
Günümüz dünyasında djital ilişkiler insanları bütün derinliklere, sahici dostluklara yabancılaştırıyor. Gerçek, sahici olmayan parasosyal ilişkiler, özellikle genç kuşakları mekanik ilişkilerle sınırlandırıyor. Toplumlarımızda evrensel bir İslami vizyon oluşturabilmek için kabileci/konformist/geçmişçi bütün sınırları aşarak, yeniden düşünmeye, yeniden bilmeye, yeniden eylemde bulunmaya, yeniden görmeye başlamamız, bu doğrultuda yeni bir kültür oluşturmamız gerekiyor. Duygusal çekiciliği olan hazır paketlenmiş propaganda sloganlarına, demagogların anlamsız laf kalabalıklarına maruz bırakılan toplumlarda, hakikat arayışının yerini, resmi gerçeklerin/görüşlerin dokunulmazlığı alıyor. Bu tür toplumlarda, ahlaki/zihinsel/entelektüel bütünlük kaybına uğrayan aydınlar/akademisyenler, resmi bağlamın dışında hiç bir şekilde bir hayatiyet gösteremiyor. Resmi çıkarlar doğrultusunda insan zihninin/kalbinin sınırlandırılarak resmi duvarların içerisine hapsedilmesi kültürel bir barbarlığın ifadesidir. Resmi gerçeklerin/görüşlerin/yorumların dokunulmazlığa sahip olduğu toplumlarda, resmi, yerli-milli, mistik yorum/gürüş ve uygulamaları paylaşmayan ya da bu görüş ve uygulamaları eleştiren herkes, ya şüpheli, ya da hain muamelesine tabi tutulabiliyor. İnsanlar, eylemlerinden dolayı değil, düşüncelerinden dolayı suçlanabiliyor, linç edilebiliyor, cezalandırılabiliyor.
Evrensel-ebedi ilkeler/değerler/anlamlar ve ahlaki bütünlüğü temsil eden, bir dünya dini olan İslamın, dünyadan el etek çekmesine neden olan tasavvuf/tarikat geleneği ve geçmişcilik, İslam toplumları sorgulayıcı bir bilince, eleştirel düşünme tarzının zemini olan içtihad'a yabancılaştıkları için, bugün, yerli-milli bir folklor biçiminde mevcudiyetini sürdürüyor. Sekülerleşme/modernleşme, yerli-milli devlet ve iktidarların, İslamı kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmaları İslamın marjinelleşmesine neden oluyor. Bugün, İslam toplumlarında devlet güdümlü resmi dini yorumlar/baskılar özellikle genç kuşakları İslamdan uzaklaştırıyor. Bir dönem Türkiyede, bütünüyle kültür emperyalizminin somut bir tezahürü olan, seküler kültürel mühendislik uygulamaları kurumsallaştırılırken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, evrensel İslami içerikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, yerli-milli/sağcı/otoriter muhafazakarlığa dayalı bir kültürel mühendislik kurumsallaştırılıyor.
İslam dünyası ulus-devletleri, resmi dini yorumlar aracılığıyla, daha çok bireysel dindarlıkla, apolitik/mistik/ tasavvufi hareketleri/cemeatleri destekliyor. Ulus-devletler İslamı kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye, düzenlemeye, kontrol etmeye çalışıyor. Bütün bu nedenlerle, zihinlerini ve ruhlarını ihanete açarak, soykırımcı Amerikan emperyalizmiyle dostluk yolunu seçen iktidarlara yönelik olarak, İslam toplumlarında, iyiliği emretme, kötülükten alı koyma varoluşsal ilkesi yürürlükten kaldırılmış bulunuyor.
İslam dünyası toplumlarında, iktidarların çıkarları/beklentileri doğrultusunda kullanışlı yorumlar üreten resmi dini kurumlar, İslamın evrensel/toplumsal/siyasal içeriğini bütünüyle boşaltıyor. Toplumlarımızda İslami cemaatler/vakıflar değil, devlet güdümlü cemaatler/vakıflar var. Bu cemaatler/vakıflar yoluyla bugün, mezhepçi homojenleştirme dayatmaları sistematik bir hale getiriliyor. Çeşitlilikten rahatsız olan, geleneksel-statükocu kültür, dini hayatı tekdüzeleştiriyor, yüzeyselleştiriyor. Oportünist muhafazakarlık/dindarlık ve siyaset, İslami varoluşsal değerleri, hiçbir gerçekliği yansıtmayan sözcüklere indirgemiş bulunuyor. Oportünist siyaset/güç ihtiraslarını tatmin edebilmek için, fiziksel güç gösterilerine başvurabiliyor. Oportünist siyasetin yapay/çıkarcı gündemi ile, toplumun/siyasetin gerçek/yapısal/varoluşsal sorunları arasında dipsiz uçurumlar olduğunu görmek gerekiyor.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, oportünist siyaset, dünyanın teknolojik/dijital dönüşümü/değişimi karşısında bütünüyle savunmasız ve kayıtsızdır. İslam dünyası toplumlarında tarih boyunca eleştirel/muhalif akımlara/çevrelere hayat hakkı tanımayan bir geleneğimiz var. Bugün, geleneği din haline getiren Müslüman kitleler, içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, iktidarların yanlışlarını, yanılsamalarını, sapmalarını anlayışla karşılayabiliyor. Toplumlarımızda adaletsizliklerin, vicdansızlıkların normalleşmesi, umutsuzlukları da normalleştiriyor. Herkesin kendisi için yaşadığı, var olmaya, var kalmaya çalıştığı bir toplumda yaşıyoruz. Vicdanlı-merhametli insanlar, politik kadrolar, hiçbir şekilde ikiyüzlü olamazlar, maskeli hayatlar yaşayamazlar, teatral davranışlar sergileyemez, çıkar hesaplarını siyasete dönüştüremez, Gazze'ye yönelik insanlık tarihinin en vahşi soykırımının sürdürüldüğü dönemde, İsrail'le ticaret yapmaya devam ettikleri halde, hayır, ticaret yapmıyoruz diyemezler. Hangi toplumda olursa olsun, bir halk, bir toplum, İslami/insani/ilkesel/ahlaki sorumluluklarını bütün boyutlarıyla yerine getirme çabası içerisinde olduklarında, umut'tan söz edebilirler. Müslüman halklar/kültürler, politik liderlerinin megalomanisine hitap eden, İslami ve ahlaki olmayan bir kültürün mağdurları olduklarını hatırlamadıkça gerçek dünyaya uyanamazlar. Politik liderlerinin klinik megalomanilerinde, bir keramet/kutsallık vehmeden Müslüman halklar/aydınlar/alimler vb. bu liderlerin Hamas/Hizbullan/İran ve Husilere karşı yürütülen küresel Haçlı seferleri sırasında, Haçlıların yanında/hizmetinde konumlanmalarını utanç verici bir sessizlikle karşılamaya devam ediyor.
Küresel, küstah ve mutlak kötülüklere, sistematik Haçlı saldırılarına karşı, mücadele etmeleri gerekirken, küresel, küstah ve mutlak kötülükler üreten emperyalist Haçlı siyasal iradesinin yanında yer alan, İslam dünyası ulus-devletlerinin bağımlı politik kadroları, bu tercihleriyle utanç verici bir ihanet tablosu oluşturuyor. Emperyalist Haçlı politik iradesinin himayesini seçerek utanç ve ihanet biriktiren, İslam dünyası toplumlarını yöneten politik kadrolarının İslami aidiyetlerinin tartışılması gerekir.
Politik oportünizm ve popülizm, içerisinde yaşadığımız toplumların karşı karşıya bulundukları yakıcı/yıkıcı toplumsal/kültürel/ekonomik sorunlarını örtbas edebilmek için, olumsuz bütün propaganda araçlarını seferber ediyor. Her şey mubah ideolojisinin toplumsallaşması sebebiyle somutlaşan, ahlaki otoritenin, aile otoritesinin, entelektüel/akademik otoritenin, hukuki otoritenin çöküşünü, kadınlara yönelik olarak sürdürülen ataerkil önyargıların normalleşmesini büyük bir çaresizlik ve kayıtsızlık içerisinde seyrediyor, konformist-statükocu kültürün ağır baskısı nedeniyle, farklı/özgün/eleştirel alternatifleri tahayyül etmekte güçlük çekiyoruz.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Batı dünyası, ırk ve din temelinde gerçekleşen ayrımcılıkları sürdürürken, İslam toplumlarında da, yerel-etnik-mezhepçi mutlakçılıklar saltanatını sürdürüyor. Hem Batılı, hem de yerel kültürler ortak insanlık bilincine hayat hakkı tanımıyor. Bugün, küresel ölçekte etkili olan dijital devrim, bütün kültürel kimlikleri büyük ölçüde aşındırıyor. Hangi toplum olursa olsun, kültürel yetkinliğe ulaştığı takdirde, diğer bütün kültürlerle bilinçli bir etkileşime girebilir, ancak, kültürsüz toplumlar ne yaparlarsa yapsınlar, hamaset/propoganda/fütuhat kültürünü hangi ölçüde yükseltirlerse yükseltsinler, kültürel emperyalizme maruz kalmaktan kurtulamazlar. İslami bilinç alanına çıkmak, ahlaki ve entelektüel ufkun yeryüzü çapında genişletilmesini gerektirir. Islami varoluş çoğulcu bir perspektifi zorunlu kılar. Çoğulcu perspektiflere yabancı olan kapalı kültürler, içerisinde yaşadığımız toplumda görülebileceği üzere, zavallı/talihsiz tekdüzeliklere mahkum olur.


HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.