Baba ocağına polis kordonuyla giren evlat!
Dün CHP İstanbul İl Binasının önünde ortaya çıkan “o görüntüler” AK Partinin siyasi tarihine kara bir leke olarak geçecektir. On yıllar sonra bugünleri yazacak olan tarihçiler, 2024 yerel seçimlerinden büyük bir hezimetle çıkan, belediyelerinin büyük bir çoğunluğunu CHP’ye kaptıran AK Partinin yargı eliyle CHP’yi nasıl bitirmeye, parçalamaya, bölmeye çalıştığını yazacaklardır.
O fotoğraf aynı zamanda, 19. Yüzyılda yaşayan İngiliz tarihçi ve politikacı Lord Acton’un meşhur “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak surette yozlaştırır’ sözünün 23 yıldır ülkeyi aralıksız yöneten AK Parti nezdinde ete kemiğe büründürüyor; güç zehirlenmesine yenik düşen bir iktidarın iktidarını mutlak kılmak için her türlü makyavalist araçları hiç çekinmeden nasıl kullanabileceğini, iktidarının önünde engel gördüğünde bütün siyasi düzenbazlık ve manipülasyon yollarını hoyratça nasıl kullanabileceğini gösteriyor.
Lord Acton mezarından kalksa hiç kuşkusuz “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır derken tam olarak bunu anlatmaya çalışıyorum” derdi.
2002 yılında “partileri demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olarak görüyoruz, siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız, hatta anayasaya bir siyasi partinin kapatılması teklif dahi edilemez diye bir hükmün yazılması lazım” diyen… “Partimiz, siyasi alanın daraltılmasına, demokratik rejimin işleyişine yönelik her türlü müdahaleye karşıdır” diyen… “Partimiz hukuku, korkutmanın, cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir, bizim iktidarımız hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır” diyen AK Partinin, iktidarının yirmi üçüncü yılında ortaya koyduğu fotoğrafın izah edilebilir bir yanı var mı?
Ama ben bugün madalyonun bu yüzünü değil, öteki yüzündeki ayıplı, utançlı hali yazacağım.
Dün CHP İl Binasının önündeki “o görüntüler” CHP’li Gürsel Tekin’in siyasi ve kişisel tarihine de kara bir leke, büyük bir ayıp olarak geçti. Yıllarca başkanlık yaptığı, emek verdiği “baba ocağım” diyerek nitelendirdiği ve sarf ettiği “CHP İl binasına hiçbir zaman polisle girmedim, girmem. Baba ocağı hepimizin evi, oraya nasıl gireceğimi biliyorum” sözlerinin üzerinden daha 48 saat bile geçmeden CHP İl Binasına yüzlerce polisin, biber gazı sıka sıka, polislerin kasklarıyla vura vura açtığı yolla girdiğini iktidar medyası bile televizyonlarından canlı olarak yayınladı.
Nitekim CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın “Yüzümüz gözümüz, ağzımız burnumuz her tarafımız biber gazı doldu. İnsanlar nefes alamadı. Bugün hiç unutulmaması bir gün. 5 bin polis içerideki CHP’lilere acımasızca biber gazı sıktı. Bir kaleyi işgal eder gibi işgal etti” dedi. Yine CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş polislerin “insanları ite kaka, kafalarına kaskları ile vura vura, binanın içine gaz sıka sıka” Gürsel Tekin’e yol açıldığını söyledi.
Madem ki “baba ocağı” sembolünü Gürsel Tekin de kullandı. O halde Gürsel Tekin’de sembolik olarak “evlat” oluyor. Gürsel Tekin yeryüzünde yanına eli joplu, biber gazlı yüzlerce polis eşliğinde “baba ocağına” giren bir evlat göstersin? Polislere baba ocağının kapısındaki kardeşlerine biber gazı sıktıran, kafalarına kasklarla vurduran bir evlat gösterebilir mi?
Hatta şu soruyu soralım:
Vura kıra baba ocağına giren bir evlat hayırlı bir evlat mıdır? Polisle girdiği, polislere biber gazı sıktırdığı kardeşlerinin yüzüne nasıl bakacak? Diğer kardeşler arasında küslüğü, kırgınlığı, nasıl bitirecek de nasıl “barış” sağlayacak?
CHP’ye kayyım davasını “Şikayet edenler CHP’li, taraflar CHP’li, bizi önerenler CHP’li, biz sorunun hiçbir parçasında yokuz” gibi neredeyse birebir iktidarın aynı argümanlarıyla savunan Gürsel Tekin ısrarla kendisinin “kayyım” olmadığını mahkeme tarafından görevlendirilen “çağrı heyeti” olduğunu söylüyor. Elbette ki yine iktidar siyasetçileri gibi “yargı kararının kutsallığına” da atıfta bulunuyor.
Yargının siyasallaşmaktan çatlama duruma geldiği bir hakikat bütün çıplaklığı ile önümüzde dururken CHP’de üst düzey görevlerde bulunmuş, yıllarca emek vermiş bir siyasetçi olarak Gürsel Tekin’in böyle bir savunma yapması tuhaflığı aşan bir durumdur.
Diyelim ki “kayyım” değil. Hakim “çağrı heyeti” değil de “kayyım” yazsaydı kabul etmeyecek miydi?
Bütün mesele adının “çağrı heyeti” olması mı?
Partisinin iktidar tarafından kuşatma altında olduğu gerçeği bütün çıplaklığı ile ortada dururken, partili arkadaşlarının siyasi hayat mücadelesi verdiği bir ortamda Gürsel Tekin’e “kim kabul ediyorsa etsin kardeşim, bu ben değilim” demek yakışırdı. Ahlaki olan da vicdani olan da budur.
Bunun savunulacak bir yanı yoktur.
Gürsel Tekin’i büyütecek olan, kahramanlaştıracak olan mahkemenin görevini reddetmesiydi.
Ama dün “dostu da düşmanı da çatlacağız” diyen Gürsel Tekin bunu başardı: Düşmanlarını keyiften, dostlarını da kahırdan.
Nitekim CHP’ye büyük emekler vermiş, partisini geniş kitlelere açma politikalarıyla dindar mütedeyyin kesimin oy vermesini sağlayan CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da haksızlığa uğramış olsa bile böylesi bir ortamda kendisine yakışan ‘mutlak butlan’ görevini kabul etmemesidir.